Cumartesi Postası Piraye Erdoğan: Hayat tekrar etmeye gelmez, döngüyü kır

Piraye Erdoğan: Hayat tekrar etmeye gelmez, döngüyü kır

Paylaş
Piraye Erdoğan: Hayat tekrar etmeye gelmez, döngüyü kır

Önce bu röportajın ne olmadığını söyleyeyim. Bu bir “İçinizdeki gizli gücü keşfedin”, ya da “Çok istersen her şey olur” röportajı değil. Spiritüel alemin sınırlarında da dolaşmıyor. Gayet net ve mantıklı şekilde neden en yüksek potansiyelimize ulaşamadığımızı açıklıyor. Doğru yaşamak için ne yapmamız gerektiğini anlatıyor

Röportaj: Işıl Cinmen
Fotoğraf: Muzaffer Kantarcıoğlu


Anlatan, Piraye Erdoğan. Üsküdar Amerikan Lisesi’nden sonra İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun olmuş. 28 yıl reklam sektöründe çalışmış. Üst düzey yöneticiyken tükenmiş, işi bırakmış. Yeni yoluna şu cevabı aramak için çıkmış: Hayatlarımızda yolunda gitmeyen ne? Bir yanlış var ama nerede? Bulmak için yedi yıl uğraşmış. Ve bulmuş…

Birçok ülkede eğitim almış. ‘İnsan zihni ve kurguladığı benlik’ konusunda çalışmalar yapmış. Zihin eğitimleri, 2012’de tanıştığı ‘nefes’ terapisiyle birleştiğinde arayışı mutlu sona ulaşmış. Kendi deyimiyle, “Dönüşümünü gerçekleştirip, bolluk, neşe ve yaratıcılıkla dolu bir yaşama” geçiş yapmış. Şimdi, öğrendiklerini mümkün olduğunca fazla kişiye aktarmak en büyük tutkusu. Diyor ki: “Hayatın ne kadar basit olduğunu haykırmak istiyorum. Yanlış hayat doğru yaşanmaz. Yanlış yaşadığımız için bu kadar mutsuz, enerjisiz ve hastayız. Yapmamız gereken tek şey: Zihnimizi hayatımızın direksiyonundan kaldırmak ve aracın kontrolünü gerçek sahibine vermek.”





■ Zihin nedir? Çok basitçe anlatın ama...

Depo. Yaşadıklarımızı, öğrendiklerimizi, geçmişle kurulan tüm bağlantıları kafada saklama gücü, bellek. Duygular, düşünceler, yargılar o deponun alet edavatları. Başka canlılarda bizdeki anlamıyla zihin yok.

■ Zihin bize kendini nasıl duyuruyor?

Kafamızın içinde durmaksızın konuşan sesle. İnsan, üç yaş civarında zihnin kontrolüne giriyor. Kafasında konuşan sesi, kendi sesi sanıyor ve onunla özdeşleşiyor. Yaşamını onun sesine göre sürdürmeye başlıyor. Hayatı yanlış yaşama serüvenimiz böyle başlıyor.

■ Kafamdaki ses benim değilse, kimin?

Kayıtlarının, öğrendiklerinin, annenin, babanın, “Anlamıyorsun” diyen öğretmeninin, “Sen yapamazsın” diyen patronunun sesi. Senin öz sesin değil. Sen, o seslerden başka bir şeysin.

■ Peki, ‘ben’ neyim?

Her birimizi bir tasarım, makine olarak düşün. Tasarımın her parçasının bir görevi var. Bir de direksiyon var. “Ben kimim?” sorusuna cevap aranırken yanıtı zihin veriyor. Sapma burada başlıyor ve zihin direksiyona geçiyor. Oysa görevi yönetmek değil; kayıt tutmak ve aktarmak. Kullanmayı bilmediğin bir aracı sana verseler ne olur? Direksiyonu bir oraya kırarsın bir buraya... Panikle bir gaza bir frene basarsın. Zihin de aynen böyle yapıyor.

KAYITLARIN KADAR MISIN?


■ Zihin bizim kötülüğümüze mi çalışıyor?

Hayır. Zihin çok kıymetli ama kendi görevini yapamıyor. Tüm yanlış bu karmaşadan çıkıyor.

■ “Ben kimim” sorusunu zihin nasıl cevaplıyor?

