Şirin Sever

18 Nisan 2024, Perşembe 07:00

‘Aman ne ucuz ki artık’ demeyin, tavrınızı koyun!

Ne pahalı ne değil, artık anlamıyorum... Acayip uçuk bir fiyatı gayet normal buluyorum, ucuz bir şeyin de çok pahalı olduğunu düşünüp tepki gösteriyorum. Akıl tutulması gibi. Ama tek bir kurabiyenin de 110 TL etmeyeceğini biliyorum! O kadar da değil. Malum, Kuzguncuk’ta tanesi 110 TL’ye satılan kurabiye konuşuluyor günlerdir. Alan kişi önce kilosu 110 TL sanıyor, alınca görüyor ki tek bir kurabiye 110 TL. Mesele ‘alamamak’ meselesi de değil; enflasyon bahanesiyle fırsatçılık yapılması. Asıl bunun üzerinde durulması gerekiyor. Çünkü bu durum bütün piyasayı tetikliyor, zincirleme bir şekilde herkes şirazesinden çıkıyor. “Alan var ki o fiyatı koyuyor adam” diyebilirsiniz... Doğrudur, arz talep meselesi olabilir. Ancak fahiş fiyata tepki gösterilmezse, bütün kurabiye fiyatlarının o seviyeye çıkacağını, bu fırsatçılığın daha da artacağını unutmayın. Bu arada kurabiye sadece bir örnek; böyle çok şey var örnek gösterilecek. İşte o yüzden yapmayın! 110 TL’lik o kurabiyeyi almayın ki, yapmasınlar. Yapamasınlar! Ben kendi adıma şunu söyleyeyim: Fiyatını duyunca şaşırdığım şeyi almaktan vazgeçiyorum. Bir pet şişe suya 80 TL istediklerinde, almıyorum. Protesto ediyorum. “Kalsın, bu fiyata almayacağım” diyorum ve bundan da hiç utanmıyorum. Kişisel olarak bu protestoyu yapmazsak, gerçekten hiçbir şey alamayacak hale geleceğiz. Ne yapacağız peki? Kendi çözümlerimizi üreteceğiz. Evde yapıp yanımızda taşıyacağız. Kurabiyeni evde yap çantana at, kahveni evde yap termosa koy, yemeğini de yapabiliyorsan yanında taşı. Sosyal medyada bunun için yüzlerce alternatif var. Üstelik dışarda yediklerinden daha sağlıklı, daha doyurucu, daha kaliteli olacak. Pahalılıktan turistin de İstanbul’dan el ayak çekmesine çok az kaldı! Turisti de geçtim; tavrımızı koymazsak yakında bir kafede/ restoranda oturmak bile hayal olacak. İzleyelim görelim.

‘Yemediğini eve götür’ akımı

Sosyal medyada yeni bir akım başlamıştı bir süre önce... Lokantada yediği yemeği bitiremeyenler, kalanları çantalarından çıkardıkları saklama kabına koyarak eve götürüyorlar. Bir kadın yaptı ve “Şimdi herkesi bu akımı yapmaya davet ediyorum” dedi. Epey de yayılmıştı. Elbette kimileri de tepki gösterdi buna. Oysa çok normal. Anormal fiyatlara yemek yiyoruz artık. Satın alma gücü açısından İstanbul’un ne kadar pahalı olduğu da ortada. İnsanlar yemeklerini bitiremiyorsa paket yaptırsın elbette. Dünyanın her ülkesinde var bu adet ama bizde gösteriş yapma kültürü çok yaygın maalesef. Bence yapanlar şahane yapıyor, kimseyi umursamayın, siz de yapın. Para kolay mı kazanılıyor?

Ne anneymiş arkadaş!

