Pazar Postası Masal gibi bir çarşı
Paylaş
Masal gibi bir çarşı

Serkan Yazıcı 23 yıl ralli yaptı. 4 Türkiye şampiyonluğu, bir de dünya takım üçüncülüğü var. Babası Grand Yazıcı Otelleri'nin sahibi, Bursaspor Başkanı İbrahim Yazıcı. Serkan Yazıcı bir zamanların gözde bekarıydı; şimdi mutlu bir aile babası...

RÖPORTAJ: SERAL CUMALI

scumali@posta.com.tr

Şu sıralarda Bursa’da açtığı Mavi Cin adlı alışveriş merkezi nedeniyle herkes ondan bahsediyor. Çünkü Serkan Yazıcı 20 bin metrekarelik bu yerde 300 liradan başlayan kiralarla birçok kişiyi iş sahibi yaptı. Amacı da zaten buydu.

Öyle ki; Serkan Yazıcı’nın emekli olan ilkokul öğretmeni Ayfer Hanım’ın bile çarşıda küçük bir kafesi var. Zaten ilk kez ii sahibi olan dükkan sahiplerinin çoğu kadın. Erkekler ise genellikle hayatın daha başında olan 18 yaşında gençler. İşte Alaaddin’in sihirli lambasından çıkan ‘Mavi Cin’in hikayesi...

Sizi şampiyon rallici olarak tanıyorduk. Şimdi müthiş bir proje ile karşımızdasınız...

Turban Otel’in inşaatı için ailece Marmaris’teydik ve evlenmek üzereydim. O sırada babam kalp krizi geçirdi. Hastaneye zor yetiştirdik. Hayatımda inşaat yapmamıştım, ama devam etmek bana düştü. Bu arada annem, “Serkan şimdi evlenmezse hayatta evlenmez” diye panikte; “Bir an önce evlenin” baskısı yapıyordu. “Anne şu sıra nasıl evleneceğiz” diyordum; “Evlenin, sonra düğün yaparsın” diye ısrar ediyordu. Kayınvalidem de astrolog; 30 yıldır bu işi yapıyor. “Ya 10 Haziran’da evleneceksiniz ya da 2 Eylül” demez mi. Ben “2 Eylül’de” diyorum, annem “Hayatta olmaz 10 Haziran’da” diyor. 10 Haziran’da Gül ile aile arasında evlendik. Evlendiğimin ertesi sabahı 7.59’da inşaatın başındaydım. 2 gün sonra oteli açtım. Bu benim ilk ciddi çalışmamdı.

Kaç yaşındaydınız?

36.

Sonra?

Balayını babamla Amerika’da Cleveland Clinic’te geçirdim. Babam orada bir operasyon geçirdi. 25 gün kaldık. Marmaris’e dönünce, karımla Bursa’ya gelmeye karar verdik. Dedem Mehmet Yazıcı’nın bana miras bıraktığı bu arsa vardı, “Kendimiz buraya bir şeyler yapalım” dedik. O arada eşim hamile kaldı, 2007’de çocuğumuz oldu. Oğlumuz Rüzgar şimdi 4 yaşında.

Eşinizle nasıl tanıştınız?

Ailelerimiz tanışıyordu. Her yıl Marmaris’e gelirlerdi. Amerika’da yaşayan bir Türk ailenin kızıydı. Sonra uzun yıllar görmedim. Eski Maliye Bakanı Lütfullah Kayalar’la bir konuşmamızda, “Evleneceğim kişiyi nasıl bulacağım” diye şikayet etmiştim. O da, “Merak etme, gördüğün gün onun karın olacağını anlayacaksın” demişti. İnanmamıştım tabii. Ama yıllar sonra Gül’le İstanbul’da Reina’da karşılaştık.

O zamanın gözde çapkın bekarlarındandınız!

