Cumartesi Postası 'Acımız hiç dinmedi'

'Acımız hiç dinmedi'

Paylaş
'Acımız hiç dinmedi'

Eylem Türk, ilk kez alanının dışına çıktı, 30 Ocak 1975'te İzmir-İstanbul seferini yaparken Yeşilköy açıklarında Marmara Denizi'ne düşen Bursa adlı uçağın içindekilerin ve geride kalanların öyküsünü yazdı. Kitabın adını da 'Beklerken...' koydu...

Kitabın adı neden ‘Beklerken...’?

Uçak düşüyor ve herkesin kemeri takılı olduğu için iki kişi hariç cesetler çıkmıyor. 40 kişinin cesedi denizin dibinde ve uçağın enkazına ulaşılamıyor. Cenazeyi göremeyen insanlar aylarca, yıllarca beklemişler yakınları çıkıp gelecek diye.

Aileler nasıl karşıladı sizi?

Başta şaşırdılar , tedirgin oldular ama yine de insanlarda paylaşma isteği varmış. Benden enkazın çıkartılmasını isteyenler oldu. “Torunları onları göremedi ama bu kitap raflarında hatıra olarak kalacak” diye sevinenler oldu. Bu acıyı konuşmak istemeyenler oldu. Mesela Fulya Terim bu konu çok üzücü olduğu için görüşmek istemedi.

O güne dönmek trajik olmuştur...

Ağlayanlar oldu anlatırken. Benim için de hiç kolay olmadı. Her röportajdan dayak yemiş gibi çıktım. Telefonla konuşurken gözlerim doldu. Hatta yazıyı bırakıp hüngür hüngür ağladım.

SEYYAL TANER ANLATIYOR

‘Annem 7 yıl bekledi’

Özşahin, Bursa uçağında uçuşa geç kalan Rukiye Doğrusöyler’in yerine görev almıştı. 1955 doğumlu olan Serap Özşahin, şarkıcı Seyyal Taner’in kardeşi. Bu kazayı hayatının en ağır şoku olarak nitelendiren Seyyal Taner “İnsanın kanatlandığı bir dönem vardır. Her şeyin yolunda gittiği bir dönemdir. İşte o dönemde bir anda hepimizin üzerine bir felaket çöktü.” diyor.

‘Havada kötü bir elektrik var’

Seyyal Taner olay gününü şöyle anlatıyor: “Kazanın olduğu günün akşamı, Taksim’de bir stüdyoda fotoğraf çektiriyordum. Ben poz verirken flaşların ampulü sürekli yanıyordu. Üst üste. Tam deklanşöre basacaklar ‘çat’ ediyor, flaş yanıyor. ‘Havada kötü bir elektrik var’ dedim, çekimi iptal ettik. Evde arkadaşlarımla otururken televizyonu açtık. Bir anda ekrana gözüm takıldı. Kardeşimin resmini gördüm.

Uçak kazası... Sonrasını çok zor hatırlıyorum. Bir an var, hatırlıyorum, ev haliyle sokaklarda koşuyordum. Arkamdan arkadaşlarım adımı bağırıyorlar. Ben koşarak havaalanına gidiyorum. Çok tuhaf bir şoktu. Sonra beni otomobile bindirdiler. Havaalanında önüme gelene kardeşimi soruyorum, insanları sarsıyorum, görevliler de şokta.” Seyyal Taner şokun da etkisiyle kaza bölgesine giderek o fırtınada, kıyafetiyle denize girmiş, kardeşinin adını haykırarak arıyor... “Sonra iğne yaptılar bana. Çok ağladım. Annem yurt dışındaydı, babam zaten vefat etmiş. Annem donup kaldı döndüğü gün. İki günde saçı beyazladı. Uyku yok, yemek yok. Herkes ağlıyor. Her akşam haber bekleniyor. Ama gelmiyor.” Seyyal Taner’e kardeşinin nasıl biri olduğunu sorunca yüzünde bir tebessüm beliriyor. “Kardeşim inanılmaz güzeldi. Uzun boylu ve incecikti. Çok iyi bir kalbi vardı. Yıkıldık, aile yıkıldı...”

