Oral Çalışlar

03 Mayıs 2024, Cuma 07:00

Olumlu bir adım

Erdoğan-Özel görüşmesi, toplumun yoğun ilgisine yol açtı. İki lider, milletin 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde verdiği mesajı “siyasette uzlaşma” olarak okuduklarını gösterdi. Cumhurbaşkanı ile muhalefet partisi liderinin görüşmesi, yeni bir duruma yol açar mı? Yani siyasette iklim değişebilir mi?

31 Mart’ta toplumun mesajını nasıl okumak gerekiyor? CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Helalleşme”yi daha da genişletmeyi hedeflediğini belirtti. Seçimlerin ardından izlediği tutumla, toplumun desteğini alıyor. Kamuoyu yoklamaları muhalefet liderinin çizgisini olumlu karşılıyor. ErdoğanÖzel görüşmesinin temel içeriğini, adalet/hukukun üstünlüğü ve Anayasa Mahkemesi gibi konular oluşturuyor.

Yerel seçimlerle birlikte ülkede taşlar yerinden oynadı. Pozisyonlar yeni baştan şekilleniyor. Abdulkadir Selvi’nin Kavala ve Gezi davası üzerine yazdıkları önemli. Adalet ihlallerine karşı iktidar saflarında değişik eğilimler kendini gösteriyor.

Tabii MHP gerçeğini de hesaba katmak gerek. 31 Mart seçim sonuçları da toplumun genel eğilimi de daha makul, daha dengeli bir siyasi ortamın oluşması yönünde. MHP ise toplumda oluşan yeni uzlaşma ikliminin gerisinde kalmış, eskiye bağımlı bir parti gibi görünüyor.

Masaya gelen muhtemel konulardan biri, seçim ve yönetim sistemi. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, şu haliyle kendine özgü bir sistem. Meclis, teoride bir denetim mekanizması olsa da pratikte öyle değil. Cumhurbaşkanı, kanun hükmünde kararnameleri çıkarıyor; Meclis ise kararnameleri kanuna çevirme dışında işlevsiz. Bazı yargı organlarının siyasi tutumu da toplumda huzursuzluk yaratıyor.

1946 yılında başlayan çok partili sistem, ülkemizde önemli bir birikim yarattı. 200 yıllık Meclis birikimi de toplumun siyasete yön verecek güçte olduğunu gözler önüne seriyor. Liderler buluşmasının bu kadar ilgiyle izlenmesi mesajın etkisini gösteriyor. Siyasetten gelecek yeni uzlaşma ve çözüm arayışları toplumda dikkat çekiyor. Türkiye bir dönemeci geride bırakıyor.

50 yıldır siyasi gelişmeleri izleyen bir kişi olarak, 31 Mart’la birlikte, Türkiye’de bir değişimin sınırına geldiğimizi görüyorum. Siyasi geleneklerimiz ve özellikle 200 yıllık Meclis tecrübemiz gösteriyor ki, parlamenter birikimi yok sayan her toplum mühendisliği projesi, eninde sonunda, halkın vetosuna çarpıyor.

1984 doğumlu Avusturyalı yazar Lisz Hirn şöyle demiş: “Her uzlaşmanın anne ve babası, korku ve sevgidir.”

