Hakan Çelik

18 Nisan 2024, Perşembe 07:00

Devletle koordine etmeden adım atmak ciddi risk olur

İstanbul’un farklı noktalarında Mavi Marmara Gemisi’nin afişlerini görüyorum. Alttaki bilgi ve irtibat kısmında temsilci kurum olarak “Mavi Marmara Özgürlük ve Dayanışma Derneği” ismi yazılmış. Sosyal medya platformu X’teki hesaplarında da yaptıkları faaliyetler hakkında bilgiler var. “2 farklı ülkeden sivil toplum kuruluşlarının girişimleriyle kurulan Özgürlük Filosu Koalisyonu; 5 bin 500 ton insani yardım malzemesi ve çeşitli ülkelerden aktivistleri taşıyan gemilerle, Gazze’deki ablukayı kırmak ve dünyanın sessizliğine karşı vicdanları harekete geçirmek üzere Akdeniz’e açılıyor” deniyor. Gazze’de yaşanan insanlık dramının karşısında dünya halklarının bir araya gelerek yardım, yiyecek sağlamaları son derece önemli. Zira küçücük bir alanda milyonlarca kişi çok ağır şartlarda yaşam savaşı veriyor. Ancak bölgedeki tehlikeli gelişmeler ve bu konuda geçmişte yaşanan acı tecrübeler düşünülünce bu girişimlerin kimler tarafından ve nasıl koordine edildiği çok önemli. Kısa süre önce İsrail silahlı unsurlarının saldırısında, 7 uluslararası yardım çalışanı hayatını kaybetti. Ölenler, oraya yemek götürmek ve mutfak kurmaya giden World Central Kitchen isimli kuruluşun personeliydi.

RİSKLERE DİKKAT

İsrail ordu birlikleri, “Hamas terörüyle mücadele” adı altında çok şiddetli saldırılar düzenliyor ve genellikle hedef göstermeksizin ateş açıyor. Bunun sonucunda şimdiye kadar çok sayıda masum sivil hayatını kaybetti. Ölenler arasında gazeteciler, akademisyenler ve sağlık görevlileri de bulunuyor. Geçtiğimiz günlerde TRT çalışanları yaralandı. TRT Genel Müdürü Prof. Dr. Mehmet Zahid Sobacı’nın şahsında bütün ekiplere acil şifalar dilerim… İsrail’in tutumu bu kadar sert ve uluslararası hukuka meydan okuyarak devam ederken bölgeye yardım ulaştırmak da ilave riskleri beraberinde getiriyor. İyi organize edilmez ve çok dikkatli hareket edilmezse oraya gidenleri de Türkiye’yi de çok zor durumda bırakan yeni durumlar ortaya çıkabilir. 2010 yılında İnsanı Yardım Vakfı (İHH) tarafından yola çıkarılan Mavi Marmara gemisine düzenlenen baskında 10 kişi hayatını kaybetmişti. Bu üzücü hadise Filistin meselesinin önüne geçerek Türkiye ile İsrail arasında büyük bir ikili krize dönüşmüştü. Nitekim bu olayın aşılabilmesi için uluslararası mahkemelerin ve dönemin ABD Başkanı Barack Obama’nın arabuluculuk yapması gerekti. Uzun müzakerelerin sonunda İsrail Türkiye’den özür diledi ve tazminat ödemeyi kabul etti. Ancak bu olayın başta ekonomik ve siyasi olmak üzere çok ağır etkileri oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2016 yılında yaptığı bir konuşmada söz konusu yardım gemisini organize edenlerin hükümetten izin almadan harekete geçtiklerini ifade etmişti. Bugün İsrail-Filistin arasındaki süreç çok daha sıkıntılı bir aşamada. Üstelik İran’ın da aralarında bulunduğu bir dizi ülkeyi içine çekebilecek bölgesel bir savaş riski söz konusu. Benzer olayların tekrarlanmaması için yeni Mavi Marmara girişimini düzenleyenler umarım Türk Dışişleri Bakanlığı ve devletin ilgili birimleriyle tam bir irtibat halinde hareket ediyorlardır. Tamamen bağımsız ve koordinasyonsuz bir adım atılırsa bundan herkes çok zarar görebilir ve iyi niyetli katkı veren insanlar olumsuz sonuçlarla karşı karşıya kalabilir diye endişe ediyorum.