Öyle. Bekarız, genciz! Ama onu görünce, “Benim karım olmalı” dedim. Amerika’da emlakçılık yapıyordu. Türkiye’ye gelmeye ikna etmek için Amerika’ya çok gidip geldim. Sonunda Gül’ü de ailesini de Marmaris’e gelmeye ikna ettim.

Miami- Marmaris-Bursa... Eşiniz için zor olmadı mı adapte olmak?

Öyle seviyor ki Bursa’yı. Arada “İstanbul’a gidelim” diyorum; “Beni sakın İstanbul’a götürme. Burada çok mutluyum” diyor. Karım, benim için dünyasını değiştirdi. Benim de hayatımı değiştirdi. Onun sayesinde çalışma hayatım oldu. Onunla evlenmeden önce yarışıyordum, geziyordum, eğleniyordum. Hayatım güzeldi ama böyle faydalı bir şey üretecek bir bakışım, düşüncem yoktu. Şimdi karı-koca burada çalışıyoruz işte...

“Kahraman bakkal süpermarkete karşı durumu var burada”

Bu fikir nasıl oluştu?

Burada bir iş yeri inşaatı yaptık. Bina bitti, tam kiraya vereceğim. Birden, “Buraya küçük küçük bölümler yapsam, insanlar gelip el işlerini satsa, onlara da faydam olsa” diye düşündüm. Amerika’da emlakçılık yapan bir arkadaşımız buraya geldiğinde, onun fikrini sordum. “Amerika’da free market’ler, bir sürü küçük küçük dükkan şeklindedir, onlar gibi yapsana” dedi. Binanın bütün içini yıktırdım ama yeniden yaptırmak zor; tansiyonum 19’a çıktı. O arada bir krom madeni işletmesine ortak olmuştum. Hintli bir ortağım vardı orada; projeden bahsedince “Hemen ortak olmak istiyorum” dedi. Sonunda 300 tane dükkanı olan bu yeri ortaya çıkarttık. Dükkanları 300 liradan başlayan fiyatlarla kiraya verdik.

Bu bir nevi sosyal sorumluluk projesine mi dönüştü?

Sosyal bir proje olduğu kesin. Burada çok faydalı bir iş yapıyoruz. Biraz ‘Kahraman bakkal süpermarkete karşı’ durumu var. Küçük esnafla beraber AVM’lere karşı bir pazar oluşturduk. Bundan çok mutluyum. Çünkü 300 kişinin dükkanı var burada. Düşünün, iş sahibi olmak istiyorsunuz ama yatırım yapacak paranız yok; burada 300 liraya dükkan kiralayabiliyorsunuz. Birçok genç burada ilk dükkanını açtı. Kimi kravat satıyor, kimi fular, kimi giysi. Evde yaptığı el işlerini, takılarını burada 300 liraya kiraladığı dükkanda satan birçok hanım, genç kız var. Pazarda bu paraya tezgah açamazsınız. Burası AVM’nin içinde bir pazar. Bence burası bir örnek, bir model. Keşke bütün Türkiye’de böyle yerler olsa.

Projeye destekler nasıldı? Bu çarşıya neler girer, neler giremez?

Herkes destek oldu; öyle yolumuz açıldı ki. Bursa Büyükşehir Belediyesi, Nilüfer Belediyesi. Buraya dışarıdaki markalar giremez, bizim markalar girebilir. Mesela McDonalds giremez. Yeme-içme katında en iyi dönerci, en iyi köfteci var. Marmaris Büfe de gelecek, bizim için marka o. Vestel, Kütahya Porselen gibi Türk markaları burada yer alıyor.

“Halktan insanlarla daha yakın ilişki kurdum”

Varlıklı bir ailenin oğlusunuz. Ralli yaparken taksi şoförleriyle işbirliği yapıp onlar için yarıştınız. Şimdi de küçük esnafla işbirliği yapıyorsunuz. Halktan yana bu tavrınız nereden kaynaklanıyor?