01 Mayıs 2024, Çarşamba 07:00

1 Mayıs'ı özgürlük ve birlik bayramına çevirelim

1 Mayıs 1977 katliamı, bizim kuşağın hafızasında yer etmiştir. 34 insanımızı yitirdiğimiz o acı olayların failleri hiçbir zaman yargı önüne çıkarılamadı. O mitingi düzenleyen ve katılanların önemli bir çoğunluğu, olayın, uluslararası çapta bir devlet komplosu olduğunu düşünüyor. Veya öyle düşünmeyi tercih ediyor diyelim. Sol hareketlerin 1 Mayıs 1977 katliamındaki sorumluluğu maalesef yeterince sorgulanamadı. En azından sol kendi içinde bu konuyu enine boyuna cesur bir değerlendirmeden geçirmedi. Bu yük, omuzlarımızda. 1 Mayıs 1977 katliamından sonra, meydan genelde yasaklı kaldı. 2010 yılından itibaren üç kez Taksim Meydanı’nda 1 Mayıs barışçı, birleştirici ve geleceğe umutla bakabileceğimiz bir hava içinde kutlandı. 2013 yılında Gezi olayları patlak verdi. Taksim Meydanı da eylemlerin merkezi haline dönüştü. Ülke çapında yaygın çatışmaların yaşandığı bir dönemden geçtik. Gezi olaylarından sonra, Taksim 1 Mayıs’a kapatıldı. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a göre Gezi olayları iktidarı devirmeyi hedefleyen bir kalkışmaydı. O gün bugündür, Taksim, kapalı tutuluyor. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, meydanı “katılanların güvenliği açısından kapattıklarını” söylüyor. Aslında üç yıl arka arkaya yapılan 1 Mayıs kutlamalarında en küçük bir olay yaşanmamıştı. Bu dönemde düzenlenen Taksim buluşmaları, tarihimizin en az olaylı 1 Mayıs’ları arasında gösterilebilir. Şimdiye kadar yaşadıklarım ışığında yaptığım bir gözlemi bu vesileyle tekrar etmek isterim: Eğer devlet, olay çıkmasını istemiyorsa olaylar yaygınlaşmıyor veya olay çıkmıyor. Bu nedenle güvenlik zafiyetinden söz etmek gerçekçi değil. 1 Mayıs Taksim’de kutlansa, işçiler kırmızı bayraklarıyla meydanı doldursa, bu, yeni bir barış iklimi açısından fırsat olabilirdi. Taksim’i açmak iktidar muhalefet ilişkilerinin yumuşaması bakımından da bir başlangıç sayılabilirdi. Maalesef şu an bu imkanı değerlendiremiyoruz.

Ve Anayasa Mahkemesi

Anayasa Mahkemesi, DİSK’in başvurusu üzerine 15 Aralık 2023 tarihinde bir karar aldı. 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamanın bir hak olduğunu belirleyen karar şöyle: “Sembolik bir değeri olan Taksim Meydanı, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü ile bağlantılı ele alındığında başvurucular, diğer sendikalar ve işçiler nezdinde öneme sahiptir. Bu nedenle işçi ve sendika kültürünü oluşturan yapı taşlarından biri olan Taksim Meydanı, yalnızca 1 Mayıs günü orada bulunanların dayanışmasını değil aynı zamanda emekçilerin ortak hafızasının varlığını göstermektedir.” 1 Mayıs emekçilerin hak arama bayramıdır. Türkiye’de emekçi hareket, sendikalar örgütlenme özgürlüğü bakımından çeşitli baskılar altında varlığını sürdürmeye çalışıyor. İşçi hareketi, sıkıntılı günler yaşıyor. Hak, özgürlük ve adalet için meydanları dolduran emekçileri kutluyorum. Bundan sonraki 1 Mayıs’ları Taksim Meydanı’nda kutlamak dileğiyle. Yaşasın 1 Mayıs.

30 Nisan 2024, Salı 07:00

Amedspor'a sevinirken Tarsus İdman Yurdu'na üzülmek

Amedspor, 2. lig grup lideri olarak 1. ligde, Tarsus İdman Yurdu ise 3. lig sonuncusu olarak amatör kümede. Amedspor, Diyarbakır’ın futbol takımı. Diyarbakır, son 30 yıl içinde gazeteci olarak en çok ziyaret ettiğim illerin başında geliyor.

