Magazin 'Kocama oğlum diye sarılmak çok garip'

'Kocama oğlum diye sarılmak çok garip'

Paylaş
'Kocama oğlum diye sarılmak çok garip'

Oyuncu Dolunay Soysert özel ve kariyer hayatına dair samimi açıklamalarda bulundu

Kızıl saçlı güzel kadın, düzgün insan, iyi oyuncu, meslektaşı Sinan Tuzcu’yla mutlu bir evliliği var... Dolunay Soysert mutluluğunu da güzel tarif ediyor: “60’larda iki çocuklu bir ev kadını olmak isterdim.”

Dolunay Soysert ile röportaja giderken güler yüzlü ama mesafeli bir kadın bekledim, samimi ve mutlu bir kadınla tanıştım. Aslında sinir bozacak kadar düzgün bir insan vardı karşımda... Ben de en sinir bozucu olabilecek yerden sormaya başladım.

Gerçekten kızıl mısınız?

Kuaförüme de çok soruyorlarmış. "Dolunay'ın kızıl tonu hangisi, ondan istiyoruz" diye. Çok uzun süre çillerimle ve kızıllığımla mücadele ettim ama artık seviyorum, beğeniyorum. Tabiatım neyse ona bıraktım kendimi. Kendi rengim.
Eski filmlerde, dizilerde sarışın ve frapan karakterler başrol olurdu. İnsanlar kendilerine yakın tipleri mi tersini mi izlemek istiyor?
Kendilerini görmekten hoşlanıyorlar. En sevilen projeler gerçeğe yakın olanlar. Şimdi daha gerçek senaryolar ve hikâyeler var.

'HER ŞEYİM ORTADA OLURSA SEYİRCİ BENİ YAKALAR'

Popülerlikten nefret ettiğinizi söylüyorsunuz...
Sürekli görünmek oyuncunun gizemini yok ediyor. Büyüyü devam ettirebilmek, yeni bir karaktere bürünürken izleyiciyi inandırabilmek için ortalarda görünmemelisiniz. Oyuncuyum, merak edilen taraflarım var kabul ediyorum ama her şeyimi bilmeleri izleyicinin seyir halini olumsuz etkileyeceği için durduğum yerde durmaya çalışıyorum.

Popülerliğe karşı olmak işinizin doğasına ters...

Bir oyuncunun popüler olması yaptığı işlerle mümkün. Çok tutulan bir dizinin içindeyken popülerliği reddetme şansınız yok. Fakat bunun da geçici olduğunu bilmek lazım. Bizim gibi sanatı çabuk tüketen toplumlarda şöhret sabun köpüğü gibi... Türkan Şoray gibi ikonlar haricinde herkes geçici. Buna rağmen o bile hayatını gizemli tutar. O bir büyüdür çünkü. Benden sonra başkasını sevecekler, bunu kabul ettim, hep olgunlukla karşılamaya çalıştım.
Sevilen bir oyuncusunuz ama...
Buna sevinmeli miyim bilmiyorum. Birinin herkes tarafından sevilmesi mümkün değil, öyleyse ters giden bir şeyler vardır. Bir duruşunuz yoktur.

Herkes sizi sevsin istemez misiniz?
Yaptığım işleri herkesin sevmesini istiyorum. Ancak herkesin seveceği bir karakter olmak ve bunun için çaba sarf etmek gibi bir derdim yok. Kimsenin nabzına göre şerbet vermem. Kurallarım var ve onların arkasında olabildiğice durmaya çalışıyorum. Değişimi de kendi içimde yaşama taraftarıyım, başkalarının etkisiyle değişmek gibi bir düşüncem yok.

'BİZ HÂLÂ KORKAĞIZ'

Bizde sanatçılar görüşlerini pek açıklamaz. Bir Sean Penn çıkar mı bizden?

Düşüncelerimizi açıklarsak ters reaksiyon alırız korkusu. Oysa artık toplum, insanların mesleğiyle düşünce ve hayat biçimlerini ayırma noktasına geldi. 10 sene önce, çok sevilen bir dizide anne figürünü oynuyorsanız, gerçek hayatta boşanmanız kriz yaratabiliyordu. Bunlar geride kaldı ama biz hâlâ korkağız. Başkalarının yaşadığı tecrübelerin korkusunu taşıyoruz. Bu da duruşumuzu belli etmemeye, renksiz kalmaya sebep oluyor. Oysa rengini belli etmek açısından sanatçının avantajlı bir platformu var. Nerede durduğumu, siyasi görüşlerimi saklamaktan yana olmadım.

Tuttuğu takımını bile açıklamaktan tereddüt edenler var...

Ben açıklıyorum, fanatik Galatasaraylı'yım. Dünya sanatçısı militan duruşludur. Konuşur. Çatlak sesleri çıkaran sanatçılardır. Öyle de olmalı. Oyuncu muhalif duruşunun altını çizmeli.

Bugünkü siyasi konjonktürde sanatçının muhalif tavır sergilemesi zor mu?

