Mehmet Coşkundeniz

14 Nisan 2024, Pazar 07:00

Aldatanı affetmek ne kadar doğru?

Başınızdan bir aldatılma olayı geçmişse, nasıl berbat günler yaşandığını iyi bilirsiniz. Bir şekilde atlatılıyor, hayat devam ediyor. Ama nasıl devam etmeli? Sizi aldatan kişiyle mi yoksa sil baştan yapıp yepyeni bir düzenle mi? Bu kararı sadece aldatılan kişi verebilir. Başkalarının söyleyeceği hiçbir şey, karar verme konusunda etkin olmamalı bence. Affedene de affetmeyene de bir şey söylemek kimsenin haddine değil. Herkesin koşulları farklı, duygu durumları farklı. Öncelikle şunu bilelim ki; aldatan kişi erkekse bir gün mutlaka yakalanır. Çünkü detayları atlar. Bugüne kadar yakalanmamış olanlar kendiyle övünmesin. Yakalanmayan erkek yoktur, yakalamak istemeyen kadın vardır. Henüz koşulları uygun değildir de o yüzden bilmezlikten geliyordur. Ancak o gün gelecektir ve o erkek sevgilisi ya da eşi tarafından yakalanacaktır. İşte o an sizi yakalayan o kadının karşısında olmak istemezsiniz. Müthiş bir öfkeyle dolmuştur çünkü. Bir gün önce sevgiyle sarıldığı o erkeğe, olay ortaya çıktıktan sonra iğrenerek bakar. Öfkesini mutlaka dışa vurur. Bunu sözlerle de yapar, hareketlerle de yapar. Henüz o erkekle devam edip etmeme konusunda karar verme sürecinde değildir. Bedel ödetmek ister önce. Aldatılmanın yarattığı intikam ateşiyle doludur. Sonra yasını tutar, ardından da hayata dönüş süreci başlar. İşte o süreç aynı zamanda karar verme sürecidir.

AFFETME REHBERİ

Yazının bu noktadan sonrası “Affetmeli miyim, affetmemeli miyim?” diye düşünen kadınlara bir rehber niteliği taşıyor. Affetmek “Büyüklük bende kalsın” düşüncesiyle yapılmamalı. Affettiğiniz kişinin hayatı boyunca size minnet duymasını ve bu minneti sürekli göstermesini beklemeyin. Karşınızdaki kişinin af dilerken eğilip bükülmesini, pişman olduğunu göstermesini de beklemeyin. Kurallarını sizin koyduğunuz bir af dileme şeklini tabii ki bilmemektedir. Siz sadece af dilerken samimi olup olmadığına bakın, şekle takılmayın. “Hele bir sürünsün de öyle affederim” diyerek intikam yoluna gitmeyin. Bu durumda sizden af dileyen kişiyi de umutsuzluğa ve belki de yapmak istemediği şeylere itersiniz. Genellikle böyle durumda olan insanlar “Nasılsa beni affetmiyor” diyerek acısını biraz olsun hafifletebilmek düşüncesiyle başkalarına yönelebilirler. Bu da ilişkinizin tamamen bir çıkmaza girmesine neden olur. Affederken neyi affettiğinizi, neden affettiğinizi bilin. Sevgilinizin, eşinizin yaptığı hatayı yumuşatacak hafifletici sebepler aramaktan vazgeçin. Bu sebepler sizin affetmenizi kolaylaştıran etkenler gibi gelir. Ama sonra gerçeğin öyle olmadığını öğrendiğinizde yeniden bir yıkım yaşarsınız. Yani, “Bu hatadan o sorumlu değildi, onu buna başkaları itti” gibi düşünceler işe yaramıyor.

