Cumartesi Postası Marilyn'le beş çayına hazır mısınız?

Marilyn'le beş çayına hazır mısınız?

Paylaş
Marilyn'le beş çayına hazır mısınız?

Gazeteci ve yazar Melis Aygen ilk romanı ‘Marilyn’le Beş Çayı’nda yeniden doğuş ve zamanda yolculuk kavramlarını ilginç bir kurguyla ele alıyor

IŞIL CİNMEN

Haberin Devamı

isil.cinmen@posta.com.tr

Hiç dolandırmadan sorayım: Siz önceki yaşamınızda Marilyn Monroe olduğunuza mı inanıyorsunuz?

Hahaha çok direkt oldu. Ben her şey olduğuma inanıyorum.

Kitapta zamanda yolculuk yapan dört ayrı çağda, dört ayrı şehirde, dört ayrı ama aslında aynı kadının hayatlarının kesişme hikâyesi var. Tüm bunlar yeniden doğuş kavramı üzerinde yükseliyor. Bu size ne ifade ediyor?

Yeniden doğuşa göre hepimizin ruhu ölümsüzdür. Ne ölüm bir son, ne de doğum bir başlangıçtır. Hep vardık, varız ve var olmaya devam edeceğiz. Binlerce kez geri gelinir.

Bu fikre tasavvufta da sıkça atıfta bulunulur…

Mevlânâ, “Ben de cansız varlıkken öldüm, yetişip gelişen bitki oldum. Bitkiyken öldüm, hayvan oldum. Hayvanlıktan geçtim, insan oldum. Öyleyse ölüm niye?” demiş. Yunus Emre, “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm. Her dem yeni doğarız, bizden kim usanası” der. Ben de ilhamımı, yeniden doğuşla birlikte yaşamın yüceliğinden, sınırsız ve sonsuzluğundan aldım. Ayrıca ‘Herkes ve her şey birbiriyle ilintilidir’ ve ‘Hepimiz biriz’ felsefesi de var. Bu kitabı ölümsüz olmak için yazdım

Haberin Devamı

Bu kitabı ölümsüz olmak için mi yazdınız?

Böyle bir hisse kapıldım okurken… Bunu hissettiğinize inanamıyorum! Evet, bu en büyük motivasyonumdu. Yazı sonsuzluğa ulaşır, öyle değil mi? Kitapların insan yaşamı üzerinde muazzam bir rolü ve etkisi var. Yazının iyileştirici gücünün farkına varırsan, herkese ulaşsın, her yere yayılsın istersin. Marilyn’in dediği gibi, “Bir değnekle dünyayı tek seferde değiştirmek istiyorum.”

Bu mümkün mü sizce?

Farkında olan herkes bunu farklı yöntemlerle yapmıyor mu? Atatürk devrimleriyle, Mevlânâ Mesnevi’yle, Marilyn oyunculuğuyla yaptı ve daha niceleri... Ben de kendi adıma yazıyla yapmaya çabaladım. Dileğim, okuyucunun şu meşhur cümleyi sarf etmesi, “Bir kitap okudum ve hayatım değişti.”

11 ile ilgili bir takıntınız mı var?

11 rakamının sihirli olduğunu anlatıyorsunuz bir hikâyede… Evet. Biliyorsunuz kitap Rönesans’tan bugünün İstanbul’una uzanıyor. Yazması üç yıl sürdü. Araştırmaları düşününce az bile. Ama romanımın 2018 yılına ait olduğunu ve yıl bitmeden basılması gerektiğini hissediyordum. Kasım ayı 11. ay, maneviyatı güçlüdür. İstanbul’un, Atatürk’ün, benim, Marilyn’in ve 2018’in ait olduğu 11 rakamı ve kitabın 11. sayfadan başlaması tesadüf değil.

Haberin Devamı

Yazdıklarınızın ne kadarı gerçek?

Bilgiler çerçevesinde soruyorsanız tüm bilgiler gerçek. Marilyn’in hayatına dair, Hemingway, Ritz tarihi, filmler, spritüel olarak yazdığım bilgilerin tamamı doğru. Elbette yaşadıklarım, tecrübe ettiklerim de var…

Mesela ilk bölümdeki hastane sahnesi gerçek mi?