16 Nisan 2024, Salı 07:00

İran saldırısı Netanyahu için hayat öpücüğü oldu

İran-İsrail krizi korkulduğu gibi gelişmedi. Tahran yönetiminin sadece Tel Aviv’e değil ABD ve Birleşik Krallık’a da meydan okuyarak İsrail şehirlerini yerle bir etmesi beklenemezdi. Nitekim İran’ın fırlattığı ifade edilen füzeler ve dronların çok azının hedeflerine ulaşabildiği biliniyor. İsrail makamlarının açıklamalarına bakılacak olursa İran’ın bu saldırısı herhangi bir yıkım etkisi yaratmadı, hiç kimse ölmedi. Doğrusu, bu coğrafyada yaşayan bir insan olarak yeni bir savaşın patlak vermemesine ve daha fazla insanın ölmemesine seviniyorum. Başımızda yeterince dert ve bela varken bir de İran-İsrail savaşının etkileriyle mücadele edemezdik. İran ile İsrail zaten öteden beri çekişme, karşılıklı suçlama ve farklı cephelerde düşük yoğunluklu savaş halinde. Ancak İsrail’in Suriye’nin başkenti Şam’daki İran Konsolosluğu’nu vurması ve burada üst düzey 7 İranlının hayatını kaybetmesi gerginlikteki son damla oldu. İran dünyaya gücünü göstermek, prestijini korumak ve velayet unsurları üzerindeki nüfuzunu sürdürmek için mutlaka bir yanıt vermek durumuna girdi. İran’ın füze ve dron harekâtında odaklandığı temel şeylerden biri kapasitesini göstermekti. Ancak sivil ölümlerine yol açabilecek türden bir hazırlık da yapmadıkları anlaşılıyor. Saldırının geneline bakıldığında askeri ve teknik olarak İran’ın çok yetersiz olduğu da görülüyor. İran’ın askeri olarak korku salan yönü, doğrudan sahip olduğu gelişmiş silahlardan değil harekete geçirebildiği velayet güçlerinin çeşitliliğinden kaynaklanıyor. Zira İran’a bağlı milisler ve çeşitli güçler Yemen, Irak, Suriye ve Lübnan’da derhal harekete geçebiliyor.

İRAN’IN KAPASİTESİ SINIRLI

İran’ın İsrail’e veya ABD’ye yönelik yıkıcı ölçekte bir saldırı yapabilecek askeri imkânı ve bunun sonuçlarını kaldıracak ekonomik potansiyeli yok. Tahran böyle bir savaşta sahada Çin ve Rusya’yı da doğrudan yanında bulamaz. Rusya’nın işi başından aşkın. Putin, hiçbir şekilde bu yolla İsrail ile didişmek istemez. Çin cephanesini İran için tüketmez, en fazla geri planda sınırlı destek sağlar. Cumartesi gecesi yaşanan gelişmelerde avantajlı çıkan yine İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu oldu. Gazze operasyonu nedeniyle Batılı ülkelerde bile büyük tepki çekmeye başlamıştı. ABD Başkanı Joe Biden “Netanyahu yanlış yapıyor” demeye başlamıştı. İsrail hükümeti son İran saldırılarını “mağdur” ve dört yandan saldırıya uğrayan ülke algısıyla uluslararası arenada argüman olarak kullanacaktır. Netanyahu, Gazze’deki askeri operasyonu farklı yoğunluklarda sürdürmeye çalışacak. İran tehdidi gerekçesini sıcak tutarak ABD seçimlerinin sonuçlarını, muhtemelen Donald Trump’ın seçilmesini bekleyecek.

TÜRKİYE’NİN TUTUMU

Ankara, büyük tehlike ve risk oluşturabilecek bu krizi sağduyuyla takip etti. Türk tarafı, krizin çatışmaya dönüşmeden yatıştırılabilmesi için iki tarafla da diplomatik temas kurmayı, trafik yürütmeyi önerdi ancak bu Tahran tarafından reddedildi. Türkiye ayrıca bu çatışmanın tarafı olmak istemediğini, bu nedenle topraklarının veya hava sahasının İran’a olası bir saldırıda kullanılmasını kabul etmeyeceğini muhataplarına iletti. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan pazar günü İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Türkiye’nin, gerilimi artıracak adımların sona ermesini arzu ettiğini muhatabına aktardı. İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan da İran’ın saldırıya uğramadığı takdirde yeni bir harekâta girişmeyeceğini söyledi.