‘Hâlâ sağlıklı değiliz’

Seyyal Taner bu kazanın en çok annesini etkilediğini söylüyor: “Annem kazadan sonra yedi yıl kardeşimi bekledi, sonra da öldü. Hep camdaydı. Kanser değildi ama üzüntüden organları iflas etti. Yemedi, içmedi, gezmedi, tozmadı, saçını boyamadı, makyaj yapmadı, hep kardeşimi bekledi... Hayata küstü. Gözümüzün önünde annemi yavaş yavaş kaybettik. Onlarca doktora götürdük. Nasıl bir şoktu yaşadığı, bilmiyorum. Allah hiçbir anneye yaşatmasın. Hepimiz hastalandık, hâlâ da sağlıklı değiliz. Çünkü mezarı yok. Bu yüzden hep tetikte yaşadık.”

‘Görevlileri bizden kaçırdılar’

Seyyal Taner’in meslek hayatı nasıl etkilenmişti? “Kazadan sonra her şey iptal oldu hayatımda. Konserler, çekimler, ıvır zıvır...” Seyyal Taner o dönem kazayla ilgili hiç muhatap bulamadıklarını söyleyerek şöyle devam ediyor: “Kaza günü kulede görevli olan kişilerle görüşme imkânımız olmadı. Kaçırıyorlardı onları bizden.”

Gömülmek istemezdi mezarı deniz oldu

ÖMER ADULA

Nil Adula ile, ağabeyi Ömer Adula’yı konuşmak için buluştuk. “Sana Ömer’i anlatayım” dedi ve başladı: “Ömer 1943 doğumluydu. Saint Benoit’dan sonra, Almanya’daki Marburk Üniversitesi’nde eğitim gördü, Türkiye’de İktisat Fakültesi’nden mezun oldu.” Ömer Adula öldüğü zaman 32 yaşındaymış. İngilizce, Almanca ve Fransızca’yı çok iyi konuşurmuş.

Kaza sırasında İstanbul’da yedek subaymış... Nil Adula ağabeyinin askerlikten sonra Bursa-Karacabey’de kurduğu sebze kurutma fabrikasında çalışmaya başlayacağını belirtti: “Askerde, işiyle ilgili izin almıştı. İstanbul’dan İzmir’e gitmişti. Sabah gitti, akşam vefat etti.” Ömer Adula iki kez evlenmiş. İlk karısı, dönemin ünlü modacısı Ayla Eryüksel. Kısa süren bu evlilikten sonra ikinci eşiyle 1974’de evlenen Adula, bu tarihten tam dört ay sonra binmiş Bursa uçağına...

‘Tabloları yarım kaldı’

Ağabeyinin çok güzel resim yaptığını söyleyen Adula devam ediyor: “Yağlı boya tabloları yarım kaldı. Karakteri çok hoştu. Akıllıydı. Yumuşak, hayatı dolu dolu yaşamış bir adamdı.” Nil Hanım kaza gününü anlatıyor: “İkinci eşiyle yeni evlenmişti. 30 Ocak sabahı çok erken bir saatte uğrayıp bize veda etti. Halbuki günübirlik seyahatlerde hiç vedalaşmaya gelmezdi. Aynı hafta babama ve ailedeki birkaç kişiye daha uğramış. İzmir’de dedemi, dayımı görmüş, adeta vedalaşmış. Ağabeyimin dönüş akşamında o, eşi ve ben yemeğe çıkacaktık.

Eşi ile birlikte onu bekledik. 18.00 uçağına binecekti. Ama gelmedi. Korkunç fırtına vardı, uçak rötar yaptı zannettik. Televizyonu açtık, haberlerde adı anons edildi. Yanlış duyduk diye tereddüt ettik. Hemen bizim eve gittik ama nasıl çıktığımızı hatırlamıyorum. Büyük bir şoktu!!! İnanamıyoruz... O an hep iyi şeyleri düşünüyorsun. Uçak değiştirmiş olabilir, o uçağa hiç binmemiş olabilir... Hiçbir şey belli değil. Ne olduğunu bilmediğin bir şeye ağlayamıyorsun da. Kasılıp kalıyorsun. Korkunç bir şeydi.”