Bu şehirde yaşanan acıların, umutların, çaresizliklerin bir çoğunun tanığıyım. Diyarbakır Barosu başkanlarından sevgili Tahir Elçi, Büyükşehir Belediye Başkanlarından Osman Baydemir, eski TİP milletvekilleri Tarık Ziya Ekinci, Leyla Zana, Sedat Yurttaş, AK Parti eski milletvekillerinden Abdurrahman Kurt, İhsan Arslan, Sur eski belediye başkanlarından Abdullah Demirbaş, iş insanı eski yoldaşım gazeteci Raif Türk, eski baro başkanları, milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu, Mehmet Emin Aktar, doktor Selim Ölçer, doktor Necdet İpekyüz, Faruk İpekyüz, Gültan Kışanak, daha saymakla bitmeyecek sayıda dostumun yaşadığı şehir Diyarbakır. Normal zamanda olsa Amedspor’un 2. lig şampiyonu olarak 1. futbol ligine çıkması, gazeteler için spor sayfasında yer alacak bir haber olur. Bugün gazeteleri, sosyal medyayı, TV haberlerini izleyince görüyoruz ki Amedspor’un başarısı özel bir durum. Futbol, ülkemizin her yanında olduğu gibi Diyarbakır ve Güneydoğu illerinde de en çok sevilen, izlenen spor.

Amedspor, ırkçılığa karşı kardeşliği işleyen bir takım olarak dikkat çekiyor. Geçen hafta Diyarbakır’da oynanan Amedspor- Iğdırspor maçında 35 bin kişinin İstiklal Marşı’nı ayakta dinlemesi ve ardından alkışlaması, tüm ülkede konuşuldu. Spor bir gerilim aracı olarak da kullanılabilir, barış ve kardeşlik için de… Türkiye’nin Kürt meselesi diye bir meselesi bulunuyor. Amedspor başta olmak üzere bölgedeki spor faaliyetleri, bölgeden yetişen yetenekli sporcular; Türkiye’nin birleştirici gücü olarak etkili oluyorlar. Amedspor’u kutluyor, bir üst ligde de başarılar diliyorum.

Tarsus nasıl amatör kümeye düşer…

Tarsus İdman Yurdu (TİY), benim takımım. Önce küçük yaştaki bir taraftarıydım. Sonra oyuncusu oldum. Kumlara, çamurlara batarak futbol oynadığımız günleri özlemle anıyorum. Tarsus’a her gidişimde birlikte futbol oynadığım arkadaşlarımı ziyaret ediyorum. Sayman Mutlu’yu, Totocu Mustafa’yı, Japon Ahmet’i, Gazi’yi, Kamil’i, Niyazi Oksal’ı, Mithat Paçacı’yı ziyaret ederdim. Birçoğunu yitirdik. TİY’in amatör kümeye düşmesi üzücü. Eski bir İdman Yurdu futbolcusu olarak beni duygusal olarak da çok etkiledi.

Tarsus, Anadolu’nun, nüfusu en büyük ilçesi. Şehrin ekonomik potansiyeli, maddi ve manevi birikimi, bir futbol takımını değil birkaç takımı ayakta tutabilir. Neden böyle oldu? Bu durumdan nasıl çıkabiliriz? Kulübün genç başkanı Can Kavalcı’yla konuştum. Tarsus’un yeni Belediye Başkanı Ali Boltaç’ı aradım. Bu konuya ilgi duyan şehrimizin tanınmış simalarını bir araya getirelim, bir beyin fırtınası yapalım fikri üzerinde konuştuk. Tarsus İdman Yurdu’nu yeniden iddialı bir takım haline getirebilmek için ciddi bir hemşehri harekatına gerek bulunuyor.

26 Nisan 2024, Cuma 07:00

Tarsuslu Ermeni kadın...

1990 yılında ailecek Hamburg’da idik. Ben bir araştırma kuruluşunda, İslam tarihi üzerine çalışıyordum. Hz. Ali kitabım o çalışmanın ürünüdür. Beni davet eden vakfın arşivi oldukça zengindi. Arşivi yöneten Alman kadın, bir sohbetimiz sırasında bana nereli olduğumu sordu. “Türkiyeliyim” dedim. Durdu ve yeniden sordu, “Hangi şehrindensin?” Türkiye’nin hangi şehrinden olmam, bir Alman için ne anlama gelecekti ki? “Tarsusluyum” dedim, gülümsedi, “Ben de Tarsusluyum” demez mi... Heyecanlandım. Hemen sohbete başladık. 1915 Tehciri’yle birlikte Deyr-i Zor’a sürülen ve çok sayıda ferdini yitiren bir ailedendi. Çok acıklı bir geçmişi olduğu anlaşılıyordu. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından sürgündeki Ermeniler Tarsus’a geri dönmüş, 1918-1921 yılları arasında Fransız işgali altında bir Ermeni yönetimi kurulmuştu. Vakıf arşivinin başındaki kadının dedesi de geri dönenler arasındaydı. Hatta doktor olan dedesi, Tarsus’un belediye başkanı olmuştu. O döneme ilişkin yaptığım okumalara göre yörenin Ermenileri, Fransız yönetimine sunmak üzere, Tarsus’un da içinde yer aldığı Klikya bölgesi üzerine araştırmalar yaptırmışlardı. Bu toprakların kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlardı. Fransızlar, Türkiye ile yaptıkları Ankara Anlaşması’nın ardından, Çukurova’dan çekildiler, bölgeyi Türklere terk ettiler. Ermenilerin büyük çoğunluğu da Fransızlarla birlikte bölgeyi terk etmiş. Tabii kalanlar da olmuş. Benim çocukluğumda Tarsus’ta az sayıda Ermeni yaşıyordu. Bunlardan biri Agop Göçeroğlu Ailesi’ydi. Agop Amca, dedemin, önce çırağı, sonra kalfası, sonra ortağı oldu. Bugün de Göçeroğlu Ailesi Tarsus’ta kalan son Ermeni aile. Geçenlerde Agop Amca’nın oğlu Arşak’ı kaybettik. Bakırcılar çarşısının son bakırcısı artık Arşak’ın oğlu Agop Torun Göçeroğlu, bir geleneği, bir tarihi yaşatmak için direniyor. Hamburg’da karşıma çıkan Tarsuslu Ermeni hemşerimle konuşurken, annesinin de Hamburg’da kendisiyle birlikte yaşadığını anlattı. Tesadüf ya benim annem de Hamburg’daydı. İki Tarsuslu anneyi buluşturalım dedik. Ben anneme söyledim. Annem “Tamam olur tabii” dedi. Kadını merak etmişti. Ermeni anne ise böyle bir buluşma yapmak istemiyordu. Görüşmeyi kabul etmedi. Kimbilir neler yaşamış ne acılara tanıklık etmişti? 24 Nisan 1915, Ermenilerin, binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan İttihatçı yönetimin kararıyla sürgün edilmelerinin yıldönümü. Hangi siyasi ya da askeri gerekçe bir halkın doğduğu topraklardan silinmesini haklı gösterebilir? O Tarsuslu Ermeni anneyi tanıyamadım. Adını da bilmiyorum. Onu sevgiyle anıyorum.

24 Nisan 2024, Çarşamba 07:00

Diyarbakır’da 35 bin kişi istiklal Marşı’nı ayakta dinledi Diyarbakır normalleşme istiyor

Diyarbakır’dan çarpıtılan haberler geliyor. Tayyip Erdoğan ve Atatürk fotoğraflarının indirilmesine dair yayılan videolar Diyarbakır’da endişe yarattı. Diyarbakırlı dostlarımı aradım. “Neler oluyor?” diye sordum. CHP Diyarbakır milletvekili Avukat Sezgin Tanrıkulu ve Diyarbakır Ticaret ve Sanayi odası Başkanı Mehmet Kaya, durumu şöyle özetledi: “35 bin kişi Amedspor maçında İstiklal Marşı’nı ayakta dinledi. Daha ne olacak…”

