Halil Üner

10 Eylül 2011, Cumartesi 05:00

Yine son maç

Yazık bu kadar iyi başladığımız bir maçta yine kaybettik. Son maçta Sırbistan’ı yenmemiz, Almanya’nın da Litvanya’yı mağlup etmesi lazım. Litvanya’nın Almanya’yı aşması normal. Bizim Sırbistan’ı yenmemiz çeyrek finale çıkmamız demek. Ancak saha içindeki iniş çıkışlar ve anlamsız hücum tercihleri beni bile zaman zaman ümitsizliğe itiyor. Ne güzel başlamıştık... Nowitzki’yi çok iyi savunarak ve Almanya’nın en zayıf bölgesi olan içeriden Ömer ve Enes ile sayılar bularak bu maçı yüzde yüz kazanırız diyorduk.

[[HAFTAYA]]

Nowitzki ve Hamann’dan sonra en etkili oyuncuları olan Belzing’e Hidayet nefes aldırmıyordu. Bu süreçte Enes’e geçen her topta Nowitzki ve Hamann’ın çaresizliğini görünce bu maçı kaybetmemiz imkansız diye düşünmeye başladı. Düşünmez olsaydım! Birden bire sahadaki bu görüntü gitti ve içeriye pas vermeyi bırakıp yine dışarıdan bombalamaya başladık. Yüzde 29 olan üç sayı yüzdemizle maç kazanmamız çok zordu. Buna bir de yüzde 45 gibi bir serbest atış yüzdesi eklenince maçı Almanlar’a hediye ettik.

Bu Almanya takımı Nowitzki’nin böyle kötü oynadığı hiçbir maçı kazanamaz. Benim anlamadığım en önemli konu son üç maçtır aynı hataları tekrar etmemiz. Kerem Tunçeri’nin şansızlığına ve formsuzluğuna bir de Ender’in düşük yüzdesi eklenince üstün olduğumuz oyun kurucu mevkisinde rakiplerimize boyun eğdik. Hamann 8 sayı 3 asist, Schaffartzik 10 sayı 5 ribaunt 3 asitlik istatistik sergiledi. Bizim guardların (Kerem 3 sayı 1 asist, Ender 5 sayı 2 asist) sergilediği performans galibiyete yetmedi. Turnuvada darmadağın olan Sırpları yenmemiz normal. Lütfen oyuncularımıza güvenelim. Normal performanslarını sergilemeleri halinde bu işi başarırız.

09 Eylül 2011, Cuma 05:00

Coaching

Basketbol oyununda savunmalar, yalnızca adam adama veya 2-1-2 bölge savunması değildir. Rakip oyuncular özellikle McCalebb, Tony Parker, Teodosiç, Jasikevicius vs.. oyunu kurup aynı zamanda skor yükünü taşıyor ise bu isimleri oyundan koparmak, maçı kazanmanın en kolay yoludur. Bunu yapma adına şu anda şampiyonada takım yöneten coachların unuttuğu ya da sorumluluk almaktan korktukları için kullanmadıkları 1-4, 2-3 kombine savunmalar veya ‘match-up zone’lar (Eşleşmeli alan savunması) gibi birçok şekilde bu oyuncular maçtan kopartılabilir.

[[HAFTAYA]]

Maç kazanmak için ilk önce korkmamak lazımdır. Oyuncularından korkmamalarını isterken, takımın lideri olarak coachun ilk önce korkmaması gerekir. Ancak ‘Acaba ben risk alırsam ne derler? Maçın sorumluluğu üstüme kalır mı?’ gibi düşüncelere sahip coachlar takımlarına ekstra katkıda bulunamazlar.

Basketbol hızlı düşünüp çok çabuk oynanan satranca benzer. Ancak şampiyonada coachlar tarafından yapılan hamlelerin çok geç olduğunu veya hiç yapılmadığını üzülerek gördük. Örneğin; yılda 2 milyon euroya yakın para alan Sırbistan’ın Coachu Ivkovic de bu konvoya katıldı. Litvanya ile oynadıkları maçta ev sahibi ekibin ilk dakikadan itibaren oynadığı ikili oyunlarda (pick&roll) buldukları skorları 40 dakika boyunca seyretti.