YENİDEN OLABİLİR

Affettiğinizde o size istediği kadar “Sana söz veriyorum, bu bir daha asla olmayacak” desin. Hepimiz insanız ve ne yazık ki hatalardan ders almayı bilmiyoruz. Bu yüzden de zaman zaman aynı hataları tekrarlayabiliyoruz. “Affetmeseydim tekrarlamazdı” gibi bir düşünce de yanlıştır. Sevgilinizi affetmeyi düşünüyorsanız, hatasını herkese duyurmayın. Bu sizi ilgilendiren, sizin aranızdaki bir şey. Hatayı ne kadar çok kişiye duyurursanız affetmeniz o kadar zor olacaktır. Çünkü affetmeye kalktığınızda “Ama şimdi benim hakkımda ne düşünecekler?” diye bir ikilemle karşı karşıya kalabilirsiniz. Hâlâ hangi seçeneği tercih edeceğiniz konusunda karar vermemişseniz affetmiş gibi yapmayın. Çünkü bu kez sizin istikrarsızlığınız söz konusu olacak. Bu iş çocuk oyuncağı değil. Bugün affedip, yarın bundan vazgeçmek hiç hoş bir davranış değil. Affettikten sonra artık geri dönüp her kavgada hatasını yüzüne vurmayın. Geçmişte yaşanmış olanlar, orada kalmalı. Siz yeni bir sayfa açtınız. Hatasını onun yüzüne vurarak baskı altına alırsınız. O da aslında görünürde affettiğinizi, içten içe kin beslediğinizi düşünür ve “Ne yapsam olmuyor” diyerek sizden ve ilişkiden uzaklaşır. Affedebilmeniz için arada bir sevgi bağı olması gerektiğini unutmayın. Affetmek için sizin seviyor olmanız da yetmez. Onun da sevdiğine kesin olarak inanmalısınız. Sevmediğiniz birini affetmek sizde pişmanlık duygusu yaratacaktır. Başka bir hata ile karşılaştığınızda “Ben bu insanı mı affetmişim?” diye kendinizi suçlarsınız. Bu arada aldatma olayını affedip affetmemek size kalmış. Ama şiddet, aşağılama, hakaret, saygısızlık, sürekli yalan söyleme gibi hataların affedilmemesi gerektiğini ben size bir kez daha hatırlatayım.

12 Nisan 2024, Cuma 07:00

Aysun Hanım o cümleyi kurdu

MFÖ’nün Özkan’ı, Özkan Uğur’un ölümü tüm Türkiye’yi derinden etkiledi elbette. En çok da eşi Aysun Aslan Uğur ile oğlu Alişan Uğur’u... Aysun Hanım, derin üzüntüler yaşadığı bu kaybından sonra kendi kabuğuna çekildi, yasını tuttu ve hiç konuşmadı. Ta ki, gazetemizin röportaj ustası Alev Gürsoy Cimin onu konuşmaya razı edene kadar... Bu röportaj 24 Mart Pazar günü yayınlandıktan sonra çok konuşuldu. Televizyonların haber bültenlerinde, sosyal medyada epey bir yankı buldu. Çünkü önemliydi. Aysun Hanım, MFÖ’nün geleceği ile ilgili de konuşmuştu. Aslında söylediği hiçbir şey MFÖ’nün aleyhine değildi. Sadece Mazhar ile Fuat’ın ikili olarak sahneye çıkmalarını biraz erken bulmuştu. Bunu da “Kızmadım tabii... Benim tek söylediğim şuydu; biraz durun! Çok erken konuşulmaya ve oluşmaya başladı bunlar. En azından bir 6 ay yasımızı tutalım, hiçbir şey konuşmayalım lütfen” sözleriyle dile getirmişti. Ama söyledikleri sadece bu değildi. Üstelik burada Mazhar ve Fuat’a bir eleştiri de yoktu. Acılı bir eşin serzenişiydi sadece. Aysun Hanım o röportajda Mazhar ve Fuat için çok güzel şeyler de söyledi. “’Mazhar Fuat’ olarak çıktılar ve tuhaf eleştiriler aldılar. Neden eleştiriliyorlar bunu da anlamıyorum. ‘Mazhar Fuat Özkan’ diye çıksalardı, bu sefer ‘Özkan öldü, neden onun ismiyle çıkıyorsunuz?’ diyeceklerdi. İnsanlar da evine ekmek götürüyor, kolay değil tabii ki sahneye çıkacaklar. Ben çok üzülüyorum eleştirilmelerine” dedi mesela... Röportajın bu kısımlarını tekrar yazmamın sebebi, Mazhar’ın bir restoran çıkışı, haberci arkadaşlarımıza söylediği bir söz oldu. Mazhar, Aysun Hanım’ın “Biraz durun” sözlerini hatırlatan habercilere, “Biz o konseri Özkan’ı anmak için yaptık. Aysun Hanım da bize öyle bir cümle kurmadığını söyledi” demiş. Ben de diyorum ki, Aysun Hanım o cümleyi kurdu. Ses kaydı var tabii ki elimizde. Her röportajını büyük bir titizlikle yapan, yazıya çevirirken kılı kırk yaran Alev’e böyle bir çamur atılmasına asla izin vermeyiz. Mazhar Bey dilerse, ses kaydını da dinletiriz.