önce Metin Akpınar’ın bir kızı olduğu ortaya çıktığında düşüncelerimi yazmıştım... Bir çocuk doğuracaksan, baba adayının da haberi olmalı. Ortak kararla yapılmalı. Diyelim habersiz yaptın o çocuğu, yıllar sonra o çocuklar babanın karşısına çıkıp ‘beni bağrına bas’ dediğinde işler öyle Türk filmlerindeki gibi olmayacaktır. Nitekim, izliyoruz olanları. Baba kız arasındaki olaylar durulmuyor. Taraflar kılıçları çekti, birbirine olmadık şeyler yapıyor. Bunu da geçtik, asıl mesele Akpınar’ın kızı Duygu Nebioğlu değilmiş. Asıl olay anne Suphiye Orancı imiş! Metin Akpınar’ın kızı Duygu Nebioğlu, “Ablamın babası da ünlü bir gazeteci” demez mi? Ortaya çıktı ki, Uğur Dündar’dan bahsediliyor. Dündar ise jet hızla açıkladı: ‘DNA testi yapıldı, baba ben değilim.’ Abla Dilara G. sonucu kabul etmedi, itiraz edecekmiş. Peki sıkı dostlar Metin Akpınar ve Uğur Dündar aynı kadınla mı birlikte olmuş, mevzunun o kısmı meçhul, oraya gelinemedi bile! Dahası, Duygu Nebioğlu annesini bulmak için Müge Anlı’ya çıktı. Çünkü anne ortada yok! Vay be, ne Suphiye’ymiş, ne aileymiş arkadaş! 4 bebek doğurup onları terk etmiş, Almanya’ya gitmiş, orada da başka çocuklar yapmış kadın. Bütün bunlar film olsa ya da ‘arkası yarın’ tadında dizi çekilse ‘saçmalık’ der kapatırsın ama hepsi de gerçek hikaye. Acıklı olansa, büyüklerin cezasını çocukların çekmesi. Bir genç kız her gün gazetelerde/televizyonlarda babasının ilgisini ve parasını istiyor, güya hakkını arıyor, annesini bulmaya çalışıyor falan... Keşke istenmediği hayatlara dahil olmaya çalışmak yerine, kendi hayatına devam etse, kendiyle barışsa, kendini sevse sadece. Emin olsun ki bu diğerlerinden daha kolay.

Threads geldiği hızla gitti

15 Nisan 2024, Pazartesi 07:00

Boş şişeni götür, yeniden doldur, plastik kullanımını azalt!

OMO, Migros işbirliği ile yeniden dolum ünitelerinin sayısını artırdı. Ortaköy 3M Migros, Ankara 5M Migros Ankamall ve İzmir 5M Migros Forum Bornova’ya boş şişeyle git, yeniden doldur; hem daha ucuza alışveriş yap, hem de plastik kullanımını azalt!

Gezegenimizin karşı karşıya kaldığı en önemli sorunlardan biri, iklim krizi. O yüzden de son yıllarda birçok yerden sürdürülebilirliğin ne kadar önemli olduğunu duyuyoruz, atıklarımızı azaltmak ve dönüştürmek istiyoruz. Fakat bunları hayatımızın, günlük rutinlerimizin içinde ne kadar uygulayabiliyoruz? Aslına bakarsanız, gerçek değişimden bahsedebilmek için kolektif bir çaba gerekiyor. Yani herkesin elini taşın altına sokması şart! Kurumların, kanun koyucuların çalışmalarının yanında şirketlerin de kendi içerisinde dönüşümden geçmesi, bunu yaparken sürdürülebilir adımları insanların da dahil olabileceği formatlarla toplumla buluşturması önem taşıyor. Geçenlerde tam da bunları düşünürken, şahane bir projeden haberdar oldum. Alışveriş sırasında bile plastik ayak izimi azaltabileceğimi öğrendim!

TEMİZ GELECEK VİZYONU

Türkiye’nin sevilen çamaşır bakım markalarından OMO, Migros işbirliği ile Yeniden Dolum Ünitesi’ni yeni noktalarda faaliyete geçirmiş bulunuyor. ‘Temiz Gelecek Vizyonu’ doğrultusunda ürün içeriklerinden onu saran ambalajlara kadar içten dışa bir dönüşüm içinde olan OMO, plastik ayak izini azaltmak için de kolay ve uygulanabilir çözümler geliştirmeye devam ediyor. Tüketicilerin OMO Sıvı Deterjan şişelerini tekrar kullanmasını mümkün kılan OMO Yeniden Dolum Ünitesi de bunlardan biri. İlk denemesi İstanbul’da Ataşehir 3M Migros mağazasında yapılan OMO Yeniden Dolum Ünitesi ile tüketiciler boş OMO sıvı deterjan şişelerini yeniden doldurabiliyor. Böylece şişelerin birer atığa dönüşmesinin önüne geçilirken doğaya duyarlı bir adım atan tüketiciler de plastik ayak izlerini azaltmış oluyor.