Her sefer birbirlerinin aynı olan hücumlara savunma şeklini değiştirmeyerek yenilgide başrolü oynadı. O oyuncu bunu attı, bu oyuncu bunu tuttu bence detay. Önemli olan coachun oyunu okuyup, gerekli müdahaleyi yapabilmesi. Bu arada milli takımımızla ilgili Orhun Ene’nin başarılı olacağına dair inancım hâlâ sonsuz.

Bir Türk coach olarak milli takımın başında başarılı olması da hepimiz için önemli. Almanya maçıyla ilgili Nowitzki’yi oyundan koparmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Bundan daha önemlisi Alman oyun kurucuların tam saha baskıya karşı çok zayıf olduklarını, bu baskı karşısında Almanya’nın düzenden çıkacağını ve bunu yaptığımız takdirde maçı kazanacağımızı düşünüyorum.

*Coaching: ANTRENÖRLÜK

06 Eylül 2011, Salı 05:00

Korku

Önce Büyük Britanya, Polonya maçına bakalım... İki gündür anlatmaya çalıştığım gibi Polonya’nın iç savunma zaafından Britanya iyi faydalanıp maçı kazandı. Bu arada yorumculara söyleyeceğim en önemli şey; bir basketbol coachu kadar takımı tanımanız mümkün değil. Ayrıca Britanya coachunun maçı kazandıran hamlesini de yanlış değerlendirip seyirciyi yanlış yönlendiriyorsunuz. Britanya coachu 27 sayı 11 ribaundla oynayan Freeland’i zamanında dinlendirerek oyunun son 4-5 topunda sahada diri tuttu.

[[HAFTAYA]]

Basketbol coachluğu televizyon başında konuşmak kadar kolay olsaydı orada yorum yapan antrenörler şu anda bir takımın başında olurlardı. Bu mesleğin ne kadar zor olduğunu farkına varıp sahada ateşten gömleği giyenlere de daha saygılı davranırlardı. Britanya coachuna teşekkür ettikten sonra bizim maça gelelim.

En önemli etkenin içimizdeki ekstra enerjiyi dışarıya çıkartmak olduğunu tekrar gördük. Burada kullanılan faktör ise korkuydu. Turnuvadan elenme korkusu kapasiteli oyuncularımızın paylaşımcılığını artırıp mücadele güçlerini yükseltti. Maçta herkes üzerine düşeni yaptı. Özellikle coach Orhun Ene bir gün önceki yenilgiden sıyrılıp takımı çok iyi yönetti. Ersan ribaudlarıyla oyunun yalnız hücum kısmında olmadığını gösterdi. Hidayet ve Ömer Aşık kalitelerini oyunun her önemli anında sahaya yansıttılar.

Ender’in yaptığı çok kritik iki asist de maçı lehimize çevirdi. Emir ise her geçen gün daha takım oyuncusu oluyor. İspanya’yı yeneceğimizden emindim. Kalan maçlarda şahsi kabiliyetlerimize takım paylaşımcılığını ve mücadeleyi de ilave edersek bana göre turnuvanın favorilerinden birisiyiz. Haydi Türkiye.

05 Eylül 2011, Pazartesi 05:00

Göz göre göre

Böyle bir maç ancak bütün negatif faktörlerin bir araya gelmesiyle kaybedilirdi. Nitekim de öyle oldu. Polonya’nın bizi yenebilmesi için şunlar gerekliydi: 1- Bu kadar kötü bir hakem üçlüsü... 2- Bir önceki maçın etkisinden kurtulamamış milli takım... 3- Oyuncular tarafından hücumda ve savunmada yapılacak yanlış tercihler... 4- Takım oyunu yerine böyle bir krizden çıkmayı kişisellikle yapmaya çalışmak... Bütün bu faktörlerle bırakın kazanmayı fark atacağımız bir takım bizi yendi. Hakemlerden özellikle de Rus Mikhaylov ile Bulgar Tomov, Polonya’nın kazanması için ellerinden geleni yaptı.

