Gündem Evren ve Şahinkaya'ya ağırlaştırılmış müebbet istendi

Evren ve Şahinkaya'ya ağırlaştırılmış müebbet istendi

Paylaş
Evren ve Şahinkaya'ya ağırlaştırılmış müebbet istendi

12 Eylül Davası'nda Cumhuriyet Savcısı Kocaman, sanıklar Evren ve Şahinkaya'nın, TCK'nın "devlet kuvvetleri aleyhine cürümler" başlıklı 146. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmalarını istedi

Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmaya salona kurulan canlı yayın sistemi ile Evren, Ankara’da GATA’dan Şahinkaya ise İstanbul’daki GATA’dan mahkeme salonuna bağlandı. Evren’in yanında Avukatı Sezin Duygu Tuncer, Şahinkaya’nın yanındaysa Avukat Mithat Burak Başkale hazır bulundu. Sanıkların avukatı Bülent Hayri Acar ise mahkemede yer aldı. Duruşmaya bazı müdahiller ve avukatları, TBMM, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini izafeten Başbakanlık, DİSK, TÖB-DER gibi müdahil tüzel kişilerin avukatları da katıldı.

27 ARALIK'A ERTELENDİ


Duruşmada, mütalaasını veren Cumhuriyet Savcısı Selçuk Kocaman, her iki sanık hakkında “Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasa ile teşekkül etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engel olmaya cebren teşebbüs etmek” suçundan, Türk Ceza Kanunu’nun 146 ile 80 maddeleri uyarınca “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına” çarptırılmalarını talep etti. Evren ve Şahinkaya’nın son savunmalarını hazırlamaları için duruşma 27 Aralık 2013’e ertelendi.

SAVCININ ESAS HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ


Cumhuriyet Savcısı Selçuk Kocaman, 12 Eylül Davası’nda verdiği esas hakkındaki görüşte, sanıklar Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın, TCK’nın "Devlet kuvvetleri aleyhine cürümler" başlıklı 146. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmalarını isteyerek, "Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) İç Hizmetler Kanunu’nun 35. maddesi hiç kimseye demokratik düzeni ortadan kaldırarak, diktatörlük kurmaya yol açacak bir askeri darbe yapma yetkisi vermemektedir" değerlendirmesinde bulundu.

Kocaman, Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesine verdiği 18 sayfalık esas hakkındaki görüşte, 12 Eylül dönemine ilişkin iddianamede yer verilen önemli gelişmeleri özetledi.

Bu gelişmeler gözetildiğinde, "12 Eylül 1980 öncesi terör olaylarının toplumu kaosa, iç çatışmaya sürükleyerek ülkeyi yönetilemez hale getirip, askeri darbeye zemin hazırlamak ve yönetimi ele geçirmek isteyen devlet içindeki derin yapıların yönlendirmesi ve kurgulamasıyla çıkarıldığı" ifade edilen görüşte, şunlar kaydedildi:

"Devlet içindeki etkili güçlerin, olaylarda güvenlik güçlerinin etkin olarak görev yapmasını engellediği, güvenlik güçlerinin bazı olaylarda kullanıldığı, bu kadar organize ve geniş çaplı olayların devlet içinde örgütlenmiş illegal güçlerin planlaması ve iştiraki olmadan yapılamayacağı, sanıkların darbe yapmaya yaklaşık bir yıl önceden karar verdikleri, her halükarda ülke yönetimini cebren ele geçirmek niyetinde oldukları, yapılacak askeri darbenin halkın gözünde meşru görülebilmesi için terör olaylarının üzerine bilerek gitmedikleri, müdahale etmedikleri veya tertiplenen olay amacına ulaştıktan sonra müdahale ettikleri, sanıkların darbe yapmak için bir yıl şartların olgunlaşmasını bekledikleri, darbe için fırsat kolladıkları anlaşılmıştır."

Görüşte, "12 Eylül 1980 öncesinde darbe yönetiminin yaptığı hazırlıklar ve attığı adımlar", "müdahale fikrinin ortaya çıkışı", dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e verilen uyarı mektubu, Bayrak Harekat Direktifinin sıkıyönetim komutanlarına gönderilmesi ve geri toplatılması ile darbe sonrasına ilişkin gelişme ve değerlendirmelere de yer verildi.