İSTANBUL, ANKARA, İZMİR’DE

Bir yılda 12 bine yakın dolum yaparak plastiksiz çözümleri daha ekonomik fiyatıyla sunan OMO, daha çok insana ulaşmak için ünitelerini üç yeni noktayla buluşturuyor. OMO ve Migros iş birliğiyle Yeniden Dolum Üniteleri şimdi de Ortaköy 3M Migros, Ankara 5M Migros Ankamall ve İzmir 5M Migros Forum Bornova mağazalarında müşterilerin hizmetine sunuluyor. OMO Yeniden Dolum Ünitesi’ni kullanmak isteyen tüketicilerin tek yapması gereken OMO Sıvı Deterjan şişelerini yanlarında getirmek. Beyaz çamaşırlar için OMO Active Fresh Cold Power Beyazlar, renkli çamaşırlar için ise OMO Active Fresh Cold Power Renkliler Sıvı Deterjan seçeneklerini sunan ünite, iki farklı boyutta şişeyi yeniden doldurabiliyor. OMO Sıvı Deterjan şişeleri, dolum işlemi için istenildiği kadar kullanılabiliyor.

HEM DOĞAYA HEM BÜTÇELERE YARIYOR

14 Nisan 2024, Pazar 07:00

7 gün sıvıyla beslendim ve açlıktan ölmedim!

Demiştim, herkesin bayramdan anladığı başka... Kimi için baklavalı börekli kalabalık aile sofraları, kimi için tatil, kimi için de nefes alma, kendine dönme zamanı. Ben son gruba aitim. Bu 9 günlük bayram tatilini arınmaya yani hem vücudumu hem ruhumu temizlemeye ayırdım. Kilolardan arınma, kışın depresifliğinden arınma, bana iyi gelmeyen her şeyden arınma diye okuyun işte siz! Bodrum’a giden dostlarımın peşine takıldım ve detoks yaptım! Zaman zaman yaptığım 3 günlük ‘raw food’ yani çiğ beslenme diyetlerinden de değil üstelik. Bu kez 7 gün sadece sıvı ile beslendim! Daha önce ‘asla yapamam, ben aç kalamam, açken ben ben değilim’ diye düşünürdüm ama yaptım! Vallahi başardım. Kendimi sizin huzurlarınızda da kutluyorum. İnanılmaz bir deneyimdi. Bu deneyimi sosyal medyada paylaşırken, herkes o kadar çok arayıp sordu ki ‘nasıl, zor mu, yapabilir miyiz?’ diye; yazmak istedim ben de. Herkesin merak ettiği şeyi en başta söyleyeyim; açlıktan ölmüyorsun! Garip şekilde iyisin, öğleden sonra biraz düşüyorsun ama kendini dinlemiyorsun, oluyor. Şu da önemli: Sizi motive edecek, vazgeçeceğiniz anda sizi yükseltecek, gaza getirecek, ‘devam’ diyecek bir arkadaş ya da bir grup arkadaş süper olur ama tek yapacaksanız da buna kendinizi siz inandıracaksınız. Çünkü kararlılık şart! Sonrası kolay. Bir meditasyon kampındasın. Gün boyu sıvı besinlerle, destek ilaçlarla, vitaminlerle seni besliyorlar. Gerisi de sende! Gününüzü yoga, güneşlenme, masaj, spor, mental sağlığınız da dahil bakımlarla dolduruyorsun. Film mi izlersin, kitap mı okursun sana kalmış ama kendini dışarıya kapatacaksın. Peki hiç mi acıkmadık? Hem de nasıl! Instagram’ı açıyoruz yemek videoları izliyoruz, ‘en çok şunu yemek isterdim’ diye hayaller kuruyoruz, yürüyüşe çıkarken önünden geçtiğimiz ciğerciye kedi gibi bakıyoruz falan. Ne acıklı haller, ne komiklikler... Ama işte karar verdik bir kere ve yaptık!