MEDYADAN MI ÖĞRENMELİYDİ?

O röportajda Mazhar ve Fuat’ın sorun etmesi gereken şey, “Biraz durun” cümlesi değil. Aysun Hanım, bu ikilinin MF olarak sahneye çıkmasıyla ilgili “Ben de bilmiyordum, medyadan öğrendim. Büyük cesaret dedim, bravo yani” dedi. Mazhar Bey’e ben sorayım, Özkan’ı anmak için yaptığınız konseri, eşi medyadan mı öğrenmeliydi? Alev, Aysun Hanım’a konsere davet edilip edilmediğini soruyor röportajda. “Hayır, davet edilmedim” cevabını alıyor (Bu kısım ses kaydında var). Nitekim Aysun Hanım konserde yok. Yani Mazhar Bey, onu arayıp “Biz Özkan’ı anmak için bir konser yapıyoruz” dedikten sonra o konsere davet etmeniz gerekmez miydi? Aysun Hanım gelseydi, sahneye çıkıp bir iki kelime etseydi daha iyi anmaz mıydınız eski dostunuzu? Sizi anlıyorum Mazhar Bey, üzüntülüsünüz, belki davet etmeyi unuttunuz, belki Aysun Hanım’la iletişiminiz çok da iyi değil. Ama hedefi başka yöne çevirmeniz de doğru değil. Biz sizi “MF” olarak da dinleyeceğiz, sevmeye devam edeceğiz. Tabii gerçekleri çarpıtmadığınız sürece...

ADANA’YA GİDEK Mİ?

Yılın bu ayını pek severim çünkü Adana Portakal Çiçeği Karnavalı’nın zamanı gelmiştir. Bütün Adana’nın katıldığı, halkın sokaklarda gönüllerince eğlendiği, etkinlikleriyle, konserleriyle her sene daha da büyüyen karnaval bu yıl 10 güne yayıldı. ‘Kültür Yolu Festivali’ kapsamına alınan karnaval Yarın başlıyor ve 21 Nisan’a kadar sürüyor. Bayram tatili yeni bitmiş olsa da eğer imkanınız varsa karnaval zamanı Adana’ya gitmenizi öneririm. Kendinizi çok iyi hissedeceğinizin garantisini de veririm. İlk yılından beri takip ettiğim bu karnaval bana da hep iyi gelir. Mersin’de doğmuş, portakal çiçeklerinin kokusunu bilen biri olarak kendimi karnavalın ev sahibi gibi hissederim. Ben yine en çok karnaval kortejini merak ediyorum. Bütün yıl, bu kortejde yürümek için hazırlanan kuruluşların yine hangi sürprizlerle karşımıza çıkacağını görmek için sabırsızlanıyorum. Kebap, şalgam bir yana bu karnavalda Adana’nın değişik lezzetlerini tadabileceğinizi, Çukurova kültürünü iliklerinize kadar yaşayabileceğinizi hatırlatayım.

07 Nisan 2024, Pazar 07:00

Evlendin diye her şey bitmedi

Heyecanla başlıyor evlilik serüvenimiz. Büyük heyecanlarla yaşanan ilk beraberlikler ve o ilklerin dayanılmaz cazibesi... Aşk duygusu yenileniyor, içimizde sevgi çoğalıyor ve karşı tarafa coşarak akıyor. Artık yepyeni bir hayat var önümüzde. Güzel bir beraberlik ve mutlu bir yuva... Bir yastıkta kocamak için çıkıyoruz yola. Sonra bir şeyler oluyor, o heyecanlar tükeniyor, mutlu geçirilen anların sayısı azalıyor, yerini yoğun bir mutsuzluk alıyor. “Şimdi ne olacak?” sorusu insanı uykusuz bırakıyor. Neden böyle oluyor?

