Cumartesi Postası Hasan Kaçan: Bir gün bir ilahi dinledim hayatım değişti

Hasan Kaçan: Bir gün bir ilahi dinledim hayatım değişti

Paylaş
Hasan Kaçan: Bir gün bir ilahi dinledim hayatım değişti

‘Heredot Cevdet’ tiplemesiyle Türk televizyon tarihinde fenomen oldu. ‘Ekmek Teknesi’nde özlenen mahalle hayatının, çok naif duyguların anlatıcısıydı. Günümüzde oyuncu ve yapımcı yanıyla öne çıksa da Türkiye’nin en iyi karikatüristlerinden. Hasan Kaçan ile Kuzguncuk’taki atölyesinde buluştuk.

Oya Çınar

Haberin Devamı

oya.cinar@posta.com.tr

Fotoğraflar: Paşa Güven

Türkiye’nin en iyi karikatüristlerinden birisiniz. En başa dönsek, yolculuğunuz nasıl başladı? Ustanız Oğuz Aral ile nasıl tanıştınız?

Valla, 14 yaşında salak bir çocuktum daha, orta sondaydım. Karikatür olduğunu zannettiğim bazı çizimlerim vardı. Ama o zamanın yokluğunu düşünün, kağıt bile yoktu. Rahmetli babam berberdi. Onun dükkanında, usturadaki köpükleri silmek için kullandığı kağıt parçalarına çizerdim. Çizdiklerimi de zamanın meşhur dergisi ‘Gırgır’ da görmek istedim. Çünkü Oğuz Aral dergide bir amatör köşesi yapmaya başlamıştı. Benim gibi talebelerin karikatürleri, yazıları çıkıyordu o köşede. “Niye ben de onlardan biri olmayayım?” dedim.

Ve derginin kapısını çalmaya gittiniz…

Haberin Devamı

Gittim ama kısa pantolonlu bir çocuk, kocaman bir gazetenin kapısından içeri girecek de onu Oğuz Aral ile görüştürecekler… Çok zordu. Hiç unutmuyorum, o an beni kapıda gören santral memuresi Harika Hanım bir an sevdi beni demek ki. “Çocuk, güvenmiş kendine, gelmiş” dedi herhalde. “Çaktırmadan çık yukarı” der gibi bir kafa işareti yaptı. Ben fırladım çıktım yukarı.

Veee…

Çıktım karşısına, uzattım elimdeki çizimleri. Oğuz Aral birden bağırmaya başladı. “Ne işin var senin burada? Okuldan mı kaçtın? Git mektebini oku. Bu çizdiklerin de hiçbir şeye benzemiyor zaten” dedi. Fırçayı yedim, üzgün bir şekilde arkamı dönerken “Bir dakika” deyip resim kağıtları uzattı elime. Çini mürekkebi, tarama ucu, kalemler… Hem kovalıyor, hem bunları uzatıyor elime.

GELENİ KOVMAK OĞUZ ARAL'IN TAKTİĞİYMİŞ

Neden?

Meğer onun taktiğiymiş. “Ben ne kadar kızsam da kovsam da bu çocuk bu işe aşıksa, geri gelecek” diye düşünürmüş. Tabii o beni kapıdan kovdu ben bacadan girdim. Uzun uğraşılarımdan sonra çırağı olabildim. Kimi zaman fırçalarını yıkadım, kimi zaman ceketini evine götürdüm. Çizdiği karikatürleri evden alıp taşıdım. Komutanın postası gibi olduk yani.

Çıraklık döneminizle ilgili hatırladığınız en komik anı ne?

Yeni gelenle dalga geçmek orada bir gelenekmiş. Bana acımasızca şakalar yapılıyor… Bir gün Oğuz Abi “Git montaj dairesinden aptek al, gel” dedi. “Allah allah” dedim. Aptek ne, bilmiyorum. Birine sordum, “Haldun Simavi’nin köpeği Aptek, git onu bul, getir” dedi. Koca Günaydın Gazetesi’nin merdivenlerinde “Aptek gel, Aptek neredesin?” diye bağırıyorum. Meğer filmlerin üzerindeki çizikleri kapatma işini yapan bir kapatıcı boyaymış. Ben onu üç beş gün Haldun Bey’in köpeği olarak aradım durdum.