‘Katılacak cenaze bile yoktu’

Nil Adula ağabeyinin o uçağa binip binmediğini öğrenmek için İzmir’deki dayısını aramış. “Ağabeyimin uçakta olduğunu söyledi. O zaman olayın vahameti ortaya çıktı.” Aynı gece Adula’nın akrabaları, motorlarla kayıp uçağı aramaya çıkmış. Heyhat!!! Ömer’in Almanya’dan okul arkadaşlarının bile geldiğini söyleyen Adula “Üniversite arkadaşlarının çoğu kalkıp baş sağlığına gelmişti. Ama katılacakları bir cenaze yoktu” diyor. Adula “Ondan sonrası çok büyük bir facia, çünkü uçak asla bulunamadı. Biz ise, arkadaşlar, dostlar kim varsa günlerce, aylarca bekledik. Ağabeyimin çıkıp gelmesini... Her kapı çalınışında ‘Ömer geldi’ zannediyorduk. Annem çok uzun müddet bekledi. Hiç inanamadı öldüğüne. Çünkü cenazesi olmadı, onu gömemedik. Bir yakınını toprağa verdiğin zaman büyük rahatlık hissediyorsun. Gömmek huzur veriyor. Biz bu huzuru yaşamadık.”

‘Deniz onu geri vermedi’

Nil Adula ilginç bir anıyı anlatıyor: “Ömer hiç gömülmek istemezdi. Bu çok enteresan. İkimiz de Almanya’da okuyorduk. Farklı şehirlerdeydik. Ömer bir gün hastalanınca beni aradı. Hastalanmaktan çok korkardı. Atlayıp yanına gittim. Bana o gün ‘Beni sakın gömme’ diye vasiyette bulunmuştu. Uçak kazası olduğunda ve artık gelmeyeceğine kanaat getirince bu vasiyetini hatırladım. O günden sonra denizin Ömer’in cenazesini geri vermesini bekledim. Yani genelde cenazelerin kıyıya vurması gerekirdi. Ama bir ay sonra ama altı ay sonra... Deniz hep geri verirdi. Ömer’in isteği yerine geldi, tüm denizler onun mezarı oldu. Benim için artık bütün denizler onun mezarı. Çünkü bütün denizler, göller, nehirler bir şekilde birbirine karışır.”

‘Mezarı olmayan uçak’

Adula, kazanın nedenlerini sorgulamadıklarını ekleyerek devam ediyor: “Bazı şeyleri fazla kurcalamamak lazım. Ama maalesef Türkiye’de yaşamanın bedeli ödeniyor. Ömer ve 41 kişi bunu çok ağır ödedi. Çünkü elektrik o gün kesilmeseydi ya da jeneratör hemen devreye girseydi bu kaza olmayacaktı. Kaza için ‘pilotaj hatası’ denmişti. Ben inanmıyorum. Hiç kimseyi suçlamak istemiyorum. Ne kaza raporunu okudum, ne dava açtım. Çünkü Ömer’in ölümüne para biçilsin istemedik. Dikkat ediyorum; uçak kazalarında bu kadar insan ölüyor... Hangi kaza için ne yapılıyor? Ne bir toplu mevlit ne bir anma töreni... Yok jeneratörün kabahati, yok uçağın kabahati, yok pilotaj hatası, bunlar önemli değil. Diğer kazalarda ölenlerin hiç olmazsa isimlerinin yazılı olduğu mezarları var. Bu uçaktan, iki kişi hariç, diğer yolcuların mezarı yok. Onlar için hiç olmazsa bir anıt dikilebilirdi.

Ufak bir anıt. İnsanlar da her 30 Ocak tarihinde bu anıtı ziyaret ederlerdi. Tören yapılır, dua okunurdu.” Nil Adula yıllar sonra arkadaşları ile kurduğu halkla ilişkiler şirketinde bir olay yaşamış. “Ömer’in kaza geçirdiği uçağın firması Hollandalı Fokker’dı. O dönem Türkiye’de bir ofis açacaklardı, tanıtıma ihtiyaçları vardı. Büyük tesadüf, firma bize halkla ilişkilerini yürütmemizi teklif etti. Şirket yetkilileriyle buluştuk. Onlara ‘Tanıtımınızı yaparız ama ortağım ilgilenir. Çünkü ben size ait bir uçakta ağabeyimi kaybettim’ dedim. Fokker şirketinin yetkilisi de Fokker’a ait bir uçakta annesini kaybettiğini söyledi. Onlarla çalıştık ama ben hiç karışmadım.”

