Tuğçe Özcan

18 Kasım 2020, Çarşamba 09:42

Sonbahar renklerini ne zaman kaybetti?

Bir zamanlar sonbahar, şehirde yaşayan genç kadınlar için kalp çarpıntısı ve tatlı bir yenilenme ihtiyacı içinde geçen keyifli bir mevsimdi. Sonbahar yazdan çıkan yorgun bedenleri dinlendirir, kırık kalpleri sakin sakin okşardı sanki. Her sonbaharda karar verirdik gelecek yılın muhteşem geçeceğine. En güzel filmler sonbaharda vizyona girer, sokaklarda kestane kokusu duyulmaya başlanırdı.

Ne üşütürdü sonbahar, ne terletirdi.

Ne yaz gibi terden sırılsıklam eder, ne kış gibi kat kat giydirirdi. İş yerlerinde motivasyonu en yüksek sezondu bana göre. Çünkü tatile, denize, kuma, D vitaminine doymuş bedenlerimiz canla başla çalışarak ay sonunu getirirdi.

Sonbahar kara kış gelmeden dışarıda sosyalleşmek için harika günlerdi. Çizme ve trençkot giymek, pazar tezgahlarında enginar, bal kabağı görmek demekti.

Okula gittiğim çağlarda bile yeni defter, kalemler alınacak olması hep benim için sonbaharın güzellikleriydi. Mutlaka okuduğum kitabın arasına kurumuş bir yaprak koyardım.

Doğanın en güzel renkleri cömertçe sonbaharda karışırdı birbirine. Gökyüzünün mavisi, kızaran yapraklar, sararmış otlar, arada hala göz kırpan yeşillerle parklar Monet tablosuna bürünürdü.

Yazın büyük bir aşka tutulmuş olanlar muhtemelen sonbaharda evlilik hayalleri kurarken, kırık kalpler de kendini tamir ederdi. Sanki sonbahar bir zamanların Yalancı Yarim filmi gibiydi. Bütün kadınlar Emel Sayın, bütün erkekler Tarık Akan'dı.

02 Eylül 2020, Çarşamba 17:08

Bir salgında dünyaya gelmek

Nisan ayının sonlarıydı, Corona virüs zirve yapmış, sokağa çıkma yasakları uzuyordu. İşte bu keşmekeş içinde minik oğlum hayata gözlerini açtı.

Corona virüs vakalarının olduğu katlar izole edilmiş olsa da, içimde müthiş bir tedirginlikte girmiştim hastaneye. Resmen terk edilmiş, bomba atılmış gibiydi. Kafeterya, bankolar, danışmalar; hepsi kapalı. Sadece acil vakaların ve corona virüs hastalarının kabul edildiği hastane içimizi ürpertti.

Babaları doğumhaneye almadılar, ziyaretçi gelmesi yasak. Hastane koridorlarından anneannelerin mutluluk sesleri gelmiyor. Odamda sabah yataktan 2 kişi koluma girip kaldırırken, akşam evime çıktığımda ayaklanıp her işi kendim halletmem gerekti. Eve gittiğimde beni neyin beklediğini bilmediğim için hastaneden taburcu olmak istemedim. Ağrı yaşama, uzanıp dinlenme lüksüm olmadı hiç. Sokağa çıkma yasağında doktor kontrollerine gidip geldik, İstanbul hayalet şehir gibiydi. En yakınlarımız mecburen uzak kalmanın burukluğunu yaşadılar. Öyle tüylü taçlar takıp ipek pijama giyilen bir lohusalık dönemim hiç olmadı benim. Çoğu gün eşimle 1 buçuk saatlik uykularla minik bir canın dış dünyaya alışmasına yardımcı olmaya çalıştık.

Bebek bakımıyla ilgili tecrübesi olmayan ben ve eşim, doğumdan itibaren oğlumuza yardım almadan beraberce baktık. Hatta 40’ı çıktığı gün bile sokağa çıkma yasağı olduğu için sadece apartman bahçesine inebildik.

Bir yandan lohusalık psikolojisi (bilmeyenler için sürekli ağlamak istediğin ve kendini her zaman yetersiz görmek için bahaneler ürettiğin aşırı alıngan ve hassas bir dönemmiş), bir yandan ailen ve dostların için duyduğun virüs korkusu, bir yanda uykusuzluk, ağlayan bir bebek, biriken çamaşırlar, odadaki 31 dereceye varan sıcaklık, "Akşama ne yiyeceğiz?" sorusu, sürekli terlemek derken gerçek Survivor oğlumun doğumuyla bizim evde yaşandı.

Bu keşmekeşin ortasında bir de üçüncü gün mastit oldum. (Süt kanallarının tıkanması, ilerlediğinde ateş yapıyor ve sonu memelerin kesilip opere edilmesine kadar gidebilen, acilen önlem alınması gereken bir durum) Sokağa çıkma yasağı varken izinler alıp miniğimizi de alıp yeniden hastanelere gittik. Evimize gelen bebek hemşireleriyle bile uzaktan uzağa maskeli şekilde destek alabildik. Korkumuzdan kimseye yaklaşamadık.

Şimdi benim yaşadıklarımı başka anneler de yaşamasın diye, hastanede taze anneler bir başına kalmasın, babalar doğumhane kapısında yapayalnız beklemesin diye, anneanneler dedeler torunlarıyla haftalar sonra tanışmak zorunda olmasın diye lütfen KENDİMİZİ BIRAKMAYALIM.

Çünkü ikinci dalga gelirse bu kez her şey daha da kötü olabilir.