Haberin Devamı

Kaç yıl çizdiniz ‘Gırgır’da?

14 yaşında girdim. 18 yıl sürdü yolculuğumuz. Halit Kıvanç, Altan Erbulak gibi hayranı olduğum isimlerle yıllarca aynı yerde yazma-çizme fırsatı buldum. Sonra oradan ayrıldığımız bir grup arkadaşla dört yıl ‘Hıbır’ ı çıkardık. Ben sonra bir süre ‘Ustura’ isminde başka bir dergi için çalıştım. O süreçte zamanın ruhu da değişti tabii. Okurlar azaldı. Var olan potansiyel de bizi o alanda yaşatmaya yetmedi.

Ayrılığınızın nedeni tam olarak bu muydu?

32-33 yaşlarındaydım. O yaşlarda insan bir anlam arayışına düşüyor, bir cevap arıyor… Herkes bunu yapıyor mu bilmiyorum, bende öyle oldu. Neticede hiç ummadığım bir gün, Beşiktaş’ta yürürken bir müzik geldi kulağıma. Ne olduğunu bile bilmediğim bir müzik. Çok etkilendim. O arayışıma bir cevap olmuş da “Cevap burada” denilmiş sanki… Öyle bir hissiyat. Girdim dükkana, çalanın Ahmet Özhan’ın bir kaseti olduğunu, tasavvuf eseri yorumladığını öğrendim.

Haberin Devamı

Siz neler dinliyordunuz o sırada?

Joan Baez’ler, Bob Dylan’lar… Neticede Anadolu çocuğuyuz, bir yandan da Cem Karaca’lar, Erkin Koray’lar, Barış Manço’lar… Böyle karışık bir kültürün yoğurduğu bir delikanlı ama hayatında ilk defa bir ilahi dinliyor ve o ana kadar hiç bilmediği o şey onun hayatını başka bir yöne eviriyor…

Siz gitmek istediğiniz yeri net olarak biliyor muydunuz?

Gidilecek bir yer olduğunu içten içe biliyor, hissediyorsunuz. Belli bir olgunluktan sonra o yolun aslında insanı iyiye, güzele götürecek yol olduğunu görüyorsunuz. Düşünün biz o gencecik yaşlarımızda yüzü bilinmeyen ama isimleri pop star gibi, Türkiye’nin en meşhur insanlarıydık. ‘Gırgır’ dönemi öyle bir dönemdi. Çok genç yaşta şöhret ve para sahibi olmuş, çoğumuz da gariban ailelerin çocuklarıydık. O noktada şöhret mi, para mı, bulunduğunuz yer mi, yoksa bütün bunların dışında yürünmesi gereken bir yol mu var? Onun seçimini yapma noktasına geliyorsunuz. Kutuplaşma denilen şey de öyle doğuyor. Aslında samimi olan herkesin ulaşmak istediği şey iyilik, güzellik ve doğruluk.

Haberin Devamı

O noktada kutuplaşma nasıl doğuyor?

Kutuplaşma ifadesi aslında bir tuzak. Bizler de o tuzağa düşüyoruz. Herkes bildiği yolda giderken kendi vasıtasını biricik görmeye başlıyor. Doğruya birçok vasıtayla gidebilirsiniz. Kimisi yürür, kimisi taksiye biner, kimisi uçağı tercih eder. Herkes bu memleketi sevdiğini söylüyor. Sağcısı da solcusu da! Ama insanlar birbirine tahammülsüz, ya da görünmez bir küresel el bizleri tahammülsüz hale getiriyor. Bizim dönemimizde de öyleydi. Gençler takır takır birbirini vuruyordu. Sonra darbe oldu ve her şey bir anda kesildi. Tüm o abuk sabuk, korkunç işler bir günde bitti. İşte o zaman anlıyorsunuz aslında nasıl planlı, tezgahlı işler yürütüldüğünü.