‘EVET’ İLE BAŞLAYAN HAYAT

Evlilik telaşı ile yeni bir yapılanmaya hazır hissediyoruz kendimizi. Nikah masasında söylenen “Evet” kelimesi, hayatımızda açılan yeni sayfanın ilk sözcüğü oluyor. Ama işte o “Evet” sadece bu kelimeyi söyleyenleri değil başka birçok şeyi de işin içine katıyor Örneğin gelenekler, birbirine aşık insanların duygu yoğunluğuna karışmaya başlıyor. Zorunluluklar, sorumluluklar birbiri ardına diziliyor. Hayatın akıp giden çarkı içinde birbirimizi ihmal etmeye, anlamamaya ve hatta umursamamaya başlıyoruz. Önceleri küçük tartışmalar başlıyor, pek umursamıyoruz “Her evlilikte olur böyle şeyler” diyoruz, barışıyoruz, sorunun ne olduğu konusunda teşhis koymadan hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Sonra bu tartışmaların sıklığı artıyor, şiddeti yükseliyor. Kırılıyoruz, inciniyoruz ve karşımızdakini de incitmeye, kırmaya çalışıyoruz. Bizim çektiğimiz acıyı o da çeksin istiyoruz. Her tartışma kavgaya dönüşüyor. Ve sanki biz iki ezeli rakibin derbi maçındaymışız gibi davranıyoruz. Ölesiye bir mücadele... Tek amacımız haklı olduğumuzu kanıtlamak. Karşımızdakine üstünlük sağlamak. İyi de kimin haklı olduğunun önemi bir süre sonra anlamını yitiriyor. Çünkü ortada kavgasını edecek bir evlilik bile kalmıyor.

DUYGUSAL ZEKANIN ÖNEMİ

Bu durumdan çıkışın tek yolu, hepimizde var olan ama kullanmaktan kaçındığımız duygusal zekayı devreye sokmak. Hele hele bu korona günlerinde çok daha sık beraberken bizi kurtaracak tek şey duygusal zekamız. Nedir duygusal zeka? Karşı tarafı anlayabilme, algılayabilme ve aynı zamanda da kendi duygularımızı doğru şekilde ifade edebilme becerisi. Kişileri duygusal ve mantıklı gibi iki gruba ayırıyoruz. Üstelik mantıklı olarak nitelendirilen kişilerden övgüyle, diğerlerinden de eleştiriyle söz ediyoruz. Oysaki, her alınan kararın altında duygular yatar. İnsan kendisine yapılan bir harekete cevap vermeden önce duygularına başvurur. Duygusundan aldığı mesajla düşüncesini geliştirir, sonunda da bu düşüncesini eyleme döker. Bu gerçeği göz önüne alırsak duygusal insan, mantıklı insan ayrımına girmemek gerektiğini görürüz.

KLİŞELERİN YIKICILIĞI

Ayrıca yetişme tarzlarımızdaki yanlışlıklar da duygusal anlamda boşluklar yaratılmasına neden oluyor. “Erkekler ağlamaz” diye büyütülen erkek çocukları, “Kızlar öyle her yerde gülüp, konuşmaz” diye telkinde bulunulan kız çocukları ileri yaşlarda kendi duygusal dünyalarına yabancılık duyuyor. Bu anlamda bakıldığında yetişkin olduklarında ve evlendiklerinde birbirlerinin duygularını anlamamaları da çok şaşırtıcı değil. Bir evlilikte duygusal zekanın varlığı, uyumu o evliliği son derece olumlu etkilemekte. Empati; bir kişinin diğer bir kişinin yerine bir an için geçerek, onun gibi hissetme ve onun gibi algılama becerisidir. Yani bir başkasının gözleriyle dünyaya bakmak ve bir başkasının duygularıyla bir an için yaşamaktır. Eşinin üzüldüğü herhangi bir olayı saçma bulan eş, eğer duygusal zekasını işin içine sokarsa, söz konusu olan üzüntünün hiç de saçma olmadığını fark eder. Kırıcı, yıpratıcı bir çok konuşmanın ve davranışın da bu şekilde önüne geçilmesi mümkün olacaktır.

