Oral Çalışlar

23 Nisan 2024, Salı 07:00

Seçmen CHP'yi merkeze çekti

Seçmenin bir ay geçmeden fikrini değiştirdiği yönünde yorumlar yapılıyor. Hatta bugün bir seçim olsa oyların iktidar partisine geri döneceği iddialı bir tez olarak öne sürülüyor. Merak ettik, gerçekten durum nedir diye. Genel seçimlere dört yıldan fazla bir zaman var. Bu nedenle şu sıralarda yapılan anketlerin seçim manipülasyonuna hizmet edecek bir gücü yok. Yani tahminlerin seçimi etkilemesi söz konusu değil. Toplumdaki merakı gidermek istedik.

Aşağıdaki verileri ANAR Araştırma Şirketi yöneticisi İbrahim Uslu’dan aldım. Onun araştırmasına göre tablo şöyle: 2018 seçimlerinden bu yana iktidar partisi ile seçmen arasında bir kopukluk göze çarpıyor. AK Parti oyları 2018’de yüzde 44.3’tü. Son seçimde ise en az yüzde 10 gerilemiş durumda. İbrahim Uslu beş yılın düşüş eğrisine dikkat çekiyor. Yapılan son araştırmalar, sahadan alınan en taze veriler seçmen davranışının aynı seyri izlediğini, oy kaybının sürdüğünü gösteriyor.

Muhalefete gelince…

40 yıllık yenilgi döneminin ardından CHP’yi birinci partiye dönüştüren oylar ne kadar kalıcı, göz atalım. Uslu’ya göre, 14-28 Mayıs 2023’te uçlara yönelen oylar, 31 Mart’ta yön değiştirdi ve CHP’yi merkez parti konumuna çekti. Yani son seçimlerde seçmenin tercihleri merkezi değiştirdi, CHP’den bir merkez parti yarattı. CHP’liler de merkez fikrini benimsedi ve kamplaştırma politikalarına prim vermeden ılımlı, uzlaşmacı bir dille, kapılarını bütün siyasi eğilimlere açtı. Birlikten yana bir davranış sergilendi.

İbrahim Uslu, CHP’yi merkeze çeken asıl gücün seçmen kitlesi olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Seçmen, CHP’ye verdiği desteği seçim sonrasında da sürdürmekte.” “2018’den bu yana iktidarın oy kaybetmesinin temel nedeni yapısaldı” diyor Uslu. 2018’de bir referandum ile geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne toplum nasıl bakıyor? Uslu’nun analizlerinden, çok da sıcak bakmadığı ortaya çıkıyor. Yani bugün gelinen nokta altı senedir süren bir sistemin toplum tarafından benimsenmediği gerçeğini de açığa çıkartmış gibi görünüyor.

19 Nisan 2024, Cuma 07:00

Merkez ve yerel: İşbirliği mi rekabet mi?

Kalıcı siyasi uzlaşmalar sonucunda elde edilmiş anayasal sistemlerde, “Yerel mi merkez mi?” ikilemi, artık geride kalıyor. Yerel yönetimler, yerinden ve çoğulcu katılımın gerçekleştiği birimlere dönüşüyor. Demokratik dünyada, yerelden yönetim fikri, güç kazanıyor. Yerel siyaset; gençlerin, kadınların, çocukların ve mesleği siyaset olmayan tüm insanların siyasetle ilişkiye girmesini, siyasete katkı sunmasını kolaylaştırır. Ülkemizde ise örneğin çocukların sembolik olarak yönetim koltuğuna oturduğu 23 Nisan günlerinde, tüm gösteri Ankara’da gerçekleşiyor. Çocukların ülkeyi sembolik olarak yönetmesi için düşündüğümüz yer bile Ankara yani merkezi iktidar. Yerel yönetim değil. Yani daha gidecek çok yolumuz var. Dünyada yerel yönetimlerle merkezi iktidar arasındaki güç dengesi benimsenmiş ve normalleşmiş olsa da tartışmalar bitmiş değil. Yerel yönetim anlamında dünyanın en ileri modeline sahip ülkeler arasında, ABD ve AB ülkeleri gösterilebilir. Ancak bu iki örnekte de bazı yönlerden merkeziyetçiliğin ağır bastığını söyleyebiliriz. Türkiye’de bazen yerel siyaset, “küçük siyaset” veya “mikro siyaset” olarak düşünülür. Hatta “marjinal bir siyaset alanı” gibi görülür. Oysa ki yerel siyaset ile merkezi siyaset arasında bir büyüklük-küçüklük farkından söz etmek, bir önem hiyerarşisi kurmak, bu çağda çok gerçekçi değil. Uluslararası alandaki yeni demokratik bakış açısına göre, yerel siyaset, ulusal siyasetle tamamen eşit düzeyde. Ülkeler arası ilişkilerin, yerel yönetimler üzerinden gelişmesinin, merkezi yönetimlerin kurduğu ilişkilerden daha olumlu sonuçlar üretmesi de mümkün. Türkiye’deki bazı Akdeniz illerinin belediye başkanlarının da üye olduğu uluslararası oluşum Arlem, buna bir örnek. Bu örnekte, Akdeniz’in üç kıyısındaki yerel yönetimlerin, bölgedeki siyasi gerilime rağmen bir araya gelerek, Avrupa-Akdeniz ortaklığını nasıl gerçekleştirdiğini görebiliyoruz.