Zor. Hepimizin tepesinde bir korku oluştu. Düşüncelerinizi söylerken düşünce suçlularınızı da düşünüyorsunuz artık ya da yazdıkları için içeride bekleyenleri de... Böyle bir tedirginlik var.

'EŞİME OĞLUM DİYE SARILMAK GARİPTİ'

Kamera önünde ilk canlandırdığınız karakter Latife Hanım, ilerleyen yıllarda Marilyn Monroe'yu bile canlandırdınız. Veda'daysa eşinizin annesini oynuyordunuz. Ona oğlum diye sarılmak ilginç olsa gerek...

Latife Hanım'ı oynadığımda 22 yaşındaydım. Bugünkü aklımla başka bir oyun çıkarırdım ama o rolü çok severim. Marilyn olgunluk dönemime denk geldi ve Genco Erkal'la çalışmıştım. Okuma yazmayı yeni sökmüş bir çocuk gibi tadına vararak oynadım.

Piraye çok güzel bir işti, ne kadar yerini bulamadıysa da çok zevk alarak oynadım. Veda'dan çok keyif aldım. Eşimin annesini canlandırmak bana karma karışık duygular yaşattı. Ona oğlum dediğim sahneler çok garipti. "Orada" filminde de Sinan'ın ablasını oynadım. Ama Veda'da eşime oğlum demek çok garipti.

Eşinizle "karı kocayı" oynadınız mı hiç?

Hayır, hiç oynamadım. Sevmem ben o rolleri! Kocamla sevgiliyi oynamak istemiyorum... Zaten o hayatımın sevgilisi.

‘HAYRANLIKTIR AŞKI UZUN KILAN'

6 yıldır evlisiniz, sizin camia için uzun bir süre sayılır...

Yarımım ben onsuz, o da bensiz. Ayrı ayrı da varız ama eksik. Birbirimizi güzel sırtlıyoruz. Elimden geldiğince desteğinin karşılığını vermeye çalışıyorum. Hayranım ona... Oyunculuğunun haricinde gizli kalmış, muhteşem bir yazar. İyi kalpli bir adam. Doğru adamı buldum. Allah uzun uzun zamanlar nasip etsin bize.

Birbirinize hayranlığınız mı sürdürüyor aşkı?

Ona hayran olmaya devam edeceksiniz ki aşkın ateşi yansın içinizde. Aşk bitince yoldaşlığa dönüyor, ben öyle olsun istemiyorum, o ateşin hep yanmasını istiyorum. Sinan aşkı besleyecek şeyler yapıyor, o yaptıkça ben de karşılık veriyorum. Yeni projelerde birbirimize yeniden hayran oluyoruz. Eleştiriyoruz da.

Eşiniz romantik midir?

O romantik ama ben değilim. Bu da bir tamamlanma hali. Sadece romantizmden oluşan bir evimiz yok. Ben realist tarafım. Sinan maceralar peşinde koşar. Daha hayalperesttir, çocuk gibi aklı uçabilir ama bunlar beni çok heyecanlı tutuyor. Beraber çok eğleniyoruz ve çok gülüyoruz.

‘ÇOCUK SORUSUNDAN SIKILDIM'

6 yıllık evli olup çocuğu olmayanlara malum soruyu sormadan olmaz....

Evet çok sıkıldım bu sorudan. Karar verirsek bunun anansonu da yaparız. Bir kadın olarak, annelik duygusunun yaşanmasının hoş olduğunu düşünüyorum ama hayatta yaşanması gereken daha çok güzel şey var. Çocuk geleceği zaman gelir, gelmezse de gelmez belki böyle ikili olarak mutlu mesut yaşayabiliriz. Eksik hissetmiyoruz kendimizi ve öyle bir girişimimiz de yok.

Çocuğun mutlu mesut evliliğinizi etkileyeceğini mi düşünüyorsunuz?

Yaşamadığım şeyler üzerine konuşamıyorum. Belki öyle olacağız ki çocuk bize uyum sağlayacak ya da tam tersi. Tecrübe etmediğim için böyle bir korkuya da sahip değilim. Hala olmayı tecrübe ettim ve güzel bir hala olduğmu söyleyebilirim.

"Mutsuzsam bırakırım" demişsiniz. Bu her şey için geçerli mi?

Girdiğimiz çıkmaz mutsuzluğun sebebi o. Sevmediğimiz şeyleri yapmaya devam ediyoruz. Sevmediğimiz halde o bölümde okutuluyoruz, sevmediğimiz halde mesleğimizi yapıyoruz. Kendimce bunu uygulamaya çalışıyorum, mutsuzsam bırakıyorum. Bu kaçmak ya da mücadele etmemek değil.

Bir gün evliliğinizde de mutsuz olduğunuzu anladığınızda kapıyı çeker çıkar mısınız?