13 Nisan 2024, Cumartesi 07:00

Bu savaşın sonu nereye varacak?

Gazze’de korkunç olaylara şahit oluyoruz. İsrail, Filistinlilere tarihin en büyük yıkımlarından birini yaşatıyor, kayıplar çok büyük.

Peki neden buraya gelindi?

Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail topraklarına düzenlediği saldırı bir terör eylemiydi. Hamas tarafı, bu eylemin Filistinlilerin meşru mücadelesinin bir sonucu olduğunu söylese de bin 500’e yakın İsrailli sivilin hayatını kaybettiği bu saldırının kabul edilebilir bir yanı yoktu. İsrail’in çok sert karşılık vereceği biliniyor olmasına rağmen Hamas’ın bu işe kalkışması Gazze’de yaşayan 2 milyona yakın insanın hayatını büyük bir tehlikenin içine atmak anlamına gelecekti. Maalesef mevcut şiddet sarmalını daha da derinleştirecek 7 Ekim saldırısı yaşandı. Bu kararın dar bir kadro tarafından verildiği ve Hamas yöneticilerinin bir kısmının ve Filistinlilerin büyük bölümünün böyle bir terör saldırısını onaylamadıkları yönünde bilgiler var. Ancak artık bu değerlendirmelerin fazla önemi kalmadı. Batılı ülkeler büyük oranda İsrail’i destekliyor. Kamuoylarından gelen baskılara rağmen Almanya ve Birleşik Krallık gibi ülkeler, İsrail’in durumunu meşru müdafaa olarak görmeye devam ediyor ve silah satışına sınırlama getirmiyor. Belçika, İrlanda ve İspanya’nın başını çektiği küçük bir grup ise İsrail’e karşı sert bir takım önlemler alınması ve Filistin’in tanınması gerektiği görüşünde. İsrail devletinin ilk hatası, istihbarat zafiyeti ve yanlışları nedeniyle bu saldırıyı önleyememek oldu. Şu anda devam ettirdiği ikinci hata ise en ileri seviyede intikam duygusuyla sadece teröre karışanları değil önüne çıkan herkesi hedef alması.

Bu aşamada kritik gelişmeleri şöyle özetlemek istiyorum:
* İsrail’in ayrım gözetmeksizin düzenlediği saldırılarda şu ana kadar ölenlerin sayısı 35 bine yaklaştı!
* Operasyonlarda daha korumasız durumda bulunan kadınlar ve çocuklar hayatını kaybediyor. Öldürülenler arasında üniversite rektörleri, akademisyenler, gazeteciler de var.
* İsrail’in füze saldırısında geçen hafta dünyanın önde gelen yardım kuruluşlarından World Central Kitchen çalışanları hayatını kaybetti. Bu insanlar, muazzam bir açılık sorunuyla karşılaşan Gazzeli sivillere yemek yapmak için oraya gitmişti.

09 Nisan 2024, Salı 07:00

Türkiye, Filistin konusunda eleştirilecek son ülkedir

Son dönemde bazı çevreler Türkiye’yi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı İsrail konusunda yeterince sert olmamakla eleştiriyor. Hatta bu konudaki tepkiler kışkırtıcı bir dille geniş kitleleri tedirgin edecek boyuta ilerliyor. Bu tutumu son derece yanlış ve haksız buluyorum. Ankara’nın adımlarını yetersiz bularak ortalığı ayağa kaldıranlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Filistin’le ilgili problemleri en üst düzeyde dile getiren dünya lideri olduğu gerçeğini unutuyor. Erdoğan bundan yıllar önce Davos’ta, dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’i Filistin’e karşı uyguladıkları politikalar nedeniyle çok sert şekilde eleştirmişti.