NEDEN DETOKS YAPMALI?

10 yıldır Dünya Sağlık Örgütü listesinde Avrupa’nın en şişman ülkesi olarak birinci sıradayız. Hey maşallah! Yedikçe yiyoruz, akşamları içiyoruz, hamuru da pek seviyoruz. Sağlıklı beslenenlere de dudağımızı bükerek bakıyoruz üstelik, ne sıkıcı diyoruz. Sigara, alkol gibi alışkanlıkları da ekleyin; o biricik vücudumuza neler ediyoruz neler! İşte bu yüzden arada detoks yapmak şart! Detoksu, vücuda katı gıdanın girmediği bir tür oruç sayarsak… Amaç, vücudu birikmiş toksinlerden arındırmak. Sindirim sistemini yavaşlatıp dinlendirmek. Taze meyve ve sebzelerin canlı enzimlerinden, alkali minerallerden ve yoğun antioksidan içeriğinden yararlanmak. Yani temiz beslenmek. Genelde olay şöyle işliyor: Bu detoks otellerine girer girmez, önce vücut ölçümleri yapılıyor. Sonra bu ölçümlerle doktor ve diyetisyenin karşısına geçiliyor, çeşit çeşit programlardan biri seçiliyor. Master Detox, tamamen sıvı beslenme. Raw Food, çiğ beslenme. Sıvının dışında meyve-sebze de var. Ayrıca ketojenik, anti aging ya da düşük kalorili programlar da var. Size uygun olan neyse o seçiliyor. Uzmanlar metabolizmayı düzenliyor, kan şekerini, kolesterolü dengeliyor. Hangi programı seçerseniz seçin; masaj, spor, yoga, akupunktur, vitamin takviyeleriyle destekliyorlar. Hiç burun kıvırmayın, Fortune dergisi detoks için ‘modern zamanların dini’ tanımı yapıyor. O kadar önemli! Hele ‘raw food’ yani çiğ beslenme trendi tüm dünyada çılgınlık halinde. Çiğ sebze, meyve, kuruyemişler ve yağlı tohumların tüketimine dayalı sistemde; pişirilen besinlerin vitamin ve enzimlerinin öldüğüne inanılıyor.

ORTAYA KARIŞIK SAYIKLAMALAR

* Hatay’daki taksiciler bayramda, “Biz bize yeteriz” diyerek mezarlıklara ücretsiz ulaşım sağlamış. Helal olsun, acıyı paylaşmak, destek olmak ne kıymetli şey. Ama dedim ki içimden; her şeyini kaybetmiş, acı içindeki bu insanlara yerel yönetimler, şehrin ileri gelenleri, yöneticiler bu jesti yapsaydı!

* İGA İstanbul Havalimanı’nın terapi köpekleri çok tatlı... Dünya basınına da haber olan sevimli patiler, uçuş korkusu yaşayanları pozitif enerjileriyle sakinleştirmekle görevliler. Özel eğitilen Kuki ve Alita, uçuşların yoğun olduğu zamanlarda dış hatlar yolcu alanında görev alıyor. Veteriner hekim ve bakıcıları eşliğinde yürüyorlar. Bence şahane bir proje. Hatta uçak içi ekranlarda da kedi köpek videoları yayınlanmalı çünkü izlerken transa geçiliyor. Resmen tarapi!

11 Nisan 2024, Perşembe 07:00

Herkesin bayramı kendine...

Her bayramın dilemmasıdır.. Tatile mi gitsek, sakin şehrin tadını mı çıkarsak? Hele bayram tatili 9 güne çıkınca, kavimler göçü gibi yollara dökülüyor millet. Uçaklar, otobüsler, trenler, yollar tıklım tıkış. Dile kolay; toplam 30-35 milyon kişinin seyahat etmesi bekleniyormuş. Hal böyle olunca da tatil yerleri kalabalıklaşıyor ama İstanbul bomboş kalıyor. Yani İstanbul’un en şahane zamanları.