Çocukluğumdan beri halktan insanlarla daha yakın ilişki kurdum. Bana, “Taksiciler için niye yarışıyorsun?” demişlerdi. “Onları öldürüyorlar. Onların ölmemesi, taksilerine CBS takılması için bir mücadele bu” demiştim. Burada da şuradan yola çıktım: Küçük esnaf ağlıyor. Böyle giderse Türkiye’de esnaf kalmayacak. Onları biraz kurumlaştırabilirsek bu müthiş bir başarı olur benim için. Ben, evladıma arkamdan benimle ilgili iyi şeyler söylenmesi için yaşıyorum. Yoksa bir para pul, başarı beklentim yok. Çünkü Allah’a şükür yaşadım onları. Başarıyı rallide yaşadım, Allah’a şükür para sıkıntısı çekmedim. Burada esnafla birlikte işimizin başındayım. Yoksa ben de şu yaz günü keyif yapabilirdim.

Halkın ilgisi nasıl?

Burada her şey öyle ucuza satılıyor ki; 2.5-3 liraya aksesuarlar var. AVM’lerde 30 liradan aşağı alamazsınız onları. 30 liraya spor ayakkabı, 20 liraya elbise satılıyor. Türkiye’nin en ucuz peyniri, zeytinyağı, en ucuz manavı burada. Bir mobilyacı var, Nişantaşı’nda 10 bin liraya satılan mobilyayı burada bin liraya satıyor. Oraya da kendisi veriyor ama Nişantaşı’ndaki mağaza yüksek kirasını da çıkartacak!

Ucuz ama kalitesi nasıl burada satılan malların?

Ucuz diye kalitesiz anlamına gelmesin, peynirin de ucuz ama kalitelisini bulursunuz burada. Kütahya Porselen’in 1-2 liraya tabakları satılıyor; en ucuz Vestel ürünleri buradan alınabilir. 29 liraya çanta, 30 liraya spor ayakkabı da ancak burada vardır. Bu da halkla beraber olmanın diğer tarafı. Karşılığını da gördük, ilk açıldığımız gün 22 bin kişi geldi.

Çarşıda başka gelişmeler olacak mı?

Tabii ki; daha başındayız. Hintli bir ortağım var, onunla Hindistan’dan ürünler getirip burada satacağız... Çok ucuz film seyredilen bir sinema salonumuz hazırlanıyor. Sezon filmlerini gösteremeyeceğiz ama geçen sezonun önemli filmlerini 3-5 liraya seyretme imkanı bulacaklar... Bir de en güzel dükkana 10 bin, ikinciye 7 bin, üçüncüye 5 bin lira ödül vereceğim. Hem dükkanlarına özen göstersinler diye hem de bir destek de bu şekilde vermek için. Üstelik kendileri seçecekler en güzel dükkanı.

“Ben ralliyi değil ralli beni bıraktı”

Neden bıraktınız ralliyi?

Ralli beni bıraktı, ben ralliyi bırakmadım. Türkiye otomobil sporlarına hazır değil. Otomobil sporunu otomobil üreten ülkeler yapar. Pilotlar vardır ama otomobiller yarışır. Atla jokey gibi. Fransız’ın Citroen’i, Peugeot’su var, Alman’ın Volkswagen’i, Audi’si var, Amerika’nın Chevrolet’si var. Koreli’nin bile Hyundai’si var, yeri geliyor yarışıyor. Türkiye’de bütün otomobil fabrikalarının pilotu oldum neredeyse, Ford’un, Toyota’nın, Opel’in... Dünya şampiyonalarında, Avrupa şampiyonalarında yarıştım. Ama otomobil yarışçısı çıkmaz bizden, çıkartmazlar. Çünkü fabrikaların gerçek sahibi biz değiliz.

Neden?