Ankara, İsrail, Avrupa ve özellikle ABD’nin baskılarına rağmen Hamas ile en sıkı irtibat kuran, topraklarını Hamas yönetim kadrolarına açan bir ülke oldu. Batılı ülkeler Hamas’ı bir terör örgütü olarak tanımlarken Türkiye, Hamas’ın dışlanmasının orta ve uzun vadede Ortadoğu meselesini çıkmaza sürükleyeceği tezini savundu. Benim de takip ettiğim ABD ziyaretlerinde Erdoğan çeşitli siyasi gruplara mensup Yahudi düşünce ve lobi kuruluşlarının liderlerine “Türkiye’nin Yahudilerle bir sorunu yok ancak İsrail hükümetlerinin tek yanlı politikaları, orantısız güç kullanımı ve Filistin’in meşru haklarını yok saymaları kabul edilemez” mesajlarını verdi. Türkiye, ABD Kongresi’ndeki kritik Yahudi diasporası desteğini kaybetmek pahasına son 10-15 yılda Filistin davasını en güçlü şekilde uluslararası platformlarda savundu.

‘TİCARETİ KES’ TALEBİ

‘İsrail ile ticareti sıfıra indirin’ talepleri gerçekçi değil. Türkiye İsrail’e silah satıyor olsaydı bu tepkinin haklı bir yanı olabilirdi. Bağlantıları onlarca yıl önce yapılmış ve ağırlıklı olarak özel şirketler tarafından yapılan dış ticaretin durdurulması uluslararası boyutta Türkiye’ye duyulan güvene zarar verir. Karşı taraf hukuk yoluna başvurabilir ve ciddi tazminatlar kazanabilir. Ankara atılabilecek adımları en ileri düzeyde hayata geçirmeye devam ediyor. İsrail ile siyasi temaslar kesilmiş durumda.

Kısa süre öncesine kadar İsrail vatandaşlarının en çok tercih ettiği kuruluş olan Türk Hava Yolları da mevcut gelişmeler nedeniyle bu ülkeye yönelik seferlerini tamamen durdurdu. Türkiye’nin sert açıklamaları ve kayıtsız şartsız Filistin desteği nedeniyle İsrail de Türkiye aleyhtarı ittifaklara girmekten çekinmedi. Nitekim Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, İsrail üçlüsü stratejik düzeyde, siyasi, askeri ve ekonomik anlaşmalar imzaladı. Türkiye ile İsrail arasında ciddi bir sorun bulunmamasına rağmen sadece Filistin’de uygulanan şiddet ve tek taraflı politikalar nedeniyle Ankara siyasi bir iyileşme adımı atmadı.

Yapılanlar bununla da sınırlı değil. İsrail, dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın büyük desteğiyle başkentini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararı aldı. Türkiye bu girişimi tanımadığı gibi Birleşmiş Milletler düzeyinde karşı çıkılması için de seferber oldu. Daha bitmedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada Filistin topraklarının İsrail tarafından yıllar içinde nasıl yayılmacı bir politikayla genişlediğini gösteren haritayla çıkması çok ses getirmişti. Emine Erdoğan da her fırsatta bu konulara sahip çıkıyor, hassasiyetini dile getiriyor. Gerek dünya liderlerinin eşleriyle yaptığı toplantılarda gerekse bireysel olarak takip ettiği etkinliklerde Filistinlilere uygulanan şiddete kayıtsız kalınamayacağının altını çiziyor.

İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun’un girişimleriyle kurum bünyesinde oluşturulan ‘Dezenformasyon ile Mücadele Merkezi’ görüntüler ve bilgiler ışığında Gazze’de olup bitenleri yakından izliyor, bir ihlal veya çarpıtma olursa Türkiye ve uluslararası kamuoyuna duyuruyor. Yine İletişim Başkanlığı tarafından İstanbul’un en merkezi yerinde, Taksim’in göbeğinde kurulan dev çadırlar ve barkovizyonlarla savaşın korkunç yüzü en çarpıcı görüntülerle paylaşılıyor. Erdoğan daha ne yapsın?