Nefes alabildiğimiz tek zaman dilimi. O yüzden en çok bayramda İstanbul’da kalmayı seviyorum. Sakinlik çöküyor şehre, trafik azalıyor, kuyruklar kayboluyor, mis gibi bir şehir oluyor. Ben de tam şehrin tadını çıkarayım, dolap temizliği, spor yapayım, ne güzel işte kendimle ilgileneyim diye planlar yaparken, kendimi Bodrum yollarında buldum. Sanmayın ki baklavalı börekli bir tatil için; resmen ve büyük ısrarlar sonucu detoks yapmaya geldim Bodrum’a! Arkadaşlarıma minnetarım, hiç aklımda yokken beni zorladıkları için, beni motive ettikleri için, beni buna inandırdıkları için. İnsanın böyle arkadaşları olmalı işte. Detoks konusunu size sonra yazacağım tabii, önce Bodrum’dan bildireyim biraz…

Yollardan korkuyordum açıkçası. Cumartesi sabahı 11.00’de yola çıktık. İstanbul çıkışında ve akşam üzeri Bodrum girişinde çok az trafik vardı, o kadar. Aslına bakarsanız bu kadar kolay olacağını hiç düşünmemiştim. Türkbükü’nde gece bir tek Miam açıktı ve tıklım tıkıştı. Bodrum ahalisi tek açık yeri doldurmuştu anlayacağınız. Yer bulmakta zorlandık, öyle bir izdiham. Ertesi sabah yürüyüşe çıktığımızda ise Türkbükü sahili terk edilmiş şehir gibiydi. Kimsecikler yoktu, her yer kapalıydı. Arife günü sokakta tek tük insanlar görmeye başladık neyse ki; birkaç mekan da hazırlık yapıyordu. Şaşırdık bu kadar sakinliğe çünkü sezon mayıs ortası gibi açılsa da, bayram için de bir hazırlık olur sanmıştık. Sonuç? Herkes el mecbur meşhur köy kahvesinde sosyalleşiyor. Sonra Bodrum’un diğer bölgelerindeki arkadaşlarımızla konuştum, tıklım tıklım dediler. Demek ki Türkbükü’ne özel bir sakinlik dedik. Bayram günü ortalık hareketlendi neyse ki...

Yolda yürüyüş yapanlar, tanımasa da birbirinin bayramını kutlayanlar, tatlı ve huzurlu bir bayram var burada. Tabii kimileri için bayram; baklavalar, börekler, şahane sofralar demek ama benim kendime dönüp, ruhumu ve midemi arındırma bayramım bu bayram. Herkesin bayramı kendine sonuçta, değil mi? O zaman iyi bayramlar diliyorum herkese.

LAHMACUN ALTIN GİBİ!!

Biz tam sıvılarla beslenip, aç şekilde dolaşırken Bodrum’un güncel lahmacun fiyatları önümüze düştü. Daha erken, sezon açılmadı ama olsun erkenden bilelim: Bodrum’da bir lahmacun ve ayranın menü fiyatı 900 TL’ye çıkmış. Ben kendim adıma ‘oha!’ diyebilirim ama yiyebilene/ satabilene ne denilebilir ki? Hayırlı uğurlu olsun! Tabii sosyal medyada bu haberin altına, “Yok böyle bir şey, yediğiniz yere, aldığınız hizmete göre değişiyor” diye yazan da var, “Siz de lüks mekanlara gitmeyin, esnaf lokantasında yiyin” diyenler de var.

Her sezon başlangıcında aynı mevzu. Oysa anlaşılmayan şey şu: İtiraz edilen/hayret edilen o lahmacun değil; total olarak artan fiyatlar, enayi gibi hissettiren paralar, günün sonunda her şeye yansıyan bu saçmalık! Elbette o fiyatı lahmacuna değil; bir lahmacun ve ayrana o parayı verebilen insanla aynı yerde oturmak için ödüyorsun. Yapan yapsın kime ne? Ama işte ‘nasılsa ödeyen var’ algısı her şeyi altüst ediyor. Normal bulmak biraz anormal her şeyden önce.