Türkiye’ye dönersek

Türkiye’de yaklaşık 10 ay ara ile önce genel sonra yerel seçim yapıldı. Ortaya birbirinin zıddı yönde sonuçlar çıktı. Bu da kaçınılmaz olarak “Yerel yönetimler mi önemlidir yoksa merkezi yönetimler mi?” şeklinde bir tartışmayı beraberinde getirdi. Bu, Türkiye açısından çok alışıldık bir durum değil. Yakın siyasi tarihimizde bu duruma kısmen benzer az sayıda örnek olmakla birlikte denklemler şimdikinden farklıydı. Ülkemizin demokrasi yolculuğundaki bu yeni duruma, bu yeni dönemece, bir çelişme değil fırsat gözüyle de bakabiliriz. Yepyeni bir siyasi ortamla tanışmamızın zamanı gelmiş olmalı.

17 Nisan 2024, Çarşamba 07:00

Putin'in rubleleri Avrupa milliyetçilerine tatlı geliyor

Rusya’dan gelen Rubleler, Avrupa politikasını alt üst etti. Tüm Avrupa medyası, Avusturya’da patlak veren Rus casusluk skandalını konuşuyor. 29 Mart’ta Avusturya’da bir devlet görevlisinin evi basıldı. Adamın evinde ortaya çıkan belgeler şok ediciydi. “Anayasa’yı Koruma ve Terörle Mücadele Dairesi”nin eski müdürlerinden olan Egisto Ott, cep telefonu verilerini Rus istihbaratına teslim etmekle suçlanıyor. Ott’un, Almanya’da Rusların emriyle işlenen bir cinayetin ardından, Rus istihbaratına, önerilerde bulunduğu iddia ediliyor.

Ott’un ilişkileri, subaylardan siyasetçilere kadar, Avusturya devletinin birçok kılcal damarına uzanıyor. Almanya ve Avusturya’daki sağcı milliyetçiler, Putin’le olan para ilişkilerinden ötürü suçlanıyor. 2 yıl önce de birçok veri, Avrupa sağının Putin’den beslendiğini ortaya koyuyordu. Ancak son haftalarda ilişkinin parasal boyutu çok daha çıplak şekilde ortaya döküldü. 2 yıl önce, köşemde bu meseleyi ele alan bir yazı yazmıştım.

16 Mart 2022 tarihli yazıma “Avrupa’da ne kadar faşist varsa Putin’in yanında” başlığını atmışım. Yazımdan bir paragraf şöyle: “Fransa’nın, İtalya’nın, Almanya’nın, Hollanda’nın, Avusturya’nın, Macaristan’ın aşırı sağcı ve ırkçı partilerinin tamamı, Putin ile dost. Temel meselelerde Rusya ile birlikte hareket ediyorlar. (…) İtalya’da Putin hayranı olarak tanınan aşırı sağcı Liga partisinin lideri Matteo Salvini, Moskova’ya yaptığı 11 ziyaretle biliniyor. Putin’in resmi olan tişörtle Kızıl Meydan’da verdiği pozla hatırlanan Salvini, Rusya’nın Kırım’ı ilhakını desteklemişti. Salvini’nin partisi, Rusya’dan, gizli bir petrol anlaşması için 65 milyon Euro aldığı iddiasıyla soruşturuluyor. (…) Avusturya’da 2000-2005 arasında başbakanlık yapan Schüssel’in Lukoil şirketinin denetleme kurulunda yer alması da tepkilere neden oldu.”