06 Nisan 2024, Cumartesi 07:00

AK Parti'de yenilenme ve onarım beklentisi

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 31 Mart seçimlerinde elde ettiği başarısız sonuç birçok yönüyle değerlendiriliyor. Sandıklarda şimdiye kadarki başarılarda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği, kişisel etkisi, karizması ve çalışkanlığı belirleyici olmuştu. Erdoğan, katıldığı etkinlikler, faaliyetler ve ortamlarda enerjisini bu dönem de kitlelere aktarmaya devam ediyor. Seçim sonrası katıldığı toplantılarda ve örneğin TÜRGEV Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Fatmanur Altun’un dün İstanbul İbn Haldun Üniversitesi’nde verdiği, benim de davetli olduğum iftarda çocuklarla bir araya gelen Erdoğan geniş kitleyle yine bu bağı kurduğunu gösterdi. Ancak dünya değişirken ve Türkiye’de birçok dinamik olay yaşanırken her şeyin aynı kalması beklenemez elbette. Önce pandemi ardından bölgede tırmanan savaşlar, Türkiye’nin ağır terörle mücadele faturası, enerji maliyetlerindeki artış ve geçen yıl şubat ayında yaşadığımız büyük deprem felaketinin 105 milyar dolarlık kaybı Türkiye’nin hiç de iyi olmayan ekonomi karnesinin daha da kötüleşmesine sebep oldu. Önceki dönem EYT düzenlemesinin ciddi bir maliyeti oldu şimdi içinden geçtiğimiz süreçte ise emeklilerin haklı beklentileri mevcut bütçe şartlarında karşılanamadı. Cumhurbaşkanlığı ile AK Parti teşkilatları ve TBMM’deki AK Parti grubu arasındaki koordinasyonda da aksaklıklar olduğu gözleniyor. Saygın kanaat önderlerinin uyarı ve yorumları yeterince dikkate alınmazken sosyal medyada trol kimliğiyle hareket eden bazı gruplar ilginç şekilde daha fazla varlığını hissettiriyor.

NEREDE HATA YAPILDI?

İktidar partisinin geride bıraktığımız 22 yıllık süreçteki yorgunluğu da olumsuz sonuçlardan biriydi. Yönetim kadroları içinde kişisel kariyerlerine fazlasıyla odaklanıp, gelecek planları yapanlar AK Parti’nin önemli bir kadro hareketi olarak bugünlere geldiği gerçeğini unuttular. Cumhurbaşkanı Erdoğan son yıllardaki bütün toplantılarda bakanlara, ekip arkadaşlarına, milletvekilleri ve belediye başkanlarına ‘kapı kapı gezecek halkla temas kuracaksınız’ talimatını vermişti. Oysa önemli görevlerde bulunan isimlerin büyük kısmı bunu yapmak bir yana, telefonlara çıkmaz, mesajlara yanıt vermez oldular. Makam araçlarının uzun konvoyları, korumalar, kalabalık heyetler halktan bu uzaklaşma halini derinleştirdi. Oysa bu dönem, harcamaların kısılması ve tasarruf hedeflerinin tutturulması için bir sadeleşme çağrısı yapılmıştı. Siyasi partiler canlı organizmalar gibidir. Hatalar ve yanlışlardan dönülmesi halinde hızlı bir iyileşme ve toparlanma mümkün olabilir. Ancak bunun için eleştiriye açık olmak ve doğru analiz yapmak gerekir. Bugüne kadar ağır badireler atlatmış, parti kapatmalar ve askeri vesayetlerle mücadele etmiş AK Parti’nin önünde bir onarım şansı olduğunu düşünüyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim gecesinin sonunda yaptığı balkon konuşması bu yönüyle çok dikkat çekiciydi. Önümüzdeki süreçte yenilenme, değişim ve hatalardan ders çıkarma gibi üç önemli parametrede ciddi girişimler yaşanacağını tahmin ediyorum. Erdoğan, uzun bir zaman dilimine yaymadan kamuoyunun ilgisini ve takdirini kazanacak bir dizi iyileşme adımı atacaktır. Erdoğan’ın gelecek ay gerçekleştireceği Washington ziyareti ve ABD Başkanı Joe Biden ile görüşmesi de kritik gelişmeler arasında. Dış politikadaki olumlu ajandanın sürmesi ve bunun Türkiye’nin ekonomik görünümünde getirebileceği düzelme, moral ve motivasyonu artırıcı etki yapabilir.