NİSAN DEMEK ADANA DEMEK!

07 Nisan 2024, Pazar 07:00

Bu neyin kafası?

Düşünün, evli mutlu bir hayat yaşıyorsunuz... Bir gece eski sevgililerinizden biri, sizinle eskiden çektirdiği bir fotoğrafı sosyal medya hesabına koyup altına da “Kocam benim, çok seviyorum seni” yazıyor. Sizin kişiyle bir alakanız kalmamış üstelik. Karınızın ne hissedeceğini düşünsenize? Ya da ailenizin, çevrenizin? Temizle temizleyebilirsen. Şimdi söyleyin bu neyin kafasıdır?

Ayşe Hatun Önal’ın yaptığı tuhaf paylaşımdan söz ediyorum. Yıllar önceki sevgilisi Mehmet Ali Çebi ile eski fotoğraflarını paylaşıp altına da böyle yazmış geçenlerde. Çebi deseniz, Selin Demiratar’la gayet mutlu bir evliliği var. Geçen gün bir masada konuşuldu bu konu, hayret ettim. Tarafları tanıyan arkadaşlarımdan dinledim çünkü; olay geçmişte kalmış. Çebi’nin de böyle bir görüşmesi olmamış yakın zamanda. Ayşe Hatun Önal nasıl bir kafayla yaptı bunu, bilmiyorlar. Herhalde uyarıldı ki, hemen sildi fotoğrafları ama sonuçta izi kaldı. Herkes şimdi bu olayı konuşuyor. Allah insanları kendini bilmezlerden korusun; zira bozulan huzuru yeniden inşa etmek zor olabiliyor. Herkesin başına gelebilir; sağduyulu olmak şart.

 

Eda’ya da yakışmaz mıydı?

Arnavut asıllı İngiliz şarkıcı Dua Lipa İstanbul’a gelmiş. Gelmiş dediysem balmumu figürü gelmiş, Madame Tussauds İstanbul müzesine yerleştirilmiş. Baktığınızda, gerçeğinden ayırt etmek imkansız. Dünyanın en ünlü müzelerinden biri olan Madame Tussauds, ünlü isimlerin gerçeğe yakın figürleriyle meşhur olmuş bir müze. İstanbul’daki müzede de müthiş ünlü figürleri var; gitmenizi görmenizi tavsiye ederim. Yazıyı yazma nedenime geleyim; Fenerbahçeli voleybolcu Eda Erdem’in yakın zaman önce stadın önüne konulan ve tartışılan heykeli! Türkiye için bu kadar önemli bir ismin heykeli için de, bu kadar özenilseydi keşke. Bizim heykel işinde başarılı olmadığımız ortada, zorlamanın manası yok ki! İyi yapan biri varsa ders alınır, bu kadar basit. Dua Lipa’ya bakın karar verin.

04 Nisan 2024, Perşembe 07:00

Ülkeye bayram havası getiren kadınlar...

Geçtiğimiz haftalarda Fenerbahçe-Trabzonspor maçında yaşanan talihsiz olayları konuşuyorduk. Hani şu sahaya giren taraftarlar, kendini korumak için onlara saldıran futbolcular, sağduyudan yoksun bir ton açıklama... Takip eden günlerde de Fenerbahçe ve Galatasaray’ın kadın futbol takımları arasında oynanan maça dair haberler yer aldı gazetelerde... ‘Maç harika görüntülere sahne oldu’ denildi, “Keşke bütün derbiler böyle güzel olsa” başlıkları atıldı. Türkiye’ye büyük gurur yaşatan Filenin Sultanları gibiydi kadın futbolcular da. Onca maça, onca başarıya, onca şampiyonluğa rağmen tek olumsuz haberleri yok.

