Pazar Postası Ruh eşimi bulacağım
Paylaş
Ruh eşimi bulacağım

'Hayatımın dönüm noktası' dediği, üzerinde hem ruhen hem de fiziken detoks etkisi yaratan Survivor'ın ardından manken Özge Ulusoy; hayatının yeni dönemini, aldığı kararları, kırılan kalbini ve aşka inancını Marie Claire Dergisi'nin Ağustos sayısında anlattı...

Röportaj: Zeynep Sipahi

2001 yılında henüz 19 yaşındayken, Elite Model Look Yarışması’nda üçüncü seçildi, ardından 2003 yılında Miss Turkey’de ikinci oldu ve Panama’da düzenlenen Miss Universe’te ülkemizi temsil etti. Ancak kariyeri hakkında söze bunlarla başlamak pek doğru olmaz aslında, çünkü ağır bir sakatlık geçirmiş olmasaydı, onu bir model olarak değil başarılı bir balerin olarak tanıyor olabilirdik. Yıllar sonra bir kez daha profesyonel olarak dans etmeye hazırlanan Ulusoy, yeni sezonda Yok Böyle Dans’ın en iddialı yarışmacılarından biri olarak karşımıza çıkacak.

Heyecanlı; hem de çok... Onu en iyi ifade edecek kelime bu olsa gerek. Neşeli, hareketli, güleryüzlü ve en güzeli de içinden geldiği gibi hareket etmesi. Özel hayatında olup bitenleri, kırılan kalbini bir keşke olarak değil tam tersine deneyim olarak görüyor. Oluruna bırakmayı ve insanları olduğu gibi kabul etmeyi çoktan öğrenmiş. Bu da doğal olarak davranışlarına yansıyor. Ailenin küçük kızı tavırlarını tanışır tanışmaz fark ediyorsunuz. Kendine yeniden bir hayat kurmuş, üzüntüleriyle yüzleşip ileriye doğru adım atmış, hatalarından ders almış, en önemlisi de geçmişi asla bugüne taşımayan biri Özge!

Survivor için adada yaşarken gerçekten yerlerde yatıp aç kaldınız mı?

Yarışma ilk kez ünlülergönüllüler konseptinde düzenleniyordu. Oraya giderken Acun bize; “Yarışmada olduğunuz için spekülasyonlar da olacaktır. O yüzden size biraz daha fazla eziyet edeceğiz” dedi. Nitekim öyle de oldu. Gerçekten çok zor şartlar altındaydık. Oraya dair ne izlediyseniz hepsi birebir gerçekti.

Buradaki konforunuzdan bir anda mahrum kaldınız. Aynasız, makyajsız, telefonsuz nasıl yaşayabildiniz?

Epey zorlanacağımı tahmin ediyordum fakat üçüncü günden itibaren uyum sağlamaya başladım. Günlük hayatımda tabii ki daha konforlu yaşayan bir insanım. Çok zorlandığım, ağladığım, üzüldüğüm anlar oldu ama ada şartlarına tahmin ettiğimden daha çabuk adapte olduğum için kendimle gurur duyuyorum.

Muhtemelen normal hayatınıza geri dönünce sahip olduğunuz nimetlerin değerini daha iyi anlamışsınızdır...

Evet, Survivor’ın bana en büyük katkılarından biri şükretmenin değerini anlamam oldu. Güzel bir hayatım, güzel bir evim, güzel bir işim, güzel arkadaşlarım varmış ve güzel şartlarda yaşıyormuşum. Oraya gidince bunları daha net gördüm. Örneğin aç kaldığım bir gün oturup hüngür hüngür ağladım. 28 yaşındayım ve bu yaşıma kadar hiçbir zaman açlıktan ağlamamıştım. O hissiyatla ağlamak, bana bambaşka geldi.

Adada kendinizle başbaşa kalıp birçok şeyi tekrar düşünmek için de zamanınız olmuştur mutlaka.



Orada kendi kendime konuşma ve hesaplaşma şansım oldu. Yeni kararlar aldım. Döndüğümde de bunları yavaş yavaş uygulamaya başladım. Ada benim için hem bedenen hem de ruhen bir detoks oldu. Her şeye rağmen hayatımda yaşadığım en güzel deneyimdi. Bir de altıncı hissim çok kuvvetlidir. Adada telefon, internet, gazete gibi hiçbiriletişim aracı olmadığı için daha çok rüya görüyordum ve ilginç bir şekilde bütün rüyalarım çıkıyordu. Anladığım kadarıyla dışarıyla bağlantı kapalı olunca başka bir algı açılıyor.