Almanya’da ise Nazi ideolojisinin devamı olarak da görülen AFD partisinin iki numaralı ismi olan Çek asıllı Alman milletvekili Peter Bystron, okların hedefinde. Rus propagandası ile ünlü “Voice of Europe” adlı siteden, 25 bin Euro aldığı iddia ediliyor. Voice of Europe, Rus propagandasının yanında, Arap karşıtı, Müslüman karşıtı ve genel olarak göçmen karşıtı haberler de içeren bir site. Almanya’daki sosyal demokrat iktidar partisi SPD’nin bir milletvekili, “Kimin ekmeğini yersen, onun türküsünü söylersin” diyerek, bu para ilişkisini Alman meclisine taşıdı. Görünen o ki Rus Rublesi Avrupa’da hâlâ değerini koruyor ve yüksek bir alım gücüne sahip. İşin içine para girince, bazı Avrupa milliyetçileri, Rus milliyetçiliğine geçiş yapmış.

16 Nisan 2024, Salı 07:00

31 Mart seçim sonuçları bir tesadüf mü?

31 Mart seçim sonuçları benim için sürpriz olmadı. 1946 yılından bu yana yapılan seçimleri ve sonuçlarını tahlil edince, seçmenin bir tavır göstermesini bekliyordum. Toplumlar, aydınlar, okumuş orta sınıflar kadar çabuk karar vermiyor. Zaman içinde olgunlaşan kamuoyu eğilimi belli bir karara dönüşüyor. Sonunda bu da sandığa yansıyor. Dikkat ederseniz seçmen eğilimi bölgeden bölgeye değişiyor. Ortak bir irade birlikte karar vermiş gibi tepkisini gösteriyor. Yakın tarihimizden birkaç örneği hatırlatmak isterim. İki darbeci general, biri Meclis’e tosladı, diğeri sandığa… “Demokrasiye devam mı tamam mı?” sorusu gündeme her geldiğinde bu ülkenin seçmenleri gereğini yapmıştır. Silah zoruyla siyasete müdahil olmak isteyen iki komutanın toplum tarafından tasfiyesini bir örnek olarak hatırlatmak isterim. 12 Mart 1971 muhtırasını veren dört generalden biri olan Faruk Gürler, 1973’te askeri de arkasına alarak Meclis’i tanklarla kuşattı, cumhurbaşkanı olmak istedi. Meclis silahlı tehdide aldırmadı, darbe koşullarına direndi ve Faruk Gürler emekli olup gitti. İkinci örneğe gelince… 12 Eylül 1980 cuntası döneminde darbeciler bu kez de parti kurdu ve başına bir orgenerali getirdi. 1983 yılında yapılan ilk seçimde Orgeneral Turgut Sunalp’in partisi kazanacak diye beklenirken üçüncü parti durumuna düştüler, tasfiye oldular.

Özal yasakçılığa kalkınca

12 Eylül darbesinden yararlanarak Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş ve Necmettin Erbakan’ı saf dışı bırakmayı amaçlayan Turgut Özal’a seçmen yol vermedi. Askeri cuntalara direnen Meclis ve seçmen, sivil siyasetçilerin yasakçılığa başvurduğu hallerde yine aynı tavrı aldı. Bu kez cezası kesilen ise sivil siyasetçi Turgut Özal idi. Türkiye çapında yapılan referandumu kaybetti, eski siyasetçiler de siyaset alanına geri döndü. Bu örnekler de gösteriyor ki, Türkiye seçmeni yalnızca askeri darbelere değil diğer antidemokratik uygulamalara da ayar veriyor. Bu ve buna benzer birçok örnek sıralayabilirim. Toplum, karar anlarında adaletten yana tavır alıyor. Ülkenin bir ucundan diğer ucuna sağduyu ortak bir ses veriyor. Seçim sandıklarından çıkan oylar, yurttaşın bilinçli bir tercih yaptığını gösteriyor.