HAYATIMIZ İFADE VERMEKLE GEÇTİ

Bahsettiğiniz dönemde diğer yandan çok özgür bir üretim alanı olduğu söyleniyor…

Yahu herkes samimi olsun. Hayatımız ifade vermekle geçti. Yazı işleri müdürlerinin vazifesi rutin olarak mahkemeye gidip ifada vermek ve tutuklanmaktı. Şu an asıl idrak edemediğimiz ve ayak uyduramadığımız konu çağın değişimi. Mizah değişiyor, dünya değişiyor… Bu değişim süreci içinde tabii ki klasik anlamda sanat üretimi olamıyor. En basitinden pop müziğin geldiği noktaya bakın. Bir Sezen Aksu dönemini düşünün. O dönem üretilen müziğe bakın bir de şimdiki fukaralığa…

Bir dönem birlikte yürüdüğünüz arkadaşlarınızın bir kısmı sizi mahalle değiştirmekle suçladı. Kabul ediyor musunuz?

Valla ben Ergün’le de (Gündüz), Latif’le de (Demirci) , hepsiyle görüşürüm. Misal Ergün’le bir çok konuda aynı düşünmeyiz. Ama çok yakın dostumdur. Türkiye’nin en iyi illüstrasyon sanatçısıdır. Bir numaraya onu koyarım. “Acaba diğer arkadaşlar alınır mı?” demem. Çünkü doğru budur. Şimdi biz farklı düşünüyoruz diye bu doğrular değişiyor mu? Ailenizde de böyledir. Benim ailemin içinde de herkes birbiriyle aynı düşünmez. Ama birimizin ayağı takılsa hepimiz oraya koşarız.

SOLCUYDUM ŞİMDİ SAĞCI OLDUM DİYE BİR ŞEY YOK

Daha net sorsam, “Eskiden solcuydu, şimdi sağcı oldu” denilmesi ne hissettiriyor?

Bu kalıpları insanlar koyuyor. “Solcuydum, şimdi sağcıyım” dersem aynı tuzağa düşerim. Öyle bir şey yok. O siyasi görüştür. Benimki bir gönül işiydi. Zaten kafanızdaki değişiklik sizi gerçek bir değişikliğe götürmez. Kalbinizde olan bir değişiklik sizi başka tarafa götürüyor. Ha, ben kalbimin götürdüğü yere gitmişsem yanımdaki de bana “Senin kalbinin götürdüğü yer bizim yanımız değil” diyorsa ona yapacağım bir şey yok. O kalıplara bağlı kalırsak ömür boyu mutsuz oluruz.

Siz mutlu musunuz?

Mutsuz değilim. Her zaman bahar olmaz. Sonbahar da kış da var. Hayat tek düze bir şey değil. Böyle bir dünyanın içinde bunları bu şekilde çözmeye kalkmak insanı delirtir. Bizler de insanlar olarak delirmeye meyyaliz. Kendimi de katarak söylüyorum. Kolay çünkü. Ötekisi zor.

Söylendiği gibi tarikatlarla bağlantınız var mı? Cerrahi Dergahı’na yakınsınız diye biliniyor…

Tarikat diye bir şey yok ki, zaten yasak. Orası Türk Tasavvuf Musikisi Vakfı. Hz. Nurettin’in geleneğini devam ettiren ve asla tek tip insana değil, her kesimden insana kapısı açık olan bir vakıf. Ben de belirttiğim gibi tasavvuf müziğini çok seviyorum. Dinlemek ve dinlenmek için gidiyorum.

Cumhurbaşkanı ile de söylendiği kadar yakın mısınız?

yanımdaki de bana “Senin kalbinin götürdüğü yer bizim yanımız değil” diyorsa ona yapacağım bir şey yok. O kalıplara bağlı kalırsak ömür boyu mutsuz oluruz.

Siz mutlu musunuz?

Mutsuz değilim. Her zaman bahar olmaz. Sonbahar da kış da var. Hayat tek düze bir şey değil. Böyle bir dünyanın içinde bunları bu şekilde çözmeye kalkmak insanı delirtir. Bizler de insanlar olarak delirmeye meyyaliz. Kendimi de katarak söylüyorum. Kolay çünkü. Ötekisi zor.