Kayıtlarına bakıyor. 7 yaşına kadar aldığı kayıtlar üzerinden tanımlamaya başlıyor. 5 yaşında bir kız çocuğu düşünelim. Şiir okumak için en güzel kıyafetleriyle sahneye çıkıyor. Çok da güzel okuyor şiiri, herkes alkışlıyor. Dünyanın en mutlu kızı... Sahneden inince en yakın arkadaşı kıskançlıkla, “Çok kötü okudun, titredin, senden nefret ediyorum” diye bağırıyor. Zihin de diyor ki, “Başarılı oldun ama en iyi arkadaşının sevgisini kaybettin. Demek ki çok öne çıkmayacağız.” O kızın potansiyeli 5 yaşındaki bu kayıt üzerinden sınırlanıyor. Böyle böyle seni sanki bir yumurtanın içine sokuyor. O kabuğu kırmadıkça zihnin sınırları içinde sıkışıp kalıyorsun.

KİLO VEREMİYOR MUSUN?


■ Zihin neden bunu yapıyor?

Zihin, tasarımın yani senin neden dünyada olduğunu bilmiyor. İnsan, aynı döngüyü tekrar etmek için değil, farklı deneyimleri edinmek için dünyada olan bir varlık. Ama ne oluyor? Aynı virajlarda aynı patinajı yaptığımız için hep aynı şeyleri yaşıyoruz. Mesela aynı tip erkeklere denk geldiğini sanıyorsun ya da patronların değişiyor ama işteki sorunlar benzer kalıyor veya ne yaparsan yap kilo veremiyorsun. Sürekli deniyorsun ama sonuç yine aynı oluyor.

■ Kilo veremeyen kişi örneği üzerinden gidersek...

Diyetisyenlerle birlikte çalışıyorum. En sık yaşanan problem, diyete başlayınca oluşan bağırsak kitlenmesi. Yani kabızlık!

■ Zayıflama korkusundan mı!?

Aynen öyle. Danışanla konuşmaya başlıyoruz. Tekrarladığı cümle şu: “Ben hep tombiktim!” “Sizi ‘tombik’ diye mi severlerdi küçükken?” diye soruyorum. “Evet!” diyor. Onun zihninin oluşturduğu kabuk bu: Tombik olmak! Kabukta ne yazdığının zihin için önemi yok. “Değersiz” yazıyor da olabilir. O zaman o kişiye hep ne kadar değersiz olduğunu kanıtlamaya uğraşıyor.


HASTA OLMADAN 90 YIL YAŞAYABİLİRİZ


■ Zihnin derdi ne?

Zihninin seni iyiye, tatmine ulaştırmak gibi bir derdi yok. O direksiyonda panikle makineyi sürmeye çalışıyor.

■ Kilo veremeyen kişi bunu anladığında ne oluyor?

Bağırsakları o gün içinde düzene giriyor doğal olarak... Tekrar eden deneyimlerin sebebi ‘çocuk insan’ların devrede olması. Görüntüsü yetişkine benziyor ama 7 yaşına kadar tuttuğu kayıtların yönetiminde deneyimi tekrar ediyor. Tepkilerle yaşıyor. “7’sinde neyse 70'inde odur” lafı bu sebeple var. Zihin bizi yönetmeye çalışırken her birimizi tükenmiş ve hastalığa açık enkazlara çeviriyor.

■ Sağlığımız, yanlış yaşamlardan dolayı mı bozuluyor?

Çoğunlukla. Beden, 90 küsur yıl boyunca hayat deneyimine sorunsuzca eşlik edebilecek şekilde tasarlanmış. Ancak bedenimizi o kadar kötü kullanıyoruz ki, hızla bozuluyor.

■ Ya hasta doğmuş bir insan... Onu nasıl açıklayacaksınız?

Her makine kendi yolu için dünyaya geliyor ve kendi en üst ihtimaline gidecek sınırsız olasılığı barındırıyor. Ama bu ikinci seviye bir konu. Önce daha temel konuları konuşmamız gerekiyor.

■ Direksiyona biz geçince sağlığımız otomatik olarak düzeliyor mu?

Hayır. Dönüşüm, doğru nefesle mümkün. Şöyle düşün: Her makine, enerji kaynağına bağlı olmak zorunda. Enerji aldıkça kendini temizliyor, iyileştiriyor, bakımını yapıyor. O kaynak da nefes. Ama doğru nefes!

■ Neden yanlış nefes alıyoruz?