‘Rüyama girdi, beni kurtardı’

O günlerde Türkiye, barajlardaki sıkıntı nedeniyle elektrik kesintisiyle karşı karşıyaydı. Zaten bu kazaya da kesintilerden biri neden olmuştu. Nil Hanım çok ilginç bir anısını anlatıyor: “Annem o kazadan beri karanlıktan nefret ettiği için evimizin her tarafında fazla sayıda mum ve ışık vardı. Bu gelenek hâlâ devam eder. Bir hafta önce kazanın olduğu saatlerde elektrik kesildi. Yatmaya hazırlanırken annem, ‘Mum yanık kalsın’ dedi. Kazanın şokunu atlatamamış olacağım ki mumu dalgınlıkla plastik bir tabağa yerleştirmiş, yakıp uyumuşum. O gece Ömer’i gördüm. Rüyamda beni dürttü. Uyandım. Bir de baktım masa yanıyor... Mum plastik tabağı, tabak da masa örtüsünü tutuşturmuş. Yanacaktık.”

‘Fal bakarken fincan kırıldı’

Adula’nın yaşadığı ilginç olaylar bu kadar değil. Birini de kazadan önce yaşamış. “Çok enteresandır. Ömer’in işyerinde bir sekreter vardı. Kız, medyum gibiydi. Çok güzel kahve falı bakardı. Ömer ise inanmazdı böyle şeylere. Kazadan birkaç ay önce bir gün beraber ofise geldik, kahve içtik, ısrarımla fal baktırmaya razı oldu. Sekreter kız tam Ömer’in falına bakacakken fincan elinden uçup düştü. Halının üzerine düşmesine rağmen paramparça olmuştu. Ömer öldükten sonra da sekreter kız bizimle çalışmaya devam etti. Kazadan sonra bana ‘O gün abinizin öleceğini anladım’ dedi. Meğer açılırken fincanın düşmesi ölüme işaretmiş. Falı yok, hayatı da yok demekmiş.”

36 yıldır kaza yerinde dostlarını anıyorlar

KAMURAN AKSU

Her 30 Ocak’ta Ambarlı Balıkçılar Barınağı’nda kazazedeler için tören yapılıyor. Bu törene 36 yıl bıkıp tükenmeden katılanlar da uçak yolcularından Kamuran Aksu’nun arkadaşları. Biri ‘Çiçek Arif’ lakaplı Arif Keskiner, diğeri gazeteci Cengiz Alpman. Bazı kayıp yakınları da balıkçılarla birlikte her yıl denize açılıp dua ediyorlarmış. Anlatılanlara göre, eşini kazada kaybetmiş biri her yıl gelirmiş sahile. Karısı onun biletiyle uçağa binmiş ve kazada hayatını kaybetmiş. Her yıl 30 Ocak’ta kayıkla denize açılır, suya çiçek, mektup ve çikolata bırakırmış.

Gülümseyen fotoğraf

Törene katıldım. Arif Keskiner ve Cengiz Alpman barınağın az ilerisinde keskin soğuğa aldırmadan tören hazırlığı yapıyorlar... Gözüme çarpan ilk şey, çiçekten bir çerçeveye konulmuş, Kamuran Aksu’nun gülümseyen fotoğrafı... Üzerinde “Seni hiç unutmadık” yazılı. Şiddetini giderek artıran rüzgarda tören başlıyor. Kamuran Aksu’ya ait fotoğrafın önünde önce viski içiliyor. Aksu viskiyi çok severmiş. Sonra anıların anlatımı başlıyor. Başrolünde Kamuran Aksu’nun olduğu mutlu anılar bunlar. Varmış gibi, hiç gitmemiş gibi anlatılan anılar...

Yarım saat sonra tören, Aksu’ya ait fotoğrafın denize bırakılmasıyla son buluyor. Ardından Aksu’nun çok sevdiği fulya çiçekleri atılıyor mavi sulara. Çiçek Bar’ın ve Çiçek Film’in sahibi Arif Keskiner başlıyor söze: “Kamuran, yıldönümlerinde anımsadığımız bir arkadaşımız değil. Yaşamımızda her zaman var. Varmış gibi değil, var.” Keskiner, Kamuran Aksu’nun çok hızlı bir hayat yaşadığını söylüyor ve “O, ölümün farkında değildi, ilgilenmezdi. Hep acelesi varmış gibi yaşadı” diyor ve devam ediyor: “Eğlenmeyi çok severdi, yakışıklılığıyla gece hayatında tanınmış bir isimdi. Birlikte sinemacılık yapmanın hayalini kurardık. İşe başladık, sonra ilgilenmedi, benim üzerime kaldı. Ben bu nedenle sinemacı oldum.”