04 Nisan 2024, Perşembe 07:00

Kültür yolunda Adana farkı var

Türkiye ve dünya büyük zorlukların yaşandığı bir dönemden geçiyor. Olumsuz gelişme ve haberlerin etkisiyle birçok kişide eğlenme, rahatlama ve sosyal faaliyetlere katılma gücü, motivasyonu azaldı. Diğer taraftan her şey çalışmak ve üretmekten ibaret değil. Biz Türkiye’de çoğunlukla çalışma-yaşam dengesini kaybetmiş insanlarız. İnsanların verimli, huzurlu ve çevrelerine faydalı olabilmeleri için dinlenebilmeleri, tatil yapabilmeleri ve imkânları ölçüsünde etkinliklere katılabilmesi gerekir. Bir ülkenin şehirleri; sosyal-kültürel faaliyetler, eğlence, spor gibi alanlarda fakirleşirse insanlar orada yaşamak istemez.

Zorunlu olarak hayatlarını sürdürseler de mutlu olamazlar. Belki bu alanlardaki eksiklikler nedeniyle insanlar daha gergin ve stres içinde. Anadolu kentleri maalesef uzun süredir saydığım alanlarda pek iyi performans gösteremiyor. Kocaeli, Eskişehir, Gaziantep, Kayseri, Konya, Mardin gibi özgün kimlikleri olan veya gelenekselleşmiş festivalleriyle tanınan yerler dışında Anadolu’da bu bakımlardan dikkat çeken pek az şehir hatırlıyorum. Doğrusu yerel yönetimler de bu konuları çokça ihmal etti.

Bunun neticesinde dikkat ederseniz etkinlikler büyük oranda İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya ve Muğla’nın ilçelerine toplandı. Bu coğrafi sıkışmışlığın bir istisnası var, o da Adana. 13-21 Nisan tarihleri arasında -12. kez- düzenlenecek olan ‘Uluslararası Portakal Çiçeği Karnavalı’ şehre bambaşka bir enerji ve hava katıyor. Karnaval, geniş bir coğrafi bölgenin insanlarını, ele ele, kol kola bir araya getiren belki de tek buluşma niteliğinde. Pandemi nedeniyle iki yıl ara verilmişti ancak geçen yıl düzenlenen ve benim de izlediğim etkinlik, büyük bir renkliliğe sahne olmuştu.

Bu faaliyetin bir güzel yanı da Adana’nın gastronomi gibi çok güçlü olduğu bir başlığı daha öne çıkarması. Otellerin ve uçakların dolmasının yanı sıra şehre gelen ziyaretçiler esnafın yüzünü güldürüyor, ekonomik hareketlilik sağlanıyor. Kahramanmaraş ve Hatay merkezli depremler, büyük bir trajediye dönüşmesinin yanı sıra komşu illerdeki insanların moral olarak da yıkılmasına neden olmuştu. Bu karnavalın o bölgede yaşayanların da soluk alması için güzel bir fırsat olduğunu düşünüyorum.

Karnavalın, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ‘Kültür Yolu’ kapsamına alınmasıyla bu kez çok daha farklı bir boyut kazanacağını tahmin ediyorum. Karnavalın fikir önderi ve Toyota Türkiye CEO’su Ali Haydar Bozkurt’un bu etkinliklerin bu kadar uzun süreli devam etmesinde rolü ve katkısı çok büyük. Bozkurt, Toyota ve Lexus markalarının gücü ve sinerjisini kullanmasının yanında saygın kurumsal kimliğiyle çok sayıda kuruluşun katkı vermesinin de önünü açtı.

Bu yıl da sanatçılar, yurt içinden ve yurt dışından gelen etkinlik grupları, spordan sanata-eğlenceye kadar birçok etkinlikte bir araya gelecek. Ana programda da konserler, DJ performansları, sergiler, etkinlikler, yiyecek atölyeleri, spor turnuvaları; motosikletçiler, off-road’cular, bisikletçi, yürüyüşçü ve kampçılar için çeşitli faaliyetler yer alacak. Karnaval ile ilgili tüm bilgi ve gelişmeler www.nisandaadanada.com adresinden ve sosyal medya hesaplarından takip edilebilir.