Kadınlar böyle işte; kavgasız, gürültüsüz, kibar ve barışçıl. Elbette istisnalar vardır ama kabul edelim ki kadınlar çok daha pozitif. İşte pazar günü gerçekleşen yerel seçimlerde zafer kazanan kadınlar, bizi bu yüzden sevince boğdu; kadın sporcuların yaşattığı duyguyu yaşattı. Erkek egemen, asık suratlı, bıyıklı sakallı politika dünyasında kadınların çoğalması hepimize iyi geldi, yalan mı söyleyelim? 5’i büyükşehir olmak üzere toplam 11 ilde kadınlar seçimden zaferle çıktı. Hem de hiç tahmin edilmeyen, şans verilmeyen yerlerde oldu bu! Az evet, yetmez evet ama ‘buna da şükür’ dedik, çok sevindik. Tekrar güvenoyu alanlar dışında, çoğu kadın ‘ilk’leri de başardı aynı zamanda... Neler mi onlar, hatırlayalım...

ONLAR ‘İLK’LERİ BAŞARDILAR

Edirne mesela, tarihinde ilk kez bir kadın başkan tarafından yönetilecek. Oyların 46.6’sını alan Filiz Gencan Akın aynı zamanda bir hukukçu.

Tekirdağ’da Candan Yüceer de oyların yüzde 50.1’ini alarak kentin ilk kadın belediye başkanı oldu. O bir hekim.

Eskişehir de kadın başkana ‘evet’ diyen şehirlerden. Ayşe Ünlüce, şehrin 25 yıllık belediye başkanı Yılmaz Büyükerşen’in koltuğuna oturdu.

Diyarbakır ise Ayşe Serra Bucak Küçük’ü belediye başkanı seçti.

31 Mart 2024, Pazar 07:00

Tiyatro patlaması var

Resmen bir tiyatro patlaması yaşanıyor güzide ülkemizde. Bağımsız tiyatrolar, klasik ve yeni nesil oyunlar, yerli ve milli stand up’lar derken sahnelerde müthiş coşku var. Hiç şikayetçi değilim, şahane bir zenginlik ama her birine yetişmek mümkün olmuyor, o derece bir oyun enflasyonu. Allah başka dert keder vermesin tabii. Geçenlerde bir masada bu konu açıldı... Herkes bu tiyatro bolluğunu saatler süren dizilere bağladı. ‘Aynı şeyleri görmekten sıkıldık yahu’ diyenler de oldu. Doğrudur; insanlar başka mevzular, canlı kanlı bir şeyler izlemek, birlikte gülmek de istiyor. Tiyatroya gitmek, aynı zamanda sosyalleşmek de demek. Ayrıca hayranı olduğu ünlüyü canlı canlı tiyatro sahnesinde izlemesi başka bir doyum. Öte yandan seyirci ilgisi arttıkça, dizi oyuncularının arka arkaya tiyatro sahnelerine çıkışı da arttı farkındaysanız. Arz talep meselesi. Bir de sahnede daha özgür olabilmek, RTÜK kaygısının olmaması da sebepler arasında. Peki tiyatro oyunları çok mu ucuz da bu kadar ilgi görüyor, her oyunda salonlar dolup taşıyor? Aslına bakarsanız ünlü isimlerin yer aldığı oyunlar epey pahalı. Hoş neyin pahalı, neyin ucuz olduğunu anlamakta zorlandığımız şu dönemde tiyatroya ucuz ya da pahalı demek de kişiye göre değişir. Yeni nesil stand up’ların fiyatları 200-300 TL’den başlıyor mesela. Stand up’ın babaları Cem Yılmaz ve Ata Demirer gibi isimlerin bilet fiyatı 1000-1.500 TL civarı. Yere göre de yükseliyor. Özel sahnelerde oynanan oyunların kimi pahalı çünkü prodüksiyonu, oyuncu seçimi, kadrosu da ona göre. Ama en az birkaç oyuna gidenler bilir ki; salonlar hep tıklım tıklım. Hatta popüler oyunlara yer bulmak mümkün bile olmuyor. Bu ilgi de her sezon sayısız oyunun sahnelenmesine, sayının daha da artmasına sebep oluyor. Yani bize, seyirciye yarıyor.