Adada ne gibi kararlar aldınız?

Bende insanlara karşı aşırı bir güven var. Herkesi kendim gibi bilirim. Artık karşıma çıkacak insanlara hem arkadaş, dost hem de ilişki bazında daha temkinli yaklaşacağım. Daha başka ufak tefek kararlarım da var; arkadaşlıklarımla, ailemle, evimle ilgili. Onları da yavaş yavaş uyguluyorum elimden geldiğince.

Şimdi neler yapmayı planlıyorsunuz?

Şu an kesinleşen tek bir projem var; Yok Böyle Dans.

Bir dans geçmişiniz var zaten.

Konservatuarda okudum ama çok büyük bir sakatlık geçirip bırakmak zorunda kaldım. Yaklaşık 12 yıldır profesyonel anlamda dans etmedim. O yüzden benim için zorlayıcı ama bir yandan da nostaljik bir deneyim olacak.

Nasıl bir aile ortamında yetiştiniz? Çocukluğunuz nasıldı?

Babam hukukçu bir albaydı, askeri hakimlik yaptı. Şimdi avukatlık yapmaya devam ediyor. O yüzden Ankara’da lojmanda büyüdüm. Lojman hayatı özgür bir çocukluk demekti. Gerçekten çocukluğumun tadını doyasıya çıkardım. Bir sürü arkadaşım vardı. Patenle kaydım, bisiklete bindim, arkadaşlarımla sabahlara kadar istop, saklambaç oynadık. Mutlu bir çocukluktu. Annemse o dönem çalışmıyordu. Bir süre politikayla uğraşmış, sonra bırakmıştı, hep yanımdaydı.

Babanız sert biri miydi?



Babam dominant ve otoriter biri değildir. Tam tersine çok sakindir. Gazetesini okusun, televizyonda politik programları izlesin, işte böyle naif bir yapısı vardır. Annemle bizim aramızdaki bağ ise biraz daha farklı, çünkü annem bana hamileyken, altıncı ayda menenjit geçirmiş. Durumu çok ciddiymiş. Doktorlar babama “Çocuk mu yaşasın, yoksa anne mi?” diye sormuşlar. Dolayısıyla sakat doğum ihtimalim çok yüksekmiş. “Elleri, ayakları olmaz” diyormuş doktorlar. Allah’a çok şükür çok sağlıklıyım. Anneminse birtakım rahatsızlıkları kaldı tabii öyle büyük bir hastalık geçirdikten sonra ama o da çok sağlıklı şu an. Dirençli bir kadındır. Bana aile doktorlarımız hep “Sen mucize çocuksun” derdi. Ben de onlara “Hayır ben mucize bir annenin çocuğuyum” derdim. Çünkü yaşamam için savaşan oydu. Annem hayatı boyunca hep öyleydi zaten. Çocukları için çok çırpındı, çok uğraştı. O yüzden annemle olan bağım ablam ve babama göre biraz daha farklı. Babam ilk göz ağrısı olduğu için biraz ablamcıdır. Evde böyle eşit bir dağılımımız var.

Günümüzdeki kadınerkek ilişkilerini nasıl yorumluyorsunuz?

Eskiye göre her şey biraz daha hızlı gelişiyor. Benim biriyle bir ilişki yaşayabilmem için öncelikle konuşabiliyor olmam gerekir. O kişiyle ortak zevklerimiz olmalı. Tarz olarak birbirine yakın müzik dinlemeli ve benzer şeyler okumalıyız. Uzun süreli ilişkim bittiğinde, en büyük kahrım dostumu kaybetmiş olmak oluyor. Bu en ağırı. Günümüzde insanların öncelikleri değişti bence. Kadınlar daha rahat davranmaya başladılar sanki. Bazı kadınlar bu kadar rahat olunca siz de bazı şeyleri zora sürünce “Seninle mi uğraşacağım” durumuyla karşılaşabiliyorsunuz.

Erkekler zor olanı mı sevmiyor bu durumda?

Zoru sevmiyor değiller. Bence kolaya alıştıkları için artık zorla uğraşma güdüleri törpülendi. Birinden gerçekten hoşlanıp, ona emek verip, onu baştan çıkarmak için elinden geleni yapanlara günümüzde pek rastlanmıyor. Yeni neslin, yani 90’lılar ve sonrasının ilişkilerini daha doğru yaşadıklarını görüyorum. Henüz çok genç olmalarına rağmen uzun süreli ilişkileri var birçoğunun. Bizim neslimiz biraz daha arada kalmış gibi.

Kadınların ilişki konusunda en sık yaptıkları hata nedir size göre?