02 Nisan 2024, Salı 07:00

Mutfak, sandığın kaderini belirledi

Pazar günkü yerel seçimler siyasi hayatımızda şimdiden derin bir iz bıraktı. Gözlemlerimi şöyle paylaşmak istiyorum: 31 Mart 2024 yerel seçimleri Türkiye’yi üçüncü sınıf bir demokrasi olarak görmek isteyenlere çarpıcı bir yanıttır. Çok partili ve çok sesli demokrasinin çalıştığı ve sandıkla değişimin pekala mümkün olabildiği bir kez daha kanıtlanmış oldu. Türk seçmeninin hassas bir terazisi vardır, kritik zamanlarda bu yönünü ince ayar yaparak gösterir. İnsanlar; siyasetteki, ülkedeki ve dünyadaki gelişmeleri çok iyi okuyor, kendi beklentileri doğrultusunda da tutumunu hissettiriyor, ‘Ben buradayım, beni yok sayma’ mesajı veriyor.

Pazar günkü seçimde yaşanan buydu. Seçmenler 10 ay önceki Cumhurbaşkanlığı seçimini bir beka, güvenlik ve stratejik nitelikte gördükleri için liderliğine güvendikleri Erdoğan’ı bir kez daha seçtiler. Ancak 31 Mart seçimleri güçlü bir mesaj vermek için en uygun fırsat olarak görüldü ve seçmen AK Parti’ye şu ana kadar birikmiş olan memnuniyetsizliklerinin faturasını bu yolla kesti. AK Parti’nin bu kadar yerleşim birimini kaybetmesinin temel nedeni, seçmenlerin ekonomik sorunlardan kaynaklanan mutsuzluğu oldu.

ERDOĞAN’IN STRATEJİSİ

Mutfak bir anlamda sandığın kaderini belirledi. Açlık ve yoksulluk sınırının insanların gelir düzeylerini zorlar hale gelmesi ciddi bir kırılma noktası oldu. Erdoğan’ı seven ve destekleyen kitleler de rahatsızlıklarını bu yolla dile getirmek istedi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘balkon konuşması’ kapsam, nitelik ve samimiyet ölçüsüyle şimdiye kadarki en iyisiydi diyebilirim.

Erdoğan’ın irtifa kaybının farkında olduklarını ifade etmesi, hiçbir surette milletin kararına hürmetsizlik etmeyeceklerini söylemesi, eksik ve yanlışları düzelteceklerine dair söz vermesi demokratik yarışın sonunda olgun ve çok güzel bir değerlendirme olarak tarihe geçti. Futbol kariyerinden bir örnek vermek gerekirse Erdoğan, hızla gelen topu göğsünde yumuşatıp ve bir oyun kurucu olarak tekrar sahaya sürmeden önce plan yapma fırsatı bulacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bugünkü AK Parti MYK toplantısından itibaren hiç vakit kaybetmeden gerekli tedbirleri alacağını düşünüyorum.

Politikalar ve kadrolarda gerekli cerrahi operasyonu yapmakta tereddüt etmeyecektir. Bugünkü MYK ise operasyon öncesi bir anlamda tomografi, MR ve röntgen yardımıyla sorunun tespitini sağlayacak. Kısa süre öncesine kadar 6’lı masanın üyeleri İYİ Parti, DEVA, Gelecek, Saadet ve Demokrat Parti’nin aldığı toplam oy oranı, tek başına Yeniden Refah Partisi’nin altında kaldı. İYİ Parti’nin bir süre öncesine kadar merkez sağın çok önemli adreslerinden biri haline gelebileceğini düşünüyordum.

Yüzde 20’lere yaklaşan bir potansiyeli olduğu izlenimi oluşmuştu. Ancak kısa süre içinde yaşanan keskin dönüşler ciddi kafa karışıklığına neden oldu. Bu durum seçmenlerde ve teşkilatlarında çözülmeye yol açtı. Nitekim taban önemli oranda CHP’li adaylara yöneldi. Mevcut şartlar altında İYİ Parti’de köklü bir değişim kaçınılmaz görünüyor. Yeniden Refah Partisi’nin (YRP) yakaladığı rüzgâr aldığı oyun da üzerinde esiyor.

Fatih Erbakan, seçim sonrası kurulacak yeni siyasi denklemde muhatap alınan, ciddi bir aktör olarak konumlanmak ve 2028’e giden konjonktürde adının Cumhurbaşkanı adaylarından biri olarak geçmesini istiyor. Bu seçimin kesin kazananlarından biri YRP oldu. CHP cephesinde bundan sonra neler olabileceğini ayrı bir yazıda değerlendireceğim.