Söylendiği gibi tarikatlarla bağlantınız var mı? Cerrahi Dergahı’na yakınsınız diye biliniyor…

Tarikat diye bir şey yok ki, zaten yasak. Orası Türk Tasavvuf Musikisi Vakfı. Hz. Nurettin’in geleneğini devam ettiren ve asla tek tip insana değil, her kesimden insana kapısı açık olan bir vakıf. Ben de belirttiğim gibi tasavvuf müziğini çok seviyorum. Dinlemek ve dinlenmek için gidiyorum.

Cumhurbaşkanı ile de söylendiği kadar yakın mısınız?

Aynı bakış açısında mıyız? Evet. Ben de onun baktığı gibi bakıyorum dünyaya. Aynı zamanda da seviyorum kendisini. Ben sevdiğim birisine hakaret ettirmem. Aynı zamanda Ergün’e de, Latif’e de kardeşime de laf ettirmem. Sevmediğime de hakaret etmem. Ettiysem yanlış yapmışımdır.

Siyasi lider olarak nasıl buluyorsunuz?

Cumhurbaşkanımız tarihin görmüş olduğu en büyük liderlerden biri. Bunu şimdi itiraf edemeyenler yıllar sonra edecektir.

BİZİM YARI AYDINLARIMIZ KONTROL EDEMEDİĞİ ŞEYE TAHAMMÜL EDEMEZ

Kardeşiniz Metin Kaçan’dan ve ‘Ağır Roman’dan söz etsek biraz…

Valla ne diyeyim, rahmetli Metin Türk edebiyatında hiç olmamış bir şeyi gerçekleştirdi. Metin ilkokul mezunu ve bir tamirci kalfasıyken Türkiye’nin en meşhur yazarı oldu, hadi bunu açıklayın. Bu açıklanabilir bir şey değil.

İntiharının ardından “İlkokul mezunu bir adam ‘Ağır Roman’ı yazıyor, yedirirler mi oğlum?” diye yazmıştınız. Sizin kafanızdaki entelektüel kesim kendinden görmediğini bu kadar dışlayan bir yapı mı?

Belli bir kesim aydınımız kendi içinden çıkmayan, kendi kontrolünde olmayan, hele de Metin gibi ‘serseri mayın’ olarak gördüğü isimlerin varlığına tahammül etmeyi sevmez. Daha sert ifade kullanmak icap ederdi ama böyle söyleyeyim. Rahmetli Atila İlhan derdi ki “Türkiye’de kültür adamları yoktur, kültür komprodörleri vardır.” Bu tespite katılıyorum. Kendi kültürüne yabancı ama dışarıdan gelen her kültürü ön kabulle karşılayan isimlerden bahsediyorum. Onlar yarım entelektüel. Eskilerin güzel bir lafı vardır: “Yarım hoca dinden eder, yarım doktor candan eder.” Yarım entelektüel de seni sanattan, edebiyattan soğutur.

Bizim aydınımız halktan kopuk mu sizce?

Siz Anadolu’da bir sofraya gittiğinizde dizinizi kırıp oturamıyorsanız kimse sizi garipsemez. Bilakis, gider altınıza bir tabure getirir. Aynı adam tersi olduğunda masada bıçağı doğru eliyle kullanmayana tiksinerek bakar. İşte o grup Metin’den de hoşlaşmadı. Çünkü Metin kontrol edilebilir bir adam değildi. Çok acayip, açıklanamaz bir durumu vardı. 10 tane profesörle aşık atar, girdiği her ortamı avucunun içine alırdı. Herkes hayran hayran Metin’i dinlerdi. Ama bunu görmeyi tercih etmeyenler, onu görmezden gelip “Nasıl kurtulabiliriz bu baş belasından?” diye düşünmüş olabilirler.

AHİRETTE KARDEŞİMLE KARŞILAŞSAK…

Bununla ilgili hatırladığınız en ilginç anı ne?

