Pazar Postası Aneroksik genç kızın diyetisyen olma hikayesi
Paylaş
Aneroksik genç kızın diyetisyen olma hikayesi

9 aylık hamile olan Elvan Odabaşı Kanar şimdi insanların sağlıklı kilo vermesini sağlıyor

Ailesine duyduğu özlemi, çocukken babasının uzak şehirlerden getirdiği çikolatayla gidermeyi denedi. Üç ayda aldığı 20 kiloyu aynı hızla vermek istedi, kendini açlığa mahkum etti. Bugün 9 aylık hamile olan diyetisyen Elvan Odabaşı Kanar, üniversitenin ilk yılında yaşadığı anoreksiya nervoza’yla yüzleşti, hikayesini Vogue dergisine anlattı...

Haberin Devamı

Yemeğe ilişkin hatırladığım en eski anımda iki yaşındayım. Anneannem ve büyükbabam Almanya’dan gelmiş, bize bavullar dolusu çikolata getirmişler. Buzdolabının içine girip oturmuş, çikolata yiyorum ve o sırada dolabın kapısı üzerime kapanıyor. Annem durumu fark etmese buzdolabının içerisinde çikolata yerken donup öleceğim! Bu olay üzerine büyükbabam buzdolabının kapağını açamayayım diye iple bağlıyor. Artık buzdolabının kapağını açamayacağımı bildiğim için balkonda çöp kutusunun başındayım.

Çikolataların ambalajlarını kemiriyorum. Tam o sırada dedemi görüyor ve kızacak diye korkup kaçmaya çalışırken yere düşüp alnımı yarıyorum. İşte ondan sonra, buzdolabının kapısı bana ardına kadar açılıyor. Bu ilk yemek hikayemin ve çikolata aşkımın izini bugün hâlâ alnımda taşıyorum...

Haberin Devamı

İki aşk arasında

İnsanın kendini yemekle ödüllendirip cezalandırabildiğini bugün artık hepimiz çok daha iyi biliyoruz. Aynı şekilde, insanın bazı yiyeceklere hayati anlamlar yükleyebildiğini de. Kendimden örnek vererek sürdürürsem, çikolatanın benim için anlamı babaya duyulan derin ve bitimsiz özlemdi. Çünkü babam çocukluğumuzda çoğunlukla şehir dışında çalışır, iş dönüşlerinde de çocuklarına ve eşine mutlaka çikolatalar getirirdi. Babaya duyulan derin özlem çikolatada somutlaşmış, sonra da o çikolata babaya ve aileye duyulan yoğun aşkın taşıyıcısı,yatıştırıcısı, hatta ta kendisi olup çıkmıştı. İnsanın yiyeceklerle ve yemekle kurduğu ilişkinin dönemeçleri, bazen benim çikolata ve özlem hikayemdeki gibi net bir biçimde görülebilir. Ama bu, büyük ve görünmez asıl hikayenin küçük bir parçasıdır sadece. Çünkü insan, yiyeceklerle ve yeme eylemiyle kurduğu ilişkiyi unutmuş bir biçimde yaşar.

Benim hikâyem de bu büyük unutuştan payını almıştır mutlaka. Yine de hatırladığım bir şeyler var tabii ki. Babam çok yerdi mesela. Az önce bir masadan kalkmış olsa bile, başka bir masaya davet edildiğinde yine oturur, yine yerdi. Bense babamın kızı olmak istiyordum. Onun yaptıklarına öykünüyordum. Onun gibi yemeye çalışıyordum. Fakat insanın yemekle ilişkisi sofralarla ve yeme eyleminin kendisiyle sınırlı olmadığından, farkına bile varmadan, bir gün evimizdeki kütüphaneyi karıştırırken kitapların içinden kalın bir moda ve güzellik kitabı seçtim.

Haberin Devamı

Zayıf olmakla güzel olmak arasındaki ilişkiyi sayfa sayfa zihnime kazıyor, kitabın içerisindeki çeşit çeşit diyetlerin çok işime yarayacağını düşünüyordum. Daha ortada herhangi bir kilo problemi yokken, bu kitabı başucu kitabım yapıp, “Aradığımı buldum işte” diyordum. Yemekle ilişkisinin insanın kendinden başlayarak herkesle ve hayatla kurduğu bütün ilişkilerin bir özeti olduğunu bilmiyor, zihnime beden imajına ilişkin yanlış kodlar yüklüyordum.