Darbe döneminde gözaltında veya cezaevindeki kötü muamele, işkence ve ölümlerle ilgili bilgiler verilen görüşte, şu değerlendirmelerde bulunuldu:
"12 Eylül askeri yönetimi, gözaltına almış olduğu sağ ve sol görüşlü kişileri, aşırı fraksiyonların etkisinde kalmış, dolayısıyla topluma zararlı, yola getirilmesi gereken kişiler olarak görmüştür. Bu nedenle gözaltı ve cezaevlerinde uygulanan yöntemlerle, kişiliklerini ezip ortadan kaldırarak toplumu tek-tipleştirmek istemiştir. Bu amaçla cezaevlerinde ’karıştır-barıştır’ denilen yöntemle sağ ve sol görüşlü kişileri aynı koğuş ve hücrelere koyup, zorla yaptırmış oldukları bir kısım hareketler, bir kısım marşların ve konuların zorla öğretilmesi ve ezberlettirilerek yüksek sesle söylettirilmesi suretiyle düşünce ve farklılıkları ortadan kaldırmaya çalışmışlar, bu yöntemleri de bir işkence yöntemi olarak uygulamışlardır. Gözaltında kalan veya cezaevinde kalan kişilerin beyanlarından da anlaşıldığına göre bütün merkezlerde benzer veya aynı tür işkence yöntemlerinin kullanılması, cezaevi ve gözaltına alınan kişilerin rutin olarak aynı işkence yöntemlerinden geçirilmesi, işkence uygulamalarını yapan görevlilerin aynı tür davranışlar sergilemesi cezaevlerinde sağ ve sol görüşlü kişilerin arasındaki husumetleri yok etmek amacıyla kullanılan ’karıştır-barıştır’ yöntemleri, işkencelerin cezaevlerinde bu dönem içinde bilinçli ve sistematik olarak uygulandığını göstermektedir."

DARBE YETKİSİ VERMEZ

Sanıklar ve vekillerinin, savunmalarında askeri darbenin Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmetler Kanunu 35. maddesindeki yetkiye dayanarak yapıldığının belirtildiği görüşte, şu ifadeler yer aldı:

"211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesindeki düzenlemenin ’Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumak’ şeklinde olduğu, Anayasa ile kurulmuş bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nde yasal düzenlemeler arasında bir hiyerarşi olduğu, bunlardan en yukarıda Anayasa’nın yer aldığı, kanunların ise Anayasa’nın hiyerarşik olarak altında yer aldığı, dolayısıyla kanunların Anayasa’ya aykırı olamayacakları temel hukuki kurallardandır. Bu nedenle, kanunlar Anayasa’ya aykırı olamayacakları gibi, kanunla verilen bir yetkinin Anayasa’yı ortadan kaldırmak amacıyla kullanılması da mümkün değildir. Dolayısıyla söz konusu hüküm, anayasal düzeni, Anayasa ile kurulmuş devlet düzeninin temel kurumlarından olan TBMM ile hükümeti ve tüm hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmak amacıyla kullanılamaz.
35. madde askeri darbe gerekçesi olarak ileri sürülmüşse de bu durum hukuka aykırılığa kılıf bulma gayretinden öteye gitmemektedir Ayrıca, 35. maddenin askeri darbe yapma yetkisi verdiğinin kabul edilmesi halinde, bu eylemlerin suç olarak düzenlendiği 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 146. ve 147. maddelerinin bir anlamı kalmayacaktır. Hatta 35. madde hiyerarşik olarak Anayasa’nın da üzerinde kabul edilmiş olacaktır ki bu durumun düşünülmesi bile mümkün değildir. Kanunlar Anayasa’ya uygun olmak zorundadır. Sonuç olarak, İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi hiç kimseye demokratik düzeni ortadan kaldırarak, diktatörlük kurmaya yol açacak bir askeri darbe yapma yetkisi vermemektedir."

SUÇ TARİHİ DEĞERLENDİRMESİ

Görüşte, askeri darbe suçunun 12 Eylül 1980’de işlenip sona ermediği vurgulanarak darbenin ardından da sanıkların topluma büyük mağduriyetler yaşatan eylemlerine devam ettikleri kaydedildi.

Dolayısıyla demokratik rejime geçiş serbest bırakılıncaya kadar, yani TBMM görevine başlayıncaya kadar Anayasayı ihlal suçunun sürdüğü aktarılan
görüşte, 12 Eylül 1980 ile TBMM Başkanlık Divanının oluştuğu 6 Aralık 1983 tarihleri arasının suç tarihi olarak değerlendirildiği bildirildi.