12 Nisan 2024, Cuma 07:00

İktidarın seçimle gelip seçimle gittiği bir ülkeyiz

“Bunlar iktidarı bırakıp gitmezler” diye düşünenlerin bir kesimi bu kaygılarını son seçimlerin ardından terk etti. En azından şüpheleri azaldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, sonuçları değerlendirirken “Türkiye demokrasisi rüştünü ispat etti. İktidar partisini seçim yoluyla değiştirebileceğini dünyaya gösterdi” diyerek bu gerçeği vurgulamış oldu. Bu konuşma ve değerlendinmenin bir rahatlık yaratması beklenirken bir itiraz geldi. MHP lideri, iktidar ortağı Bahçeli, “Bu ülke sandıkta kazanılmadı” diyerek farklı bir tutum içinde olduklarını ifade etti. Kafalar karıştı. Yeni bir tartışma gündeme geldi. Sonuç olarak bu ülkenin anayasasına göre; Türkiye’de iktidarlar seçimle gelip seçimle gider. 31 Mart yerel seçimleri bu açıdan bir sınama fırsatı oldu. Erdoğan’ın açıklamasıyla rahatlayan siyasi ortam, Bahçeli’nin karşı tepkisiyle dalgalandı. 31 Mart seçimlerinde çok ciddi bir toplum eğilimi ortaya çıktı. Toplumun ekonomik olarak en gelişkin, insan kaynakları bakımından en yetişkinlerinin ağırlıkta olduğu şehirlerin yönetimi muhalefete geçti. İktidara ise bir uyarı geldi. Bahçeli bu sözleriyle ne demek istedi bunu ayrıca analiz edebiliriz. Edildiğini de gözlüyoruz. Sonuç olarak ortada bir millet iradesi var. Üç askeri darbe görmüş bu ülkede seçimlerin sonucunda iktidarlar değişti.

İlginç bir seçim tecrübesi

12 Eylül 1980 sonrası yapılan ilk seçimlere askerler de bir parti ile katıldı. Emekli general Turgut Sunal’ın Milliyetçi Demokrat Partisi kesin iktidar olacak diye beklenirken seçmen onu üçüncü parti yaptı. Bu parti kısa sürede yok olup gitti. Seçmen iradesi ve seçim sonuçlarını yok sayan denemeler hep yenik düştü. Böyle bir yanlışlık yaşayacağımızı da sanmıyorum. 31 Mart seçimlerinin en net anlamı budur. Türkiye İran da değildir ve olamaz, bir orta Asya ülkesi de değildir. 200 yıllık bir Meclis tecrübesi vardır, en kritik zamanları Meclis’in varlığıyla aşmasını bilmiştir. Yerel seçimlerde yine karar verici bir tutum alan seçmen aynı zamanda demokrasi dışı yönelimlere karşı da bir mesaj vemiş bulunuyor. Bu sonuçların ne anlama geldiğıini zaman içinde daha iyi değerlendirebileceğiz. Kim ne derse desin, önemli bir eşik aşılmıştır. Demokrasilerde seçmen iradesinin üstünde başka bir irade yoktur.

10 Nisan 2024, Çarşamba 07:00

31 Mart’ın sayılarla sonuçları: Yerel seçimler ne söylüyor?

31 Mart yerel seçimlerinde CHP’nin kazandığı iller; ülke nüfusunun yüzde 62’sini, GSMH’nin yüzde 73.4’ünü, mevduat miktarının yüzde 84.5’ini, ihracatın yüzde 80’ini oluşturuyor. Bu bölgelerde kişi başına milli gelir 9 bin 588 dolar… AK Parti’nin kazandığı illerdeki durum ise şöyle: Bu iller, ülke nüfusunun yüzde 22.5’ini, GSMH’nin 19.4’ünü, mevduatın yüzde 12’sini, ihracattaki payın yüzde 18.7’sini oluşturuyor. Bu illerde ortalama kişi başına milli gelir 7 bin 254 dolar… Bu rakamlar, Ekonomim.com sitesinde Hüseyin Gökçe tarafından paylaşılan Türkiye İstatistik Kurumu verilerinden alınmıştır…