Çok şey var ama ilk aklıma gelen bir gece saat 03.00 suları… Ben arkadaşlarımla Galatasaray Lisesi’nin önündeyim. Tünel taraf ından bir kalabalık geliyor. Metin Kaçan önde, arkasında rahmetli Atilla Özdemiroğlu, onun arkasında Müjde Ar, Aysel Gürel, tanınmış yazarlar, şairler… Böyle bir ekip düşünebiliyor musunuz? Hepsi tek sıra olmuş, Metin önde “Düüüt” diye bağırıyor. Onlar da arkasından “Çuf çuf” diye geliyor. Böyle bir manzaraya sadece magazin olarak baksanız bile

garipsemez. Bilakis, gider altınıza bir tabure getirir. Aynı adam tersi olduğunda masada bıçağı doğru eliyle kullanmayana tiksinerek bakar. İşte o grup Metin’den de hoşlaşmadı. Çünkü Metin kontrol edilebilir bir adam değildi. Çok acayip, açıklanamaz bir durumu vardı. 10 tane profesörle aşık atar, girdiği her ortamı avucunun içine alırdı. Herkes hayran hayran Metin’i dinlerdi. Ama bunu görmeyi tercih etmeyenler, onu görmezden gelip “Nasıl kurtulabiliriz bu baş belasından?” diye düşünmüş olabilirler.

AHİRETTE KARDEŞİMLE KARŞILAŞSAK…

Bununla ilgili hatırladığınız en ilginç anı ne?

Çok şey var ama ilk aklıma gelen bir gece saat 03.00 suları… Ben arkadaşlarımla Galatasaray Lisesi’nin önündeyim. Tünel taraf ından bir kalabalık geliyor. Metin Kaçan önde, arkasında rahmetli Atilla Özdemiroğlu, onun arkasında Müjde Ar, Aysel Gürel, tanınmış yazarlar, şairler… Böyle bir ekip düşünebiliyor musunuz? Hepsi tek sıra olmuş, Metin önde “Düüüt” diye bağırıyor. Onlar da arkasından “Çuf çuf” diye geliyor. Böyle bir manzaraya sadece magazin olarak baksanız bile bunun değerini düşünebiliyor musunuz? Sür manşet olurdu bütün gazetelerde. “Oğlum ne yapıyorsun?” dedim Metin’e. “Abi vagon çekiyorum” dedi (Gülüyor). Bu Allah vergisi bir şeydir. Metin böyle bir adamdı.

Kadere ve ahirete inanıyor musunuz?

İnanmasam zaten iman etmemiş olurum. Beni büyük sakata getirirsin (Gülüyor).

Orada Metin Kaçan’la karşılaşsanız ona ne söylerdiniz?

“Ne yapıyorsun lan?” derdim. “Manyak mısın? Niye attın kendini?” diye kızar, şakacıktan biraz döverdim keratayı.

ATÖLYEMDE TECRÜBEMİ GENÇLERLE PAYLAŞIYORUM

Şimdi nelerle meşgulsünüz?

Uzun zamandır sinema ile uğraşıyorum. Ama yaşımız itibarıyla model eskimeye başlıyor tabii (Gülüyor). Eski Amerikan arabalarının bir özelliği vardır. Hafta sonu arabasıdır onlar. Bizim modeldeki arabaları her gün kullanamazsınız. Demek istediğim eskisi gibi yoğun bir enerjide çalışmak çok söz konusu değil. Ama her koşulda sağlığımız el verdikçe üretmeye devam edeceğiz.

Kuzguncuk’ta bir sanat merkezi kurdunuz…

Valla ömrümün geri kalanında 45 yıllık tecrübemi gençlerle paylaşmak istiyorum. Atölyemizin varlık sebebi bu. Edebiyattan müziğe geniş bir üretim alanında uğraşımız var. Diğer yandan televizyonlara proje üretmeye devam ediyoruz tabii. Çünkü bu tip yapıların ayakta kalması için paraya ihtiyacımız var. Burada enstitü mantığında bir yapı oluşturup temel eğitim alan herkesin usta-çırak ilişkisiyle, ustalarıyla birlikte üretime dahil olmalarını planlıyoruz.