Çocukluk döneminde bu gereksinimlerin ne derece karşılandığı çocuğun yetişkinlik dönemini oldukça etkilemektedir. Örneğin, güvenli bağlanmanın bireyin gelecek yaşantısındaki yakın ilişkilerini olumlu yönde etkileyebileceği gibi patolojik yatkınlıklara zemin hazırlayabileceğini de biliyor muydunuz? Peki yeme bozukluğu geliştirme, önerilen diyeti sürdürememe gibi durumlarda çocuğun ebeveyn ile olan bağlanma stilinin etkili olduğunu biliyor muydunuz?
Bozulmuş yeme tutumlarına sahip bireylerin aileleri incelendiğinde bu ailelerin ilişkileri zayıf, tutarsız, aşırı korumacı ve/veya müdahaleci aileler olduğu dikkat çekmektedir. Ailelerin soğuk, uzak ve tepkisiz iletişim biçimleri çocukların iletişim becerilerini de olumsuz yönde etkileyen önemli bir faktördür. Bireylerin anne-çocuk ilişkilerinde yeterli destek ve ilgi görememeleri, yakınlığın hissedilememesi sonucu ebeveyn ile güvenli bağlanma gerçekleşmemekte, stres ve olumsuz duygular ile nasıl başa çıkılacağı öğrenilememektedir. Başa çıkma becerilerinin öğrenilememesi, stresli durumlarda bireylerin yemeye yoğunlaşmasına neden olarak, yeme bozukluklarının görülme sıklığını arttırmaktadır.
Yeme bozukluğu görülmeden hemen önce bozulan yeme tutumları aynı zamanda bireylerin beden imajı memnuniyetsizliğine yol açmaktadır. Erken dönemde bakım veren kişi ile kurulan yakınlık, güven içermeyen ilişkiler ve iletişim sorunları yetişkinlik döneminde bireyin kendi bedeniyle olan ilişkisinin de bozulmasına sebep olur. Bunun sonucunda birey, bu durumlarla baş edebilmek için işlevsel ve çok da yararlı olmayan bazı yollara başvuracaktır. Örneğin, bu kişilerin kontrolü kendi elinde tutarak kendilerini güvende hissedebilmek adına kilo verme, diyet yoluyla çevresindeki insanlarla iletişim kurma ve bağlanma figürleri olan ebeveynleriyle reddedilmeden ilişkiyi sürdürebilmek adına anormal yeme tutum ve davranışları sergiledikleri görülmektedir. Ebeveynin ilgisini canlı tutabilmek adına kendini aç bırakma, kusma veya tıkınırcasına yeme gibi yeme bozukluğu davranışları erken çocukluk döneminde doyurulmayan ihtiyaçlar ile ilişkilidir. Dolayısıyla, bu süreçte kurulan ilişkilerde kopukluk, yakınlık hissedilememesi, güven eksikliği ve bireyselleşme sürecinde yaşanan aksamalar kişileri yeme bozukluğuna yatkın hale getirebilmektedir. Kişi kendilik algısını dış etkenlere bağlayarak, duygusal ihtiyaçlarının karşılanmasının bedensel görüntüsüne bağlı olduğu inancındadır. Bu nedenle beden görünüşünü oldukça önemsemektedir.
Bir uzmandan yardım alarak tüm bunların çalışılması ise faydalı olacaktır. Terapi sürecinde uzmanın eşlik etmesiyle aile dinamikleri yeniden ele alındığında, doyurulmamış ihtiyaçlar karşılandığında, ilişkiler birey için yararlı ve işlevsel olarak yeniden düzenlendiğinde bu bozuklukların görülme riski azaltılacak veya iyileşmenin önü açılmış olacaktır. Yeme bozukluğu görülen bireyler, duygu durumlarını ve hissettiklerini daha rahat bir şekilde ortaya koyabildiklerinde, tüm bunlardan kaçınma yolu olarak sığındıkları yeme davranışına daha az başvuracaklardır.