Mehmet Kaya ile Sezgin Tanrıkulu şehirdeki havayı anlattı. Mehmet Kaya: “Şu an Diyarbakır’da bir ne olacak beklentisi var. 31 Mart burası açısından sonucu belli bir seçimdi. İşin insanları rahatsız eden tarafı şu: Bir yerlerden belediyeleri kriminalleştiren haberler yayılıyor. Ancak pazar günü 35 bin kişilik stat, eş başkanlar orada, yaklaşık 8 milletvekili var, 6’sı DEM Parti’li. İstiklal Marşı okundu, herkes ayakta, sonrasında alkışlandı. Ha şimdi İstiklal Marşı’nda ayağa kalkan adam neden belediyede kapalı kapılar ardında hakaret etsin ki? Ki eğer öyle bir şey varsa da toplum buna da tepki gösterir, ‘kardeşim biz sizi bunun için seçmedik, siz işinizle uğraşın’ der. Ama toplum bunun yalan olduğunu biliyor. Toplum seçilmiş insanların böyle bir saygısızlık yapmasını istemez, böyle şeylere değil hizmete odaklanmalarını ister. Çünkü toplum uzlaşma istiyor. Neden Kürtler bayrağa veya İstiklal Marşı’na karşıymış gibi bir algı yaratılıyor? Cumhurbaşkanının 12 yıl sonra yaptığı Erbil ziyaretinin bir arayış olduğunu, insanlar hissediyor.” CHP Diyarbakır milletvekili Sezgin Tanrıkulu da kayyum endişesi içindeki bölge insanının duygularını şöyle ifade etti: “Bayrak da orada duruyor, İstiklal Marşı da. Amedspor’un maçında 40 bin kişi ayakta alkışlayarak İstiklal Marşı’nı söyledi. Bunun sonrasında bu tartışmanın bitmiş olması gerekir. Aslında yayılan videolar belediye başkanlarından çok bölge halkını hedef alıyor. ‘Siz bizden değilsiniz, bu cumhuriyete ait değilsiniz’ mesajı veren bir siyasi anlayış söz konusu. Halk normalleşme bekliyor. Çünkü iradesini ortaya koymuş, bu iradeye saygı bekliyor. İnsanlar 31 Mart’tan sonra hem Türkiye’de hem de bölgede demokrasiden yana, Kürt sorununun barış odaklı politikalarla çözülmesinden yana umutlandılar. Başka odakların devreye girip ortalığı karıştırmasından rahatsızlar.” Tayyip Erdoğan’ın Erbil ziyareti de Diyarbakır’da merakla izleniyor. Mehmet Kaya projeyi şöyle özetliyor: “Sonuçta yeni proje buraya hızlı treni getirecek, 1200 kilometre, Basra’dan Mersin Limanı’na, oradan Avrupa’ya açılan duble yolların ve trenin olduğu bir yol projesinden bahsediyoruz. Irak farklı parçalardan oluşuyor. Sadece bir tarafla görüşülmesi bu projenin hayata geçmesi için yeterli değil.”

23 Nisan 2024, Salı 07:00

Seçmen CHP'yi merkeze çekti

Seçmenin bir ay geçmeden fikrini değiştirdiği yönünde yorumlar yapılıyor. Hatta bugün bir seçim olsa oyların iktidar partisine geri döneceği iddialı bir tez olarak öne sürülüyor. Merak ettik, gerçekten durum nedir diye. Genel seçimlere dört yıldan fazla bir zaman var. Bu nedenle şu sıralarda yapılan anketlerin seçim manipülasyonuna hizmet edecek bir gücü yok. Yani tahminlerin seçimi etkilemesi söz konusu değil. Toplumdaki merakı gidermek istedik.

Aşağıdaki verileri ANAR Araştırma Şirketi yöneticisi İbrahim Uslu’dan aldım. Onun araştırmasına göre tablo şöyle: 2018 seçimlerinden bu yana iktidar partisi ile seçmen arasında bir kopukluk göze çarpıyor. AK Parti oyları 2018’de yüzde 44.3’tü. Son seçimde ise en az yüzde 10 gerilemiş durumda. İbrahim Uslu beş yılın düşüş eğrisine dikkat çekiyor. Yapılan son araştırmalar, sahadan alınan en taze veriler seçmen davranışının aynı seyri izlediğini, oy kaybının sürdüğünü gösteriyor.