Üç yaşına kadar doğru nefes alıyoruz. Ama zihnin kayıtları nefesi de kısıtlıyor. Giderek yanlış nefes almaya başlıyoruz. Ben bu makinenin işletim sistemine ‘can’ diyorum. İşletim sistemi, sınırsız enerji kaynağına, yani nefese doğru bağlandığında makine canlanıyor.

İNSANIN KULLANIM KLAVUZU VAR


■ Bunları ne zaman fark ettiniz?

46 yaşında. İşi bıraktığımda üst düzey yöneticiydim. Enkazdım. İki paket sigara içen bir migren hastasıydım. Bedenen ve psikolojik olarak tükenmiştim. “Hayat neden yolunda değil?” demeye başladım. Yedi yıl zihin üzerine çalıştım. Direksiyona sonunda Piraye geçti. Ancak ciddi bir sorun vardı.

■ Neydi o?

Araç tekliyordu, bedenimin bana eşlik etme gücü kalmamıştı.

■ Nefesle o zaman mı tanıştınız?

Evet. Zihin çalışmalarıyla, nefes farkındalığı birleşince canlandım ve iyileştim. Çünkü insanın da bir kullanım kılavuzu var. Ve beden arıza yapmamak üzere tasarlanmış.

■ Potansiyelin üst seviyesine ulaşmak zor mu?

Çok basit. Bazen ne kadar basit olduğunu haykırmak istiyorum. Programı bitirenlerin ilk tepkisi “Ne çok zaman kaybetmişim” oluyor.

■ Nasıl mümkün olabilir bu?

Tamamen kendi tasarladığım, dört günlük bir program: ‘Özgür Zihin, Özgür Nefes Dönüşüm Planı’. Gurur duyuyorum çünkü iyi işliyor, insanlar müthiş dönüşüm yaşıyor.

■ Sadece dört günde mi?

Evet, çünkü sadece olması gerekeni anlıyorsun, yanlışın nerede olduğunu görüyorsun. Yumurtanın kabuğunu kırıyoruz. ‘Gerçek sen’ direksiyona geçiyor.

DEPRESYONA SON


■ Sonrasında mutsuzluk, bunalım yok mu?

Mutsuzluk, depresyon doğal sanılıyor ama değil! Tasarımın doğasında yoklar.

■ Sihirli formül sunuyor gibisiniz...

Sihrim yok. Yaptığım tek şey, suretinin değil ‘gerçek sen’in bu hayatta yaşaması için yol göstermek. Çünkü zihin hep dışarıyı suçluyor. Oysa kaynak sensin. Anladığın an döngü kırılıyor.

■ Mesela sevdiğiniz biri kaza geçirip öldü. O zaman ne oluyor?

Ölümü ‘kötü’ olarak etiketleyen zihin. Ölüm, bu dünyanın en değişmez gerçeklerinden... Acı doğaldır. İçinden geçer gidersin. Ama “Olmamalıydı!” noktasında kaldığın zaman, zihin, olana karşı geldiğinde eziyet bitmez. Çünkü olan çoktan oldu. Kabul ettiğinde değiştirme gücünün alanına girersin. “Bu oldu. Şimdi ben ne yapabilirim?”

■ Peki, ‘gerçek Işıl’ ile tanışınca işi gücü bırakıp başka bir yola mı giriyorum?

Elbette işine gücüne, arkadaşlarına geri dönüyorsun ama dönen eski sen değil. Dönen aynı olmayınca değerlendirme de farklı oluyor. Dolayısıyla her şey değişiyor. ‘Gerçek Işıl’ kayıtlarındaki otomatik tepkilerle değil, özündeki sınırsızlıkla hayatı dönüştürüyor. Dışarıyı değiştirmeye çalışmayı bırakıp kendi sorumluluğunu alıyor.

■ Yani ‘çocuk insan’ı bırakıp büyüyoruz...

O çocuğu yetişkin haline getiriyoruz. ‘Çocuk insan’ diyor ki: “Hayatımda ne olduysa onlar yüzünden! Ben yapmadım, o yaptı!” ‘Yetişkin insan’ diyor ki: “Her şey burada, bende. Kaynak da benim, çözüm de.”

■ Biz neden büyüyemedik ‘insan’ olarak?

Hikaye zaten Adem ve Havva ile başlıyor: “Ben yapmadım, elmayı bana o yedirtti.” İnsanın çöküşünü çok güzel örnekliyor.

Haberin Devamı