Zerrin Tekindor

SEZONUN EN İYİLERİ

Elbette bana göre! Dediğim gibi tiyatrolarda o kadar iyi oyunlar var ki; elimden geldiğince hepsini izlemeye çalışıyorum. Herkes de oyun seçerken ‘gidelim mi, iyi mi?’ diye bana soruyor. O zaman size bir demet tavsiye...
* Toz; Zerrin Tekindor’un tek kişilik şovu muazzam.
* Saatleri Ayarlama Enstitüsü; Serkan Keskin’in onlarca kişiyi canlandırdığı oyun, kurgusu ve rejisiyle baş döndürüyor.

28 Mart 2024, Perşembe 07:00

İnsanı zorla köpek düşmanı yaparsınız siz!

Yine bir köpek dehşeti, yine suçunu kabul etmeyen sahipler! Senaryo hiç değişmiyor maalesef. Bu kez İstanbul Beylikdüzü’nde yaşanıyor olay. Sosyal medya fenomeni Banu Parlak’a ait Alabay cinsi ‘Drago’ adlı tasmasız köpek, komşusuna ait ‘Leo’ isimli Maltipoo Terrier cinsi köpeğe saldırıp ölümüne yol açtı.

Görüntüleri izlerken bile dehşete düştüm, ölen köpeğin sahipleri kim bilir ne hissetmiştir? 3 kişi iri köpeği durduramıyor, geri çekemiyor, küçücük köpeği ağzından alamıyor. Küçük köpek yerde kanlar içinde. Sahipleri feryat figan ağlıyor. Ama fenomen denilen Banu Parlak isimli şahıs, (neyin fenomenidir bunlar, onu da hiç anlamıyorum ya neyse!) şöyle bir açıklama yapıyor:

“Köpeğim başka bir köpeği koklamak ve oynamak için yanına gittiğinde diğer köpeğin sahipleri tarafından şiddete maruz kalmıştır. Şiddet neticesinde saldırgan bir tavır sergilemiştir. Bu kötü hadisenin sebebi Drago değildir.” Kısmen doğru! Bu kötü hadisenin sebebi, sen ve senin gibi köpek sahiplerinin rahatlığı, pişkinliği ve sadece kendinizi haklı görmenizdir. Tasmasız, ağızlıksız bir köpeğin küçük bir köpeğin yanına sokulmasına nasıl izin verirsiniz ya? Kafayı mı yediniz? Bir de pişkin pişkin karşı tarafı suçluyorlar ya, en çok da buna kızıyorum işte! Biraz izan, biraz utanma yahu! Ölen köpeğin sahibi Yasemin Kılıç, “Banu Parlak katildir, yargılanmasını en ağır cezayı almasını istiyorum” diyor ama maalesef öyle olmayacak.

Bakın, Banu Parlak’a ‘5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun 5. maddesi gereği 4 bin 800 lira para cezası kesildi sadece. Leo ise yaşadığı evin ön bahçesindeki en sevdiği yerde gözyaşları içinde toprağa verildi. Bu kadar işte. İşin başka bir yanı daha var; köpek sahipleri aşırı bilinçsiz. “Köpeğine tasma tak, ağızlık tak” dediğinde, bunu hakaret olarak algılıyor. Kardeşim, bu hakaret değil, gereklilik. Evinde istediğin gibi yap ama ortak yaşam alanlarında kural bu. İnsanları zorla köpek düşmanı yapmayın yahu!

Beyin yıkama yağlama yeri

Geçen gün Gonca Vuslateri’nin YouTube sohbetinde modacı Hakan Akkaya’yı izledim. O kadar hislerime tercüman oldu ki, hemen paylaşmak istedim. Diyor ki Hakan Akkaya; “Tek istediğim şey Instagram’ın kapatılması...”

Niye istiyor peki bunu? Anlatıyor: “Fazla feminen insanları görmek istemiyorum artık, komik değil bu! İkincisi abuk subuk insanların komik olma çabalarını görmek istemiyorum. İğrenç bir şey... Sosyal medya ile alakalı her şey iğrenç bence. İnfluencer’lardan da nefret ediyorum. Sen hayatta ne yapıyorsun? ‘Kahve içiyorum ve çekiyorum...’ Bu ne? Ben bu insana nasıl saygı duyayım?”