Pazar Postası Mardin'de çocuk olmak...
Paylaş
Mardin'de çocuk olmak...

Mardin'de çocuk olmak...

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı benim için hiç bu kadar anlamlı olmamıştı. Hem Güneydoğu Anadolu’nun en merak ettiğim kenti Mardin’e ilk gidişim, hem de Ülker’in 23 Nisan’da gelenek haline getirdiği Çocuk Sinema Şenliği'nde Mardinli çocuklarla ilk karşılaşmamdı. Mardin’i görme fırsatı yakaladığım bu şenlikte, Mardinli çocukların da gülümsemelerine tanıklık ettim...

Merve Özaytekin

mozaytekin@posta.com.tr

2 saatlik uçak yolculuğunun ardından Mardin’deyim. Uçaktan iner inmez tertemiz havasını içime çekiyorum. İstanbul’da binalardan görmeye hasret kaldığımız masmavi gökyüzü burada kendini hemen fark ettiriyor. Dokunacak kadar yakınım gökyüzüne. Arkadaşlarım sıkı sıkı tembih etti; “Mardin’i çok merak ediyoruz, bol bol fotoğraf çek.” Sözümde durdum.

TAŞTAN BİR ŞEHİR

Şehir merkezindeyim. İnanamıyorum; Mardin adeta taştan bir şehir. Merkezin ana caddesi 1. Cadde şehrin bu taş dokusunu tam ortadan yarıyor. Motorlar, arabalar her yerde.... İnsanlara bakıyorum. Mardin’de sanki zaman durmuş. İstanbul’daki gibi kimse bir yerlere yetişme telaşında değil. Cadde, sağlı sollu dükkanlarla dolu. Dükkanlardan her şey dışarıya taşmış. Kuruyemişler, baharatlar çuvallar içerisinde kaldırımın üstünde duruyor. Etler dükkanların kapısının önünde açıkta satılıyor. Sakatatların bazıları yerlerde kutularda duruyor. Peynirler leğende satılıyor. Şaşırıyorum. Berberler, bakkallar sanki 1900’lerden kalma. İbrahim Tatlıses’in şarkılarını duyuyorum bir an. Sesin geldiği yöne kafamı çeviriyorum. İstanbul’da kaset tarihe karışmışken, burada kasetçiler hala iş yapıyor.

Kasımiye Medresesi’ndeyim. Medrese, Akkoyunlular tarafından 1400’lü yıllarda yapılmış. Medresedeki sınıfların kapıları çok ilginç. Yarı insan boyunda. Sebebi öğrencilerin eğilerek saygı hareketiyle içeri girebilmeleri. Medresenin kendisinden çok kapısındaki çocuklar ilgimi çekiyor. 5 yaşından 10 yaşına kadar birçok çocuk boncuk bileklik ve kolye satmak için buraya tezgah açmış. 6 yaşındaki Cemile yanıma geliyor. Masmavi gözleriyle bana bakarak: “Al abla al, iki lira” diyor. Birkaç soru soruyorum. Sadece gülümsüyor. Beni anlamıyor. Akrabalarından biri kulağıma Cemile’nin Türkçe bilmediğini, sadece Kürtçe konuşabildiğini söylüyor.

Mardin demek taş demek. Şehir merkezinden çıkıp kendimi taş binaların arasına, sokakları keşfe bırakıyorum. Sokaklar binalar birbirine gölge yapacak kadar dar. Taş binaların sokak arasına verdiği hafif serinlik yüzüme vuruyor. Çıkmaz sokaklar, taş merdivenler şehrin gerçek dokusunu hissettiriyor. Binalardaki müthiş taş işçiliğine baka baka ilerliyorum. Her an düşebilirim. 1. Cadde’ye şehir havasını veren ne motor ne de araba girebiliyor bu sokaklara. Taşımacılıkta kullanılan eşeklerle burun buruna gelmeniz ise an meselesi. Ben geliyorum. O kadar şirinler ki, kocaman gözleriyle beni kalbimden vuruyorlar. Ağır yükleriyle dar sokakları geçmek zorunda oldukları ve yeterince beslenmedikleri için belli ki, incecikler, kemikleri sayılıyor... Mardin’de her yer çocuk dolu. Yol kenarında başıboş dolaşan binlerce çocuk var. Sokak aralarında futbol ve yakalamaca oynuyorlar. Bilgisayar henüz onları eve hapsetmemiş. Hala özgürler! Bando takımından bir grup çocukla karşılaşıyorum. Bir kare poz verip arkadaşlarıyla oyuna koşuyorlar.

Mardinliler’in kuş merakı malum. Eczanelerde bile kuş ilacı satılıyor. Çarşı’da Ulu Camii yakınındaki Mezopotamya Cafe’nin sahibi Yusuf Bey’le tanışıyorum. Jako türü papağanının adı Çapkın. Mardinliler’in çoğu gibi o da birkaç dil konuşuyor: Süryanice, Kürtçe ve Türkçe.

Dara Harabeleri Güneydoğu’nun Efes’i kabul edilen antik şehir. Ancak Dara bugün binlerce çocuğun oyun alanı. Çocuklar harabeler arasında oynuyorlar. Köylerine gelen turistler onların ilgi odağı. Kimi taze badem satıyor, kimi de sarı papatyalardan taç yapıp gelenlere armağan ediyor. Hülya ile Berfin yanıma yaklaşıyor; harabelerin az ötesindeki okullarını gösteriyorlar. “Bak okulumuz. 23 Nisan’ı okulumuzda kutladık. Evimiz de arkada.” diyorlar. Öğretmen olma hayali kuran Berfin sözü alıyor: “Evde Kürtçe, okulda Türkçe konuşuyoruz. Ama sınıfta bir çocuk var. Bizim gibi değil. Türkçe anlamıyor. Öğretmenimiz ona Türkçe çalıştırıyor” diyor. Hülya doktor olmak istediğini söylüyor ve ekliyor: “Evde her akşam kitap okuyorum. Adı, Vatan Yahut Silistre. Çok uzun ama okumam lazım, yoksa adam olamam, öğretmenim öyle diyor.” Mardin’i turlarken karşılaştığım çoğu çocuğu, ertesi gün Ülker’in Çocuk Sinema Şenliği’nde görüyorum. ‘Bedava çizgi film var’ anonsu yapan gönüllü minibüsler onları sinemaya getirmiş. 100 kişilik olan SineMardin’e binlerce çocuk Alpha ve Omega adlı çizgi filmi seyretmek için salondaki yerlerini alıyorlar. Çoğu ilk kez sinemaya geliyor. Ellerinde balonlarla filmi seyre dalıyorlar. Kimbilir belki ileride aralarından usta bir sinemacı çıkar!...

Bu yazı 1 Mayıs 2011 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır

2

Haberin Devamı