5 yıl önce yapılan yerel seçimlerde de CHP’nin kazanmış olduğu iller ekonomik zenginlik, yetişmiş insan sayısı gibi yönlerden daha ön planda olan illerdi. İşte bu fark şimdi daha da açılmış durumda. 2002 yılında AK Parti’yi iktidara taşıyan şartlar artık yok. AK Parti iktidara geldiğinde, askeri vesayet altındaki rejim miadını doldurmuş, siyaset de tam anlamıyla bir krizdeydi. 12 Eylül askeri darbesinin oluşturduğu yasaklar rejiminin sonu gelmişti. AK Parti başlarda demokratikleşme ve sivilleşme misyonunu üstlendi. Askeri vesayet tasfiye edildi. AK Parti’nin ilk yıllarında Türkiye, AB üyeliğine yöneldi, demokratikleşme alanında adımlar atıldı, başörtüsü sorunu çözüldü, Kürt ve Alevi çalıştayları yapıldı. Ülkenin inşaat ve altyapı kalitesi yükseldi.

Ancak şu an bambaşka bir yerdeyiz. Değişen dünyada Türkiye kazanımlarını korumakta, dünyaya ayak uydurmakta zorlanıyor. 2024 Türkiyesi çok farklı bir Türkiye. Artık yeni şeyler söylemenin zamanı geldi. İktidar da muhalefet de bunun farkında. Tabii CHP de eski CHP değil. AK Parti yönetimi seçim kampanyasında Anadolu şehirlerinde “İstanbul’daki yakınlarınıza söyleyin, AK Parti’ye oy versinler” çağrısında bulundu. Anadolu-İstanbul ilişkisi bağlamında bu gerçekten ilginç bir örnek olarak önümüzde. Geleneksel olarak partiler “İstanbul’dan Anadolu’yu etkileme” yolunu izlerler.

Ama bu kez bu formülün tersten bir versiyonuna başvuruldu. Türkiye’nin bütün ağırlıklı dinamikleri, kamuoyunu yönlendiren bütün merkezler, yeni mesajlar veriyor. Son yıllarda gelişen yeni sistem ve yeni devlet konsepti, toplum tarafından masaya yatırılmış durumda. Muhalefet ve AK Parti içinden şu eleştiriler geliyor: Meclis’in ve siyasi partilerin rolünü asgariye indiren, geleneksel devlet aygıtlarının işlevsizleştiği, sivil toplumun katılım imkanlarının çok sınırlı kaldığı, emeklinin ve asgari ücretlinin memura kıyasla önemsiz olarak görüldüğü sistem, seçmenden vize alamadı. Sivil bir anayasa, denetlenebilir bir idare, Meclis’in daha güçlü olduğu bir yasal sistem, acil bir mesele olarak önümüzde duruyor.

09 Nisan 2024, Salı 07:00

Fenerbahçe'nin isyanı

Fenerbahçe futbol takımının Urfa’da önceki gece sahayı terk ederek Süper Kupa finalinde maçtan çekilmesi, herkesi şaşırttı. Dünyada az rastlanabilecek türden bir olay yaşandı. Bu protesto gösterisini yalnızca bir Fenerbahçe gösterisi olarak algılamak yanıltıcı olur. Sonuçta Fenerbahçe olgusu sadece futbolla sınırlı bir olgu değil. Birkaç yıl önce Rizespor’la maçtan dönen Fenerbahçe, silahlı saldırganların ateşleriyle ciddi bir tehlike atlatmıştı. Bu olayı da dikkate alarak, idarenin, Trabzonspor maçında, gereken hassasiyeti göstermesi gerekirdi.

Başkan Ali Koç şöyle diyor: “Saldırganlar sahaya doluşup oyuncuları tekmeledi, ortada polis yoktu. Ne Vali ne Emniyet Müdürü bizi arayıp sormadı bile.” 11 Aralık 2023 günü, Ankaragücü Başkanı Faruk Koca’nın, sahanın ortasına kadar koşup hakem Halil Umut Meler’i yumruklaması, felaketin ulaştığı yeni bir seviye oldu. Aradan birkaç gün geçti, yumrukçu başkan, el üstünde tahliye oldu. Şerefine ziyafetler verildi mi bilmiyorum. Türk futbolu, kuruluş yapısı nedeniyle bağlı olduğu FİFA/UEFA kuralları gereği, özerk olmak zorunda. Kulüpler aşırı sert rekabet yüzünden ve biraz da taraftar baskısı nedeniyle, hesapsız transferler, harcamalar yaparak, büyük mali sıkıntılar içine düşüyor.