05 Nisan 2024, Cuma 07:00

İstanbul geceleri

İstanbul, bir zamanlar tüm Avrupa’nın gece hayatının kalbinin attığı bir şehirdi. Çok lüks kulüplerden, ucuz bira içip müzik dinleyeceğiniz barlara kadar her kesimin gönlünce eğlenebileceği mekanlara sahipti. Şişli/Nişantaşı/Gayrettepe hattı disko tarzıyla, Etiler dolayları ‘eller havaya’ usulüyle, Tarabya sahili ‘taverna’ eğlencesiyle bilinirdi. Beyoğlu ise özellikle 1990’ların ikinci yarısından itibaren rock tarzı mekanların ağırlığı ile öne çıkmıştı. Cebinde iki biralık parası olan genç, kız arkadaşıyla Beyoğlu’nda bir barda uzun süre eğlenebilirdi. Para saçmaya hevesli yeni yetmeler de ‘kulüp’ dediğimiz mekanlarda kendilerini gösterirdi. Tüm mekanların ortak özelliği ‘güvenilir’ olmasıydı. O dönemde olaylar daha çok anlı şanlı şarkıcıların sahne aldığı ‘gazinolar’da çıkar, gençlerin gittiği kulüpler veya barlarda birkaç münferit kavga dışında olay yaşanmazdı.

Stüdyo 54, Airport Disco, Discorium, Andromeda, Juliana’s gibi kulüpler sadece geceleri değil, gündüz lise öğrencilerine verdikleri çay partileriyle de ünlüydü. 2000’li yıllardan itibaren Boğaz hattındaki ‘Pasha’ (sonradan Leila) ve ‘Reina’ adlı iki kulüp gece hayatının biçimini değiştirdi. İçeri girmek için araya adam sokulduğu, locada oturmazsanız size yer verilmeyen mekanlardı bunlar. Kapıda adam seçerek içeri alma modası da bu kulüplerle başladı. Yani paranızın olması ya da yanınızda ‘dam’ olması içeri girmeniz için yeterli olmuyordu. Bu anlayış, kısa sürede yayıldı İstanbul gecelerine. Artık bir iki kadeh içmek için bu tarz mekanlara girebilmeniz mümkün değildi. Ya loca kapatacaktınız ya da şişe açtıracaktınız. Anlayacağınız, eğlenmekten başka hiçbir amacı olmayan gençler çekildi, meydan, parayı nereden buldukları pek de belli olmayan insanlara kaldı.

ÇOK YAZIK OLDU

Gece hayatının o dönemki en görkemli kulüplerinden ‘Discorium’ gerçekten bir başkaydı. ‘Carmina Burana’ operasının müziğiyle açılır, dönemin en popüler müzikleriyle devam ederdi. Gayrettepe’de Sinan Pasajı’nın altındaydı. Gece muhabirliği yaptığım için o mekana çok girip çıkmışlığım vardır. Rahmetli Vehbi Koç ile oğlu Rahmi Koç’un fotoğrafını bile çektim o mekanda. Anlayacağınız Türkiye’nin en zengini de oradaydı, eğlenceyi seven parası az gençler de... 4 gün önce yanan ve 29 kişiye mezar olan ‘Masquerade’ adlı kulüp eski ‘Discorium’du. Adı değişti, sahibi değişti, tarzı değişti. Futbolcuların partner kovaladığı bir yere dönüştü.

Zaten o eski tayfa da elini ayağını çekti oradan. Yangın içimizi yaktı elbette, giden 29 cana üzülmemek mümkün mü? En büyük arzum, sorumluların yargı önünde hesap vermesi. İstanbul’da gece hayatı artık ‘kelle koltukta’ diyeceğimiz bir şekilde devam ediyor. Gidilebilecek güvenli mekan sayısı yok denecek kadar az. Bu yangının, kulüp açıkken, gece yarısı çıktığını düşünürsek nasıl büyük bir felaketle karşılaşacağımızı anlarız. O mekan tam 4 bin kişilik. Çıkış kapıları mevzuata uygun değil. Yangın tertibatı yok. İşletmecilerin sadece kazanacakları parayı değil, ağırladıkları insanların güvenliğini de düşünmek zorunda olduklarını anlaması gerekiyor. Umarım bu facia, hepsi için bir ders olur.