Bir Türk’ün Ford için ne önemi olabilir? Türkiye’de şimdi Yağız Avcı diye müthiş bir çocuk var. 26 yaşında. Bu sene Ford takımında yarışıyor. Ama Ford takımı 10 senedir yarışıyor, bir arpa boyu ilerleyemedi; aynı yerde kaldı. Diğer ülkelerde sunulan imkanların 10’da biri sunulmuyor. Neden dünya şampiyonalarında Ford takımında bir Türk yarışmıyor?

Çok dertlisiniz bu konuda!

Bu ülkede ralli sporcusu yok, Formula 1’e para akıtılıyor. Ben niye bu kadar açık konuşabiliyorum; çünkü benim için iş bitti. Yoksa ben bunları konuşamazdım, çünkü benim de birkaç sene önce “Bir şey yapabilir miyim?” umudum vardı. Ama yapma şansınız yok. Yaptırtmıyorlar!

Neden yaptırtmıyorlar?

Otomobil markamız yok, lastik markamız yok, petrol markamız yok. Dünyada çok farklı yerde bu iş. 17 yaşında yarışmam gerekirken ancak 27 yaşında yarışabildim. Türk olduğumuz için çok şanssızız. Çok az filmde ağlarım, ama Devrim Arabaları’nı seyrederken hüngür hüngür ağladım. Belki Devrim arabası projesi gerçekleşmiş olsaydı biz de dünyada şu anda söz sahibi olacaktık.

“Zengin bir babanın oğlu olmak hep önüme çıktı”

Varlıklı bir babanın oğlu olmak hayata önden mi başlatıyor?

Hayatım boyunca benim önüme geçti. Herkes “Senin baban zengin, her şeyi yaparsın. Babamla birlikte olursan her şey harika, ama onun karşısında olduğun şeylerde tabii ki hoşuna gitmiyor. Mesela yarışa karşıydı. Zorlayamazsın ki bana destek olması için. O da bana mantıklı açıklama yapıyordu; “Seni desteklesem, senin başına bir şey gelse kendimi affetmem” diyordu. Onu da suçlamıyorum. Burada da öyle oldu; “Ne olacak zengin babası oyuncak verdi” diye düşünenler var. Kimse bilmiyor ben burayı ne şartlarda yaptım.

Babanız yarışlara gelir miydi?

Her yarışıma geldi. Bana hep destek oldu. O çok farklı bir insandır. Kıymeti çok sonra anlaşılacak.

“Bursa sosyetesi gazeteye çıkmaya çok meraklı...”

Bursa sosyetesi İstanbul sosyetesine benziyor mu?

İstanbul’dakiler şimdi gazetelerden kaçıyor. Bursa’dakiler gazeteye nasıl çıkarız diye çok meraklı. Bursa’da bir dergiler var inanamazsınız. Böyle 8-10 tane dergi var, bayağı satıyor. Bizim eve de giriyor, hanım alıyor. Hatırlıyorum da, 90’lı yıllarda İstanbul’da eğlenmek için gidecek yer yoktu, Uludağ’a gelip bir hafta önceden distotekte masa kapatırlardı. Eğlenmek için Bursa’ya gelirdi İstanbullular. Türkiye’nin en önemli aileleri hep Uludağ’dalardı. Hepsinin albümlerinde Uludağ’da çekilmiş çocukluk fotoğrafı vardır.

Sizin de çocukluğunuz öyle miydi?

Uludağ’da büyüdük. Evimiz de dağın eteğindeydi. Yazın da kışın da Uludağ’daydık. Gözümü Uludağ’da açtım.

Şampiyon kayakçı olmak yerine ralliyi seçtiniz.

Kayak yarışlarında da çok birinciliğim var. Bir zamanlar iyi kayakçıydım diyebilirim. Orta sona kadar hep yarıştım. Ama Türkiye’de kayak bir yere kadar, gidebileceğiniz bir yer yok. Arabayla da yok esasında! Ama arabayla Allahtan bir dünya şampiyonası yapma şansım oldu.

(03.07.2011 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır.)

5

Haberin Devamı