Muhalefete gelince…

40 yıllık yenilgi döneminin ardından CHP’yi birinci partiye dönüştüren oylar ne kadar kalıcı, göz atalım. Uslu’ya göre, 14-28 Mayıs 2023’te uçlara yönelen oylar, 31 Mart’ta yön değiştirdi ve CHP’yi merkez parti konumuna çekti. Yani son seçimlerde seçmenin tercihleri merkezi değiştirdi, CHP’den bir merkez parti yarattı. CHP’liler de merkez fikrini benimsedi ve kamplaştırma politikalarına prim vermeden ılımlı, uzlaşmacı bir dille, kapılarını bütün siyasi eğilimlere açtı. Birlikten yana bir davranış sergilendi.

İbrahim Uslu, CHP’yi merkeze çeken asıl gücün seçmen kitlesi olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Seçmen, CHP’ye verdiği desteği seçim sonrasında da sürdürmekte.” “2018’den bu yana iktidarın oy kaybetmesinin temel nedeni yapısaldı” diyor Uslu. 2018’de bir referandum ile geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne toplum nasıl bakıyor? Uslu’nun analizlerinden, çok da sıcak bakmadığı ortaya çıkıyor. Yani bugün gelinen nokta altı senedir süren bir sistemin toplum tarafından benimsenmediği gerçeğini de açığa çıkartmış gibi görünüyor.

19 Nisan 2024, Cuma 07:00

Merkez ve yerel: İşbirliği mi rekabet mi?

Kalıcı siyasi uzlaşmalar sonucunda elde edilmiş anayasal sistemlerde, “Yerel mi merkez mi?” ikilemi, artık geride kalıyor. Yerel yönetimler, yerinden ve çoğulcu katılımın gerçekleştiği birimlere dönüşüyor. Demokratik dünyada, yerelden yönetim fikri, güç kazanıyor. Yerel siyaset; gençlerin, kadınların, çocukların ve mesleği siyaset olmayan tüm insanların siyasetle ilişkiye girmesini, siyasete katkı sunmasını kolaylaştırır. Ülkemizde ise örneğin çocukların sembolik olarak yönetim koltuğuna oturduğu 23 Nisan günlerinde, tüm gösteri Ankara’da gerçekleşiyor. Çocukların ülkeyi sembolik olarak yönetmesi için düşündüğümüz yer bile Ankara yani merkezi iktidar. Yerel yönetim değil. Yani daha gidecek çok yolumuz var. Dünyada yerel yönetimlerle merkezi iktidar arasındaki güç dengesi benimsenmiş ve normalleşmiş olsa da tartışmalar bitmiş değil. Yerel yönetim anlamında dünyanın en ileri modeline sahip ülkeler arasında, ABD ve AB ülkeleri gösterilebilir. Ancak bu iki örnekte de bazı yönlerden merkeziyetçiliğin ağır bastığını söyleyebiliriz. Türkiye’de bazen yerel siyaset, “küçük siyaset” veya “mikro siyaset” olarak düşünülür. Hatta “marjinal bir siyaset alanı” gibi görülür. Oysa ki yerel siyaset ile merkezi siyaset arasında bir büyüklük-küçüklük farkından söz etmek, bir önem hiyerarşisi kurmak, bu çağda çok gerçekçi değil. Uluslararası alandaki yeni demokratik bakış açısına göre, yerel siyaset, ulusal siyasetle tamamen eşit düzeyde. Ülkeler arası ilişkilerin, yerel yönetimler üzerinden gelişmesinin, merkezi yönetimlerin kurduğu ilişkilerden daha olumlu sonuçlar üretmesi de mümkün. Türkiye’deki bazı Akdeniz illerinin belediye başkanlarının da üye olduğu uluslararası oluşum Arlem, buna bir örnek. Bu örnekte, Akdeniz’in üç kıyısındaki yerel yönetimlerin, bölgedeki siyasi gerilime rağmen bir araya gelerek, Avrupa-Akdeniz ortaklığını nasıl gerçekleştirdiğini görebiliyoruz.