[[HAFTAYA]]

Çalınan kasıtlı düdüklerin neticesinde bunun takımımıza pozitif yansıyacağını ve oyuncularımızın hırslanacağını düşünüyordum. Fakat olmadı. Çünkü bir önceki Litvanya maçının etkisinden kurtulamamış oyuncularımız. Teknik olarak bu maçı kazanmanın çok fazla karışık olmayan basit yolu uzunları zayıf olan Polonya’ya karşı içeriden oynamaktı. Ve iki uzun Enes ve Oğuz ile oynadığımız 3-4 dakika içinde en farklı skorla öne geçtik. Bunu hakemin çaldığı kasti ve teknik fauller tekrar geriye döndürdü. Ancak doğru olan bu seçimde ısrarcı olup içerden ve iki uzunla oynamaya devam etmek gerekirdi.

Tam tersi daha kişisel oynayan dış oyuncularımız Polonya ile aynı tip basketbol sergileme yarışına girdiler. Ellerine gelen her topu bire bir oynayıp dışardan atış olarak kullanmaya başladılar. Nitekim son top da dahil maç Polonya ile dış adamlarımızın bir yarışı haline geldi. Maçta son iki hücum şöyle oynandı. Önce Polonya oynadığı ikili oyunda savunmada switch (oyuncu değiştirmek) görünce bizim uzun oyuncu Ersan’ın üstünden rakibin kısası kullandığı şutla basketi buldu ve 1 sayı farkla öne geçti.

02 Eylül 2011, Cuma 05:00

İnside playmaker

Portekiz maçından sonraki yazımda belirttiğim gibi Milli Takımımız savunmadaki sertliği ve pick&roll savunmalarını ve yardımlaşmayı daha iyi yapınca daha kuvvetli olan Büyük Britanya’yı çok rahat geçti. Turgay Demirel yönetimindeki Basketbol Federasyonu’nun yıllardır yaptığı yatırımın önemini bu takımı seyredince görüyoruz. Neden mi? Çünkü fundumental ile bezenmiş, tarihimizin en iyi jenerasyonuna sahibiz.

[[HAFTAYA]]

Avrupa’daki her takımda bir veya iki oyun kurucu varken bizim takımımızda Emir’in de katılmasıyla her biri birbirinden değerli 5 oyun kurucumuz var. Kerem, Ender, Sinan ve Hidayet oyunun her anında maçın kontrolünü ellerinde tutmakla birlikte en doğru yerlere yaptıkları sayı paslarıyla dünkü maçın çok farklı kazanılmasını sağladılar. Savunmada Avrupa’nın en iyilerinden birisi olan Ömer Onan ile beraber pota altını karartan Ömer Aşık’a Enes’in de katılması bu bölgedeki gücümüzü daha da artırdı.

Sakatlığı yavaş yavaş geçmekte olan Sinan’ın da dış savunmada bundan sonraki maçlarda takıma müthiş bir katkı sağlayacağı ortada. Bundan sonra zorluk derecesi artacak maçlarla ilgili Milli Takım’a vereceğim bir tavsiye olacak: Üç boyutlu bir takım olmalıyız. Çünkü bundan sonra grupta Litvanya ve İspanya ile maçlarımız var. Bu maçlarda karşımızda rakiplerin savunma sertliği ve derinlikleri daha etkili olacak. İyi yaptığımız pick&roll hücumlarımız var. Birinci boyutta bu nedenle sorun yok. Bunun yanına iki faktör daha eklemeliyiz.

18 Haziran 2011, Cumartesi 05:00

Seyircisiz şampiyon!

Posta gazetesinde dün çıkan yazımda özellikle her topun bir savaş olacağını söylemiştim. Her top için büyük bir mücadele olan maçta daha az hata yapan Fenerbahçe hem maçı hem de şampiyonluğu kazandı. İki takım da serinin ilk maçlarında daha sert savunma yapmıştı. Ancak dünkü karşılaşmada aynı sertliği göremedik. Galatasaray’ın yüksek yaptığı pick and roll savunmasından geriye dönüşü ilk maçlardaki kadar çabuk değildi. Fenerbahçe hücumda bu yavaşlıktan faydalanıp özellikle Oğuz ile sayılar buldu.