Çıkarım, öyle bir korkum yok. Aynı şartlar Sinan için de geçerli. Mutsuzsanız neden yürütmeye devam edesiniz ki. Ölüm bütün acımasızlığıyla doğduğunuz andan itibaren sizi bekliyor. Güzel bir yaşam akarken debelenmek saçma. Hem insanın kendi kişiliğine yaptığı en büyük ihanet. Yeni bir şeyler denemek gerek. Mecburiyeti olan kadınlar için hayat daha zor elbette. Ayakları üzerinde duramayan kadınlar var ülkemde. Ama onlar içinde tek yol boyun eğmek olmamalı.

'Parayı mülke değil gezmeye harcıyoruz'

Çok gezen bir çiftsiniz...

İstanbul'u seviyorum ama tutkuyla bağlı değilim. Bir yere bağlı olmak, malla mülkle, o bölgeye betonlanmak hareket kabiliyetini yitirmek bana göre değil. Gezmeyi, yeni yerler keşfetmeyi seviyorum, eşim de seviyor.

Mala mülke yatırmadığınıza göre kazandığınız parayı gezerek mi harcıyorsunuz?

Yaşamımızı sağladığımız parayla mesleğimizi yapabilmeyi istiyoruz ama kendimizi geliştirmek için de geziyoruz. Öyle büyük lüks kaygımız da yok. En büyük lüks, yeni deneyimler yaşamak.

'60'larda iki çocuklu bir ev kadını olmak isterim'

46 dergisi için Mehmet Turgut'un çektiği 90'lar konseptli fotoğraflar çok beğenildi.

90'lar için inanılmaz bir film Thelma&Louise. Benim de deli genç kızlık dönemlerime denk gelen bir filmdir. Özgür bir kadın olmak, vurup kırmak hoşuma gitmişti, benim de kültümdü. Teklif gelince çok heyecanlandım. Bu kadar keyif alacağımı da düşünmüyordum. Konsept çekimleri çok seviyorum çünkü orada da bir oyunculuk var. Mehmet Turgut da şahane bir fotoğrafçı, eğlenirken ne çekildiğini fark etmiyorsunuz. Kafasında tasarladığını yavaş yavaş yaptırıyor. İyi bir Thelma&Louise çıkardığıma inanıyorum. Fotoğrafları görünce çok şaşırdım ve mutlu oldum.

Sever misiniz 90'ları? O yılları betimlemek zordur ...

Geçiş dönemi, evet... Başında teknoloji yok sonu çok teknolojik; başı çok romantik sonu gerçekçi... Toplumun olgunlaştığı, her şeyi takip etmeye başladığı bir dönem. Geçmişi seviyorum. Nostaljik bir karakterim ama romantik değilim. İnsan ilişkileri konusunda bu sanal dünyadan hiç hoşnut değilim. Mesleğim için teknolojiden haberdar olmak zorunda kalıyorum. Sihirli bir değnek olsa 60'lara gitmek isterdim. Çok saf, temiz, yan yana durmaya özen gösteren insanlar vardı. Şimdi yalnız bırakıldık.

60'larda kim olmak isterdiniz?

Bir ev kadını... Kloş elbise giyip fuları uçuşan iki çocuklu, kek yapan bir ev kadını... Farklı ülkelere gidince oradaki insanları izler, onların hayatında olmak nasıl olurdu diye düşünürüm. Öyle zamanlarda mesleğime de şükrediyorum, zaten olabiliyorum.

'Tiyatronun ödeneği kesilmemeli'

Son oynadığınız diziyi bıraktınız. Var mı yeni dizi projeleri?

Mutsuzdum, ayaklarım geri gidiyordu bıraktım. Fırsattan istifade ileri oyunculuk üzerine yüksek lisans eğitimi aldım. Akademik kariyerime devam etmek istiyorum. Öğretmeyi seviyorum. Mesleğimle ilgili yapacağım daha çok şey var ama görenci yetiştirmek de istiyorum. Beni heyecanlandıran bir proje var ama inşallah yakında duyacaksınız. Yeni bir tiyatro oyunu da var, okumaya başladım.
Tiyatro demişken, devlet tiyatrosunda çalışan bir oyuncu olarak siz ne yönden katılıyorsunuz tiyatrolara devlet desteğinin kaldırılması tartışmalarına?
Sözleşme sistemi getirildi, bunu anlayışla karşılıyorum ama tiyatronun ödeneğinin kesilmesi gibi bir şey olmamalı. Gelişmiş ülkelerin ulusal tiyatroları var, çünkü ulusal tiyatro ulaşılamayan yerlere tiyatroyu götürür. Özel tiyatrolar sadece iyi gişe yapan şehirlere gidebiliyor. Diyarbakır'da, Van'da, her yerde tiyatro olmalı. Tiyatro oyunlarıyla sadece sanat götürmüyorsunuz bir topluma, o bölgenin eğitimi için de gerekli tiyatro. Çocukların kültür alt yapısını oluşturuyorsunuz. Yeni sistemler getirebilir ama devlet büyük projeler için ödeneğini kesemez. Sefilleri bir küçük tiyatroda izleyemezsiniz, büyük prodüksiyonlar için devlet desteği gerekiyor.

Haberturk

3

Haberin Devamı