01 Nisan 2024, Pazartesi 07:00

Bu seçimin galibi Türk demokrasisi

savaşlar, sıkıntılar ve problemlerle dolu bir coğrafyada canlı, dinamik bir demokrasiye sahip olduğunu gösterdi. 31 Mart yerel seçimleri olgunluk içinde geçti, ciddi bir rekabet oldu, hareketli bir kampanya yürütüldü. Bu seçimin kazasız, sorunsuz ve sağlıklı geçmesi için emek veren, sandıklarda görev alan gözlemcilere, partililere, güvenlik sıkıntısı olmaması için gayret gösteren Emniyet mensuplarına bir vatandaş olarak teşekkür ederim. Muhalefet partileri ve özellikle CHP, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde beklediği başarıyı yakalayamamıştı. Fakat yüzde 40’lar bandına ulaştığı bu yerel seçimlerdeki durum farklı.

22 yıl aradan sonra ilk kez CHP politika arenasında AK Parti ile yarışma seviyesine gelmiş görünüyor. Halk, Cumhuriyet Halk Partisi’ne önemli bir kredi açmış oldu. İstanbul’da DEM’in oyu düşük kaldı, taban CHP adayı Ekrem İmamoğlu’na yöneldi. İstanbul’da İYİ Parti geriledi. İYİ Parti seçmeni de CHP adayına oy verdi. 2023 seçimlerinde güvenlik ve beka konuları ön plana çıkmıştı, dış politika başarıları ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın karizması etkili oldu.

Bu kez ise sandığa ekonomideki sıkıntılardan etkilenen geniş kitleler ve emeklilerin mutsuzluğu yansıdı. Ekonomik kriz 10 ay önceki milletvekili seçimlerine göre daha da derinleşti. Bu sıkıntı sandığa ciddi yansıdı. Zafer Partisi’nin bazı yerlerdeki yükselişinde de mülteci konusunu iyi incelemek gerekir. Özgür Özel’in de ilk sınavıydı bu.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeni yönetimi açısından da önemli bir başarı olarak değerlendirilebilir. İstanbul açısından bakıldığında Ekrem İmamoğlu sadece kazanmakla kalmıyor, CHP’nin belediye meclislerinde çoğunluğu kazanmasıyla elini çok rahatlatmış oluyor. Ankara’da Mansur Yavaş’ın seçim başarısının da altını çizmek gerekir. Sessiz, sakin ve polemiklerden olabildiğince uzak bir süreç yürüttü. Bu istikrarlı başarı ve merkez sağdan oy alma potansiyeli de düşünülünce Yavaş’ı 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de önemli adaylardan biri olarak öne çıkarabilir.

SAKİN GÜÇ MANSUR YAVAŞ

AK Parti’ye yönelik tepki belli oranda Yeniden Refah Partisi’ne kaydı. Parti lideri Fatih Erbakan son dönemdeki açıklamalarıyla siyasetin geleceğinde kalıcı olmak istediğini gösterdi. Önümüzdeki süreçte yakından izlenecek bir parti olacak. Şanlıurfa’da ve Yozgat’ta ciddi oy aldılar. Bu yazıyı yazdığım saatlerde Hatay’da AK Parti adayı Mehmet Öntürk önde gidiyordu. Depremin yarattığı büyük yıkımın siyasi etkisi ve CHP’nin Lütfü Savaş ismindeki aşırı ısrarı seçmenlerin tepkisini çekmiş görünüyor.

Gökhan Zan faktörünün de AK Parti’nin önünü açtığı anlaşılıyor. İYİ Parti belli bir süre boyunca merkez sağ blokta önemli bir alternatif olabileceği izlenimini vermişti. Bugünden itibaren en ciddi değerlendirmeleri yapması gereken partilerden biri de İYİ Parti olacak. Milliyetçi Hareket Partisi bu seçimde benim tahminlerimin altında oy aldı. Türkiye’nin geride bıraktığımız 22 yılına her alanda damgasını vuran Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bu sonuçları iyi analiz ederek çok ciddi bir değerlendirme yapıp politika ve söylemlerini gözden geçirmesi gerekir.

AK Parti’nin Bursa’yı kaybetmesi de dikkat çekici. Adıyaman ve Kilis’teki oy kayıpları da öyle.