[[HAFTAYA]]

Galatasaray ise hücumda tempolu oynadığı ve topu çabuk çevirdiği anlarda yine çok kolay sayılar elde etti. İlk yarının 49-49 bitmesi savunmadaki sertliğin ve rotasyonun iyi olmadığının göstergesiydi. Fenerbahçe oyunun sonlarında daha az hata yaparak, yüksek yüzdeyle faul atarak maçı lehine çevirdi. Galatasaray ise bir önceki maçtaki son top şansını yaşayamadı. Oyunun genelinde bire bir eşleşmelerde iki taraf da hücum ağırlıklı oynadı. Bütün seri boyunca teknik anlamda en fazla eleştirilebilecek maç dün geceki maçtı. Oyunun sonunda Galatasaray’ın özellikle son 1 dakikada kaçırdığı turnike ve fauller, Fenerbahçe’nin ise yüksek yüzdeli faul atması şampiyonluğu Fenerbahçe’ye getirdi.

Gönül isterdi ki iki tarafın seyircisin de tribünlerde olması, takımlarını desteklemesi ve galip gelen tarafı alkışlamasıydı. Maalesef basketbolumuz gelişmekte olmasına rağmen derbi maçlarında bir taraf seyircinin tecrit edilmesi ilerlemekte olan ülkenin spor kültürüne yakışacak bir görüntü değil. Şampiyon olan takımın seyircisi dün yoktu ve büyük sevinci ne yazık ki yaşayamadı. Bütün dünyaya verilen bu görüntü Avrupa Birliği’ne girmeye çalıştığımız şu dönemde hiç hoş değil. Önümüzde yıllarda umarım federasyon ve kulüp başkanları bu soruna bir çare bulur. Son olarak şampiyon Fenerbahçe’yi ve bize müthiş bir final serisi yaşanmasında katkısı olan Galatasaray’ı kutluyorum.

17 Haziran 2011, Cuma 05:00

Bir rüya gibi

Basketbolda heyecan fırtınası şeklinde geçen bu final serisinin benim için anlamı büyük. 26 sene önce oynanan Galatasaray-Fenerbahçe finalinde Galatasaray benchinde bulunan birisi olarak o günkü bütün duygularım canlandı. Aynı zamanda basketbol adına büyük bir mutluluk duyuyorum. O zaman Spor Sergi Sarayı’nı dolduran ve Hilton Hoteli’ne kadar olan taraftar kuyruğu hâlâ gözlerimin önünde. Şimdi de 15 binin üzerinde taraftar topluluğu önünde oynanan bu seneki final serisi basketbola taraftarın yine sevgiyle yaklaştığının göstergesi.

[[HAFTAYA]]

Bu iki kulüpte de değişik yıllarda 5 kez (1981 Galatasaray, 1982 Fenerbahçe, 1984-85-86-87 Galatasaray, 1998-99 Fenerbahçe, 2001-2002- 2003 Galatasaray) coach olarak görev yapıp belki de bir rekora imza atmanın farklı bir gururu içindeyim. Türk sporuna önderlik eden iki büyük kulübün bünyesinde görev yaptığım için iki takımın da bu maçlara hangi heyecan ve ruh halinde hazırlandığını çok iyi bilirim. Orada görev alan idareciler, teknik yönetim ve oyuncuların bugünlerin değerini, büyük taraftarların ve büyük caimaların kıymetini bilmeleri gerektiğini düşünüyorum. İki kulübün oyuncuları da bu bilinçte mücadele ettikleri için final serisi son yılların en zevklisi oldu.

Teknik olarak söylenecek hiçbir şey yukarıda anlattığım duygusal ortamın önüne geçemez. Gönül ister ki 2010 Dünya Şampiyonası’ndan sonra oynanan bu Fenerbahçe- Galatasaray finali Türk basketbolunu Avrupa’nın en tepesine çıkarsın. Galatasaray’ın, Fenerbahçe’nin sahasında elde ettiği galibiyet bu final heyacanını devam ettirdi. Bugün oynanacak maçta sinirlerine hakim olan ve her topu şampiyonluk topu gibi görüp savaşan takım kazanacak. Bu final maçları 40 dakika diye düşünülmemeli. Her hücumu ve savunmayı şampiyonluk topu diye düşünmek lazım. İki kulübün teknik kadrosunun ve oyuncularının Allah yardımcısı olsun.