Ayrıca, onca harcanan paraya rağmen, batı ölçütleri içinde bakılınca, başarı sıralamasında geride kalıyoruz. Takımları finanse etmesi beklenen iş dünyasının ilgisizliği, futbol piyasasını daha da kısırlaştırıyor. Bu noktada siyaset devreye giriyor. Sağlanan maddi destek, bir süre sonra, siyasetin, kulüplerin içişlerine karışmasını beraberinde getiriyor. Son birkaç yıldır yaşanan futbolda şiddet olayları, bu olayların içinde siyasetçilerin başrol oyuncusu olarak ortaya dökülmeleri, futbolun bir eğlence ve yarışma olmaktan çıkmasına ve daha çok bir polisiye romana benzemesine yol açıyor.

Mafyalar, tetikçiler, futboldaki ranta talip olanlar, sahneyi kaplıyor. Futbol özerk olmalı. Kendi düzenini kendisi kurmalı. Futbol dışı güçlerin bu işe karışmasını önleyecek kurallar konmalı. Bu sorun yalnızca Fenerlilerin sorunu değil. Bugün bana yarın sana. Özellikle son dönemde siyasetin hemen her noktada futbolun içine el atması yanlıştı, tehlikeliydi. Buna dikkat çekecek, uyaracak bir çıkışa gerek vardı. Fenerbahçe ülkenin bir bakıma en büyük sivil topluluğu olarak çıkışını yaptı. Bu, Türk futbolunun geleceğinin meselesi. Diğer kulüplerin de benzer bir çaba içine girmesi gerekiyor. Bir dönüm noktasındayız. Futbol, kendi yarasını kendisi saracak bir yeniden yapılanma içine girmeli.

05 Nisan 2024, Cuma 07:00

Geniş cephe stratejisi

Kılıçdaroğlu’nun son yıllarda adım adım inşa ettiği “muhalefet cephesi” girişimleri, 31 Mart 2024 seçimlerinde semeresini verdi. Bu stratejinin temeli neydi? Bizim sosyalist harekette çok kullandığımız bir deyim var: Geniş Cephe Stratejisi. Bu stratejinin esası, rakibi mümkün olduğu kadar tecrit etmek üstünedir. Kendi saflarını genişletirken, rakibin çevresini daraltacak adımlara başvurmak üstünedir. Kılıçdaroğlu, ilk kalıcı adımları 2019 yerel seçimlerinde attı.

İttifak siyasetiyle, İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, İzmir, Antalya gibi merkezlerde seçimler kazanıldı. Yüzde 25 civarında bir oy potansiyeli olan CHP, muhalefet partilerini bir çatı altında toplayıp “Gelin birlikte yüzde 50’yi aşalım, iktidar olalım” demişti. Muhalefet adına umutların arttığı, “Artık kazanıyoruz” psikolojisinin güçlendiği bir dönem yaşandı. 14 Mayıs 2023 seçimlerinde beklenen olmadı, Millet İttifakı, hedefine ulaşamadı. Seçimlerin ardından Millet İttifakı dağıldı. AK Parti, 10 ay sonra yapılacak olan yerel seçimler konusunda da artık daha rahattı. Fakat daha 2023 yazından itibaren toplumdaki hava değişmeye başladı. Çünkü seçimlerden hemen sonra dövizde sert bir yükseliş ve sert bir enflasyon gerçekleşti. Ekonomik zorluklar içindeki halk, özellikle de emekli günden güne homurdanıyordu. Bu şikayetler toplumun değişik kesimlerinde giderek yoğunlaştı ve 2024’te de artarak devam etti. Bu kez cepheyi partiler değil seçmen oluşturdu. 31 Mart yeni bir döneme kapıları açtı.

Yeni Dönem

CHP’nin izlediği geniş cephe siyaseti, bundan sonra ne sonuçlar verebilir? CHP bir kitle partisi. İçinde, “DEM’lileri belediyenin kapısından sokmam” diyen de var, “Kürt meselesini Meclis’te müzakere masasına biz getirebiliriz” diyen de… “Çözüm süreci” günlerinde, üzerinde çok durduğumuz bir konu, CHP’nin bir şekilde sürece dahil edilebilmesiydi. Bir süredir CHP bu konuda açık bir tutum içinde. Bu konuyu, bir iç gerilim meselesi olmaktan çıkararak, ortak bir derdi ortaklaşa çözebilecek olgunluk seviyesine ulaşabilecek miyiz?