Türkiye’ye dönersek

Türkiye’de yaklaşık 10 ay ara ile önce genel sonra yerel seçim yapıldı. Ortaya birbirinin zıddı yönde sonuçlar çıktı. Bu da kaçınılmaz olarak “Yerel yönetimler mi önemlidir yoksa merkezi yönetimler mi?” şeklinde bir tartışmayı beraberinde getirdi. Bu, Türkiye açısından çok alışıldık bir durum değil. Yakın siyasi tarihimizde bu duruma kısmen benzer az sayıda örnek olmakla birlikte denklemler şimdikinden farklıydı. Ülkemizin demokrasi yolculuğundaki bu yeni duruma, bu yeni dönemece, bir çelişme değil fırsat gözüyle de bakabiliriz. Yepyeni bir siyasi ortamla tanışmamızın zamanı gelmiş olmalı.

17 Nisan 2024, Çarşamba 07:00

Putin'in rubleleri Avrupa milliyetçilerine tatlı geliyor

Rusya’dan gelen Rubleler, Avrupa politikasını alt üst etti. Tüm Avrupa medyası, Avusturya’da patlak veren Rus casusluk skandalını konuşuyor. 29 Mart’ta Avusturya’da bir devlet görevlisinin evi basıldı. Adamın evinde ortaya çıkan belgeler şok ediciydi. “Anayasa’yı Koruma ve Terörle Mücadele Dairesi”nin eski müdürlerinden olan Egisto Ott, cep telefonu verilerini Rus istihbaratına teslim etmekle suçlanıyor. Ott’un, Almanya’da Rusların emriyle işlenen bir cinayetin ardından, Rus istihbaratına, önerilerde bulunduğu iddia ediliyor.

Ott’un ilişkileri, subaylardan siyasetçilere kadar, Avusturya devletinin birçok kılcal damarına uzanıyor. Almanya ve Avusturya’daki sağcı milliyetçiler, Putin’le olan para ilişkilerinden ötürü suçlanıyor. 2 yıl önce de birçok veri, Avrupa sağının Putin’den beslendiğini ortaya koyuyordu. Ancak son haftalarda ilişkinin parasal boyutu çok daha çıplak şekilde ortaya döküldü. 2 yıl önce, köşemde bu meseleyi ele alan bir yazı yazmıştım.

16 Mart 2022 tarihli yazıma “Avrupa’da ne kadar faşist varsa Putin’in yanında” başlığını atmışım. Yazımdan bir paragraf şöyle: “Fransa’nın, İtalya’nın, Almanya’nın, Hollanda’nın, Avusturya’nın, Macaristan’ın aşırı sağcı ve ırkçı partilerinin tamamı, Putin ile dost. Temel meselelerde Rusya ile birlikte hareket ediyorlar. (…) İtalya’da Putin hayranı olarak tanınan aşırı sağcı Liga partisinin lideri Matteo Salvini, Moskova’ya yaptığı 11 ziyaretle biliniyor. Putin’in resmi olan tişörtle Kızıl Meydan’da verdiği pozla hatırlanan Salvini, Rusya’nın Kırım’ı ilhakını desteklemişti. Salvini’nin partisi, Rusya’dan, gizli bir petrol anlaşması için 65 milyon Euro aldığı iddiasıyla soruşturuluyor. (…) Avusturya’da 2000-2005 arasında başbakanlık yapan Schüssel’in Lukoil şirketinin denetleme kurulunda yer alması da tepkilere neden oldu.”

Almanya’da ise Nazi ideolojisinin devamı olarak da görülen AFD partisinin iki numaralı ismi olan Çek asıllı Alman milletvekili Peter Bystron, okların hedefinde. Rus propagandası ile ünlü “Voice of Europe” adlı siteden, 25 bin Euro aldığı iddia ediliyor. Voice of Europe, Rus propagandasının yanında, Arap karşıtı, Müslüman karşıtı ve genel olarak göçmen karşıtı haberler de içeren bir site. Almanya’daki sosyal demokrat iktidar partisi SPD’nin bir milletvekili, “Kimin ekmeğini yersen, onun türküsünü söylersin” diyerek, bu para ilişkisini Alman meclisine taşıdı. Görünen o ki Rus Rublesi Avrupa’da hâlâ değerini koruyor ve yüksek bir alım gücüne sahip. İşin içine para girince, bazı Avrupa milliyetçileri, Rus milliyetçiliğine geçiş yapmış.