Hastane bölümü evet gerçek. Hayatımda iki kere ölümden döndüm, biri doğum esnasında diğeri ise, Almanya’ya taşındığımızda yakalandığım hastalık sebebiyle. İyi ki yaşıyorum yoksa bu hikâye nasıl ortaya çıkardı. ‘Marilyn’le Beş Çayı’ kendi içsel yolculuğumdan bir şey yaratma isteğimden mutlu sona eren bir peri masalına dönüştü. Yaşasın hayat! Şöhrete giden yolda kimseyle yatmamış

Marilyn’le ilgili araştırma yaparken sizi en çok etkileyen ne oldu?

Haberin Devamı

Hakkında anlatılan, yazılan, çizilen, gösterilen çoğu bilgi doğru değil. Yetimhanede geçen çocukluğunda yarattığı fantastik dünyasının sonucunda‘deli’etiketi yapıştırılmış. Şöhrete giden yolda sanıldığının aksine kimseyle cinsel olarak beraber olmamış, yatmamış. Hatta bu yüzden şöhret ona geç gelmiş. Şu ikonik cümlesini hatırlayın: “Hollywood’da bir kadının erdemleri, saçından daha az önemlidir. Hollywood’da bir öpücüğe bin dolar, ruhunuza ise 50 cent biçilir.”

‘Aptal sarışın’ olarak etiketlenmesine rağmen hayli okuyan da bir kadın…

Aynen öyle. Kütüphanesinde dört bine yakın kitap varmış. Ayrıca mikro-oyunculuk sanatını buldu yani ‘suratın sahnedir’ felsefesini keşfetti. Duru görüsü ve sinestetik özellikleri nedeniyle ‘şizofreni’ olduğu söylendi. Dönemin ABD başkanı Kennedy’nin ruh eşiydi ve ilişkileri tam sekiz yıl sürdü. Geçmiş yaşamlara o da inanıyordu. Bir keresinde şöyle demişti: “Şayet geçmiş yaşam diye bir şey varsa kesinlikle Rönesans zamanında yaşamış olmalıyım, tabii çoktan ölmüş olurdum.” Kısacası beni en çok cezbeden dayanıklılığı oldu.

Haberin Devamı

Kitabı okuyanlar ne öğrenecek?

Herkes hayatın bir anında kendine sorar: Ben kimim? Kitabı okuyanlar bu sorunun cevabını bulacak. Hep merak ettiği ama yüzleşmekten kaçtığı ‘kendisinin’ farkına varacak. Hikâyelerden meydana geldiğini, rastlantının olmadığını sadece mucizelerin olduğunu anlayacak. Her şeyin birbiriyle nasıl da bağlantılı olduğunu keşfedecek. Ve elbette hayatın kutlamaya değecek kadar yüce olduğunu ve her birimizin nasıl da eşsiz olduğunu öğrenecek!

Marilyn’le Beş Çayı’nı nasıl bir yolculuk bekliyor?

Evrensel bir yolculuk bekliyor. Hedefim kitabın içindeki rotayı gerçeğe dönüştürmek. Diğer dillere çevrilsin, bir festival filmi ya da biyografik belgesel serisi olsun istiyorum. Neden olmasın?

KİTAPTAN ALTINI ÇİZDİM

“Ben bu koca dünyada sevecek birini arayan küçük bir kızım sadece...”

Marilyn Monroe

Baş melek Mikail, engin sesiyle diyor ki: Omnia Vincit Amor! Ruh sevmek için yaratılmıştır, aşk her şeyi fetheder! Yalnızım! Her tarafım başarıyla çevrili. Doğru, kariyer harika bir şey! Ama soğuk gecede ona sarılıp uyuyamıyorsun işte. 40 odalı bir eve gittin mi hiç? Yalnızlığımı 40 ile çarp, ben öyle yalnızım işte. Krallar kadar...

Kennedy yüzükoyun olacağım şekilde bedenimi çevirdi. Kavisli vücudum üzerinde dolaşan eli omurgamdan aşağı doğru koşarken parmak uçları sırtımdaki yumuşacık tüyleri gıdıkladı. Gizli tuttuğum bacak arkalarımda keşfettiği varislerimden öptü ve dedi ki, “Her karışını seviyorum Marilyn...”

Kimse beni onun gibi sevmedi. Ah! Keşke ben de tüm kalbimle onu sevebilseydim, bazı duyguları hissetmeyi asla taklit etmedim. Aşk sonradan icat edilmiyor ki...

Hayat iki şekilde yaşanır: Ya hiç mucize yokmuş gibi ya da her şey birer mucizeymiş gibi. Albert Einstein