Kamuran Aksu’nun ikinci evlilik hazırlığı yaptığını söyleyen Keskiner kaza gecesini anlatıyor: “30 Ocak gecesi arkadaşlarla buluşacaktık. Hava bozuktu. Dışarı çıkmaktan vazgeçtim. Akşam televizyon seyrederken İzmir’den gelen uçağın kaybolduğu haberi verildi. Kaçırılmış olabileceği söylendi. Ve yolcu listesi okunmaya başladı. İçimden ‘Allah’ım inşallah listede yoktur, uçağı kaçırmıştır’ derken ismi okundu. Arkadaşlar birbirimizi aradık. Kimi de İzmir’deki Efes Oteli’ni arıyordu. Otelden çıkış yapıp yapmadığını öğrenmek için.” Bu noktada söze Cengiz Alpman giriyor: “O akşam kaza haberi alınır alınmaz telefon trafiği hiç kesilmedi. Ertesi sabah saat 10.00’a kadar uyumadık. Hep Kamuran’ın bir yerden çıkmasını bekledik. Zaten biz bu duyguyu yıllarca taşıdık. Kamuran ölmezmiş gibi geliyordu bize.”

‘Şaka sandık’

Aksu’nun bütün arkadaşları Ambarlı’ya gelerek sabaha kadar beklemişler. Arif Keskiner devam ediyor: “Kamuran’ın ölmemesi lazımdı. Çünkü onun ölmesi bizim ölmemiz gibiydi. Bir yere saklandı ve bize böyle ıstırap çektirerek şaka yapıyor sandık.” Arif Bey “Anma törenimiz 60 kişiyle başladı. Zamanla 50’ye, 40’a düştük. Şimdi de iki kişi kaldık. Kamuran fulya çiçeğini severdi. Kızının adını da Fulya koydu” diye konuşuyor.

Babaya ilanlı mektup

Adını Fulya koyduğu kızı, ünlü teknik direktör Fatih Terim’in eşi Fulya Terim. Fulya Hanım babasını kaybettiğinde 15 yaşındaydı. Kimi zaman eşiyle birlikte Ambarlı’daki törenlere katılan Fulya Terim, 2005’de ölüm yıldönümünde bir gazeteye verdiği ilanla babasına mektup yazmıştı. 36 yıl önce kaybettiği babasına ‘Sevgili babacığım. Hayallerini kurduğun her şeyi gerçekleştirmek için büyük mücadeleler verdim ve başardım...’ diye seslenmişti.

Ve devam etmişti: “Babam, mutlu bir evlilik yapmamı, iyi bir eğitim almamı, lisan bilmemi isterdi. 30 yıl önce, Türkiye’de çok az aile çocuklarını öğrenim görmeleri için yurt dışına gönderebilirken babam beni İsviçre’ye yolladı. Avrupa terbiyesi almamı isterdi. Çok şükür isteklerinin tümü gerçekleşti. Bunu babama duyurmak istedim. Bu bir ilan değil. Babama mektup.”

Eşi duyunca felç geçirdi

BEDİR NEBİOĞLU

Fotoğrafını bulduğum bir yolcu da Malatyaspor’un yöneticisi Bedir Nebioğlu’na aitti. İnternet sayesinde eşine ulaştım, buluştuk. Zehra Nebioğlu konuşmaya başladı: “Bir Allah’ın kulu da ölülerimizi teslim etmez mi? Enkazdaki kemiklerden DNA testi yapılsın... Cenazemi alıp gömeyim...” diyor. Bedir Nebioğlu, dönemin Malatya Belediye Başkanı Nuri Nebioğlu’nun oğlu. Zehra Hanım anlatıyor: “Eşim 25 yaşındayken vefat etti. Aynı yaştayız. Yaşasaydı benim gibi 60 yaşında olacaktı. Malatya’da yaşıyorduk. İstanbul’a gittik. Eşim iş görüşmesi için İzmir’e uçtu. Aynı gün İstanbul’a gelecekti, beraber Malatya’ya dönecektik. Bir gitti, bir daha da gelmedi.” Zehra Hanım kaza gününü anlatmaya başlıyor: “Akşam kaza olmuş.