Ekmek arası patates kızartması

1999’da Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik bölümünü kazandım. Bilinçli bir tercihti; diyetisyen olmak istiyordum. Üniversiteye başladığımda 58-59 kiloydum. Kilo problemim yoktu. Fakat başka bir şey vardı: Kendimle ilk defa baş başa kalıyordum. Başka bir şehirde, yapayalnızdım. Evet, yurtta kalıyordum ama yediğimden içtiğimden, giyim kuşamımdan ve arkadaşlıklarımdan; kısacası her şeyimden kendim sorumluydum. Bu yalnızlığım kısa süre içinde anne babama ve kız kardeşime duyduğum özlemin şiddetiyle karışmış, o büyük sevgi açlığının tam ortasında, ilk aşkım çikolata kendini tekrar hatırlatmıştı. Günde beş altı paket çikolata yemeye başlamıştım. Fakat çikolata, özlemimi ve sevgi yoksunluğumu yatıştırmaya yetmiyor, aksine beni daha da bilinçsizce yemeye sevk ediyordu.

Haberin Devamı

Günde üç öğün ekmek arası mayonezli patates kızartması yiyordum. Bütün bunlara ailelerimizden gelen ve yurtta arkadaşlarımızla ailelerimize kavuşmuşçasına sevinç içinde açtığımız koliler ekleniyor, aile sıcaklığının sembolü olan o koliler yiyip içmenin altında yatan temel sırrı sanki kulağıma fısıldıyordu. Ama yemekle ilgili unuttuğumuz bir sürü diğer şey gibi bunu da unuttuklarım arasına katıyor ve delice yemeye devam ediyordum. Üstelik yanılarak devam ediyordum. Çünkü zihin, yemek üzerinden insana çeşitli oyunlar kurar.

Haberin Devamı

O yeme içmelerimi yalnızlığa ve özleme bağlamayı akıl etmek şöyle dursun, tuhaf bir biçimde, bir tür özgürleşme süreci gibi algılıyordum. Böyle şeyler çok çabuk olupbiter. Fark ettiğinizde genelde iş işten geçmiş olur. Tercih etmeye başladığınız bol kıyafetler ya da durup düşünmeyi erteleyişleriniz size üç ayda neredeyse 20 kilo olarak geri döner. 58-59 kiloyla başladığım üniversitenin üçüncü ayında 80 küsur kiloydum artık. Araya yeni yıl tatili girmiş, annem halimi görüp beni uyarmıştı. Ama ben “Evet biraz kilo aldım ama önemli bir şey değil” diyecek kadar kör olmuştum.

Hayatımda baskül yoktu o zamanlar. Tek baskülüm aynalardı ve bol kıyafetlerle karşısına çıktığım aynalarda kendimi aldatmak kolaydı. Fakat insanlar aldanmıyordu. Annemin uyarısından bir süre sonra, çevremdekiler diyetisyenlik mi, yoksa beslenme bölümüne mi girdiğimi sorup dalga geçmeye başlamıştı. Yakın bir arkadaşımın yanağımdan “N’aber tombalak” diye makas aldığı an beni anoreksiya nervoza’nın kıyılarına sürükleyen milat oldu. Çünkü bu sözün üzerine nihayet dijital bir baskül bulmuş, tartılıp tam 20 kilo aldığımı görerek dehşete kapılmıştım. Bedenime üç ayda yüklediğim onca kilo, ruhuma yaptığı fark edilmez ağırlıkla birlikte beni oracıkta yere sermişti.

53 kiloya düşüyorum

Her şeyi ama her şeyi unutmuştum. Dünyada tek bir hedefim kalmıştı, o da zayıflamaktı. Lahana çorbasından İsveç diyetine, bütün hatalı yöntemleri denemeye başladım. Yurttaki arkadaşlarımın da çoğu diyetteydi. Bilinçsizce hazırlanmış diyet listelerine kolayca ulaşabiliyor, yaptıklarımızı hastalık gibi birbirimize bulaştırıyorduk. Şok diyet listelerine ben bir de şok egzersiz programı eklemiştim. Çikolata başta olmak üzere, sevdiğim bütün yiyeceklerden vazgeçmiştim. Kilo verdikçe daha da çok vermek istiyordum.