BOŞUNA GİTMİŞİZ

Kulüp demişken, üyesi olduğum Fenerbahçe Spor Kulübü’nün 2 Nisan günü yapılan ve ligden çekilme dahil bazı önemli kararların alınacağının açıklandığı olağanüstü kongresindeydim. Hafta içi bir gün, 25 binden fazla kişiyi orada toplamak gerçekten büyük başarı. Londra’dan, Frankfurt’tan sırf bu kongre için gelenler vardı. Yurt içindeki dernekler kongreye katılmak için özel organizasyonlar yapmıştı. Stat, maç gününden farksızdı, üyeler heyecanlıydı. Ama günün sonunda ortaya çıkan şey hiç kimseyi tatmin etmedi. Hemen her üyenin dilinde “O zaman bizi neden çağırdınız ki?” sorusu vardı. Anlaşılan Sayın Ali Koç, Fenerbahçe’yi ligden çeken başkan olarak anılmamak için bu radikal kararın sorumluluğunu alamadı. Zaten gördük ki, haziranda yapılacak olağan kongrede aday olmayacak. Biz, Fenerbahçe’yi sokakta Japon kale maç yapsa da izleriz, sorun değil. Ama koskoca bir camiayı da böyle bir belirsizliğin içine sokmak iş değil.

31 Mart 2024, Pazar 07:00

Evlilikte asla ödün vermemeniz gereken 12 önemli konu

Ne kadar aşık olursanız olun fark etmez. Mutluluğun nirvanasında olsanız yine fark etmez. Sırf bunları korumak için ya da evliliğinizdeki konforu kaybetmemek için dahi olsa bazı konular pazarlık konusu olamaz. Başkalarını mutlu etmek için vazgeçeceğiniz bu şeyler, mutlaka bir gün size olumsuz bir sonuç olarak dönecektir. Pek çok insan eşinize, sevgilinize öncelik vermeniz gerektiğini söyler. Ama asıl yapmanız gereken kendinizi ön planda tutmaktır. Kendinizden, seçimlerinizden ve hayatınızdan mutlu değilseniz, bir ilişkide de mutlu olamazsınız. Ben size ödün vermemeniz gereken 10 konuyu sıralıyorum. Bunu artırmak size bağlı.

1- SAYGI

Saygı, her evliliğin yürümesini sağlayan unsurdur. Eşiniz sizi küçümsüyor, duygularınızı ya da fikirlerinizi görmezden geliyor ve hatta kaba davranıyorsa, evliliğinizin düzeltilip düzeltilemeyeceğine ya da yolunuza devam edip etmemeniz gerektiğine karar vermenin zamanı gelmiş demektir.

2- BAĞLILIK

Tek eşliliğe önem veren biriyseniz ve bu sizin vazgeçmek istemediğiniz bir şeyse, bu pazarlık konusu olamaz. Eşiniz, evliliğinizde size ihtiyaç duyduğunuz şekilde bağlı kalamıyorsa, veda etme zamanı gelmiş olabilir.

3- TUTKU

Tutku, değişkenlik gösteren bir duygu. Duygularınızı istediğiniz kadar anlatabilirsiniz, ancak evliliğin nasıl yürüdüğü ve neye tutkuyla bağlı olduğunuz konusunda eşinizle hemfikir değilseniz, bir duvara toslarsınız.

29 Mart 2024, Cuma 07:00

Yılın manşeti

MediaCat Dergisi, 2007'den beri her yıl gazetelerin en iyi manşetlerini seçer. Alanında uzman, birbirinden değerli jüri üyeleri, yaptıkları toplantılardan sonra onlarca manşet arasından en iyilerini belirler. MediaCat Dergisi de bunu bir sonraki yılın hemen başında açıklar. 2021’e kadar en iyi 10 manşet belirlenirdi, son üç yıldır sadece 3 manşet ‘en iyi’ olarak açıklanıyor. Ve evet, 2023’ün en iyi manşetlerinden biri POSTA’nın 8 Şubat 2023 Çarşamba günü attığı “SÖZÜN BİTTİĞİ YER” seçildi. Önce, ‘en iyi manşet’ hangi kriterlere göre seçiliyor, onu bir anlatayım. MediaCat jürisi, “Manşetin sözlü ifade gücü ve çarpıcılığı, merak uyandırması, espri barındırması, nefret söylemi içermemesi, genel görsel ve grafik estetik” kriterleriyle manşetleri inceliyor. Ve jüri “AFP Foto Muhabiri Adem Altan’ın çektiği, depremin yarattığı yıkımı en dolaysızca anlatan fotoğraflardan biri olan Mesut Hançer ve kızının fotoğrafını manşete taşıyan POSTA’nın 8 Şubat tarihli ilk sayfası, fotoğrafı ve karedeki detayları okura gösterme biçiminin eşsizliği nedeniyle en iyiler arasında kendisine oybirliğiyle yer buldu” diyerek manşetimizi yılın en iyisi seçiyor.

O HABERİN HİKAYESİ

6 Şubat depreminin ardından yaşanan en sıcak günler... Gelen haberler, fotoğraflar hepimizin içini acıtıyor. Yıkımın büyüklüğü her geçen gün daha da göz önüne çıkıyor. 7 Şubat günü gazetemizin birinci sayfasını şekillendirmişiz. Birinci sayfa tasarımcımız Kazım Özdemir ile birlikte online bağlantı ile sayfa üzerinde çalışıyoruz. Enkazdan çıkarılan her can, herkes için umut oluyor. 29 saat sonra canlı olarak kurtarılan Eylül’ü manşetimize taşımışız, “BİR HAYAT BİN UMUT” diye manşet atmışız. Akşam üzeri Agence France Presse (AFP) muhabiri Adem Altan’ın Kahramanmaraş’ta çektiği bir fotoğraf düşüyor önümüze. Mesut Hançer, deprem anında ölen 15 yaşındaki kızının enkazdan dışarı çıkmış elini tutuyor ve öyle bekliyor... Fotoğraf hepimizi yüreğimizden vuruyor. Hemen Genel Yayın Yönetmenimiz Emre İskeçeli ve yazı işleri ekibimizle yeniden toplantı yapıyoruz, bu müthiş fotoğrafı manşete almaya karar veriyoruz. Kazım’la çalışarak akşam saat 20.30 sıralarında tamamlıyoruz sayfamızı. “SÖZÜN BİTTİĞİ YER” manşetini “Bir baba... 15 yaşındaki kızını depremin yaşandığı ilk gece kaybetmiş. Aradan 48 saat geçmesine rağmen enkaz altındaki kızının elini tutmaya devam ediyor. Bu görüntü, Türkiye’nin yaşadığı acının ne kadar büyük olduğunu ortaya koyuyor” alt başlığıyla tamamlıyoruz.

BİZİM FARKIMIZ

Uluslararası bir ajans olan AFP’nin bu fotoğrafı, Türkiye dahil dünyada neredeyse her yayın organına geçiliyor aslında. Ama bu tarihe geçen fotoğrafa hakkını biz veriyoruz. Zaten Adem Kılıç da bizim gazetede yayınlanan bu fotoğrafıyla Foto Muhabirleri Derneği’nin düzenlediği “Yılın Basın Fotoğrafları” yarışmasında büyük ödülü alıyor. Kurulduğu tarih olan 1995’ten beri bir çalışanı, bir parçası olmaktan gurur duyduğum gazetem POSTA’nın manşetleri daha önce de defalarca MediaCat’in yarışmasında yer aldı. Çok sayıda manşetimiz ya yılın en iyisi seçildi ya da ilk 10 arasına girdi. Sadece son 5 yıldan bazı örnekleri siz okuyucularımıza hatırlatmak istedim. Ayrıca 2013, 2014, 2015, 2016 ve 2017’de yılın en iyi manşetlerinin de POSTA tarafından atıldığını belirtmeliyim.