Erken yatmıştık, duymadık. Sabah kalktım ki ev kalabalık. Önce Bedir’in bindiği uçağın kaçırıldığını söylediler. Aklıma, onun ‘Uçak kaçırılsa da macera yaşasak’ dediği geldi. Gözüpekti, severdi öyle maceralı şeyleri.” Uçağın düştüğünü öğrendiğinde Zehra Hanım’ın ilk tepkisi “Bedir kurtulmuştur” olmuş. Ancak bu umut çabuk sona ermiş. Olayı duyunca Zehra Hanım felç geçirmiş. “Ağzım gitti, eller gitti, ayaklar gitti. Bir parmak bileğe kadar ters döner mi? Benimki döndü. Hastaneye gittik. Ne masa bırakmışım ne sandalye. Ne kuvvet varmış bende. Uyuşturdular iğneyle. Bir buçuk yıl felçli kaldım.” Zehra Hanım için o günden sonra ıstırap dolu bir bekleyiş başlamış. Günlerce camın önünden kalkmadan eşini beklemiş. Zehra Hanım’ın üzüldüğü bir başka konu da eşinin aslında İstanbul’a saat 20.00 uçağı ile dönecek olmasıymış. Nebioğlu, eşi ve kızına daha erken ulaşmak için biletini, saat 18.00’de kalkacak olan Bursa uçağının biletiyle değiştirmiş. Zehra Nebioğlu uçak kazasıyla ilgili olarak pilotu suçlamadıklarını söylüyor.

Uçağın yerinin kazadan bir buçuk yıl sonra tespit edildiğini söyleyen Zehra Hanım “Enkazı çıkarmadılar. ‘Tazminat vermemek için’ diyorlar. Bilemiyorum” diye konuşuyor. Eşinin ailesi tarafından anlatılan gizemli olayı da şöyle aktarıyor: “Malatya’da kayınvalidemin evinde kalıyorduk. Terasa açılan bir odamız vardı. Kaza gecesi, Bedir’in kardeşi ile kuzeni bu terasta oturuyorlarmış. Merdivenlerden birinin çıktığını görmüşler. Bakmışlar ki Bedir. Üstü başı çamur içinde. ‘Bedir, yanımıza gelsene’ diye çağırmışlar.

Bedir ‘Üzerimi değiştirip geleyim’ demiş. Odamıza girip kapıyı kapatmış. Gelmeyince odaya bakmışlar, kimse yok.” Zehra Hanım “Bu olayın en ilginç kısmı, Bedir’in çamurlu kıyafetle görülmesi. Yolculuğa giderken takım elbise giymişti. İzmir’de otomobilin lastiği patlamış. Şoförle beraber lastiği değiştirmişler. Yağmur yağdığı için çok ıslanmış. Şoför anlattı, İzmir’de yeni kıyafet almış kendine...” Eşi öldüğünde 25 yaşında olan Zehra Nebioğlu bir daha evlenmemiş. Eşini sık sık rüyasında gördüğünü söylüyor.

Damadı da aynı şekilde öldü

MEHMET TOPÇUOĞLU

Düşen uçağın kaptan pilotu Mehmet Topçuoğlu, Malatyalıydı. Kanada ’da uçuşla ilgili bir kursu bitirmişti. Türk Hava Kuvvetleri’nden pilot yarbay olarak ayrılıp THY’ye geçmişti, 3 yıldır THY’de çalışıyordu. Ama 20 yıllık pilottu. Kazadan sonra arkasında bir eş ve dört çocuk kaldı. Ne tesadüf ki Topçuoğlu’nun kızı Elçin, yıllar sonra, babası gibi pilot olan Kaya İstektepe ile evlendi. İstektepe, BBP Lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun 2009 yılında Kahramanmaraş’ta düşen helikopterinin pilotuydu. Elçin İstektepe, bu olayla birlikte, babası gibi eşini de bir havacılık kazasında kaybetti.

(19.02.2011 tarihli Cumartesi Postası'ndan alınmıştır.)

5

Haberin Devamı