Çok hırpalayıcı bir süreçti. Hem bedenen hem de zihin olarak. Çünkü bu yanlış diyetler birbirine eklenip zihnimde öyle bir tırmanışa geçmişti ki, sonunda beni açlığın önüne yem diye fırlatıp attı. Bir buçuk iki ay gibi bir sürede 67 kiloya düşmüş ve orada durup kalmıştım. Artık şok listeler ve şok egzersizler hiçbir işe yaramıyordu. Bunların benim bedenim için uygun olup olmadığını bilmiyordum. Çünkü bu tarz gazeteden, internetten, dergiden ulaştığınız listeler herkese uygun listeler değildir. Diyet kişiye özeldir fakat ben bunun henüz farkında değildim. Zayıflamanın durduğu o dönemde yine ailemin yanındaydım. Annem halime bakıp endişelenmeye başlamıştı.

Bu işin okulunu okuduğumu, kilom için endişelenmemem gerektiğini söyleyip beni rahatlatmaya çalışıyordu. Ama ok yaydan çıkmıştı bir kere. Onu duymuyordum bile. Bir gün semt pazarından sebzeler aldım kendime. Ve mutfakta onları doğrarken artık sebze bile yememem gerektiğini düşünüp ağlamaya başladım. Mutsuzluğumun tarif edilecek, anlaşılacak yanı kalmamıştı artık. O sebzeleri o tezgâhta bıraktım ve tam yirmi dört gün hiçbir şey yemedim. Annemin ısrarıyla birkaç lokmadan ve sudan başka hiçbir şey geçmedi boğazımdan. Annem duruma el koyup beni hastaneye götürdüğünde tartıda 53 kilo çıktım ve neden orada olduğumuzu bile unutup kilo vermiş olmaktan müthiş sevinç duydum.

Derin mutsuzluğumun içinde beni tek mutlu eden, aynaya baktığımda, bir zamanlar yağlarından kurtulmak istediğim bel çevremde artık kemiklerimi görmekti. Psikiyatr teşhisi koymuş, yatarak tedavi olmamı uygun bulmuştu. Fakat yatış işlemleri sırasında koridorda bir deri bir kemik kalmış bir kızla karşılaşıp, hiç konuşmadığımız halde, gözlerinde kendi gözlerimi görünce anneme beni oradan derhal çıkarmasını söyledim. Ayakta tedavi yöntemini tercih ettik ve sonrasında ilaçlarımı aksatmadığım, ailemin sevgi ve desteğinden güç aldığım için kısa sayılabilecek bir sürede iyileştim.

Beni tedavi eden o ders

Üniversitenin son yılında bitirme tezimi “diyetisyenlerde yeme davranış bozukluklarının görülme sıklığı” üzerine yaptım. Seminer konumu ise “çocuklarda yeme davranış bozukluğu” olarak seçtim. O gün, o seminer sunumuyla birlikte anoreksiya nervoza’nın ruhumun diplerinde uyuklayan en son izini de silip yok ettim. Neyin içine düştüğümü gerçekten idrak edişimse hastanede ya da tedavi sürecinde değil, yıllar sonra okulda anoreksiya nervoza anlatılırken gerçekleşti.

O ders benim asıl tedavim olmuştu. Kıyısından döndüğüm şeyin neyin nesi olduğunu o derste anlamıştım. Kendini aç bırakmanın sevgi açlığıyla yakından ilişkisi vardı. Çikolata doyumuyla aile sevgisi doyumunun birbirine karışması gibi, ruh ve beden açlığı da birbirine karışıyordu. Yemekle kurulmuş o unutulmuş ilişki, beslenme bilincinden yoksun oluşumuzla ve özellikle kadınları toplu kıyımdan geçiren yanlış diyet ya da “şiddet” listeleriyle birleşince sonuçlar ölümcül olabiliyordu. Bu olayın üzerinden yıllar geçti.

Araya binlerce danışanım, binlerce sağlıklı zayıflama ve başarı öyküsü girdi. O olayı hem kendi içimde hem de danışanlarımla birlikte ders alınacak bir hatıraya dönüştürdüm. Yoksa kısa süre içinde ilk çocuğumu doğuracağım bu günlerde, aynaya her baktığımda karşılaştığım halimden böylesine büyük bir mutluluk duyamazdım.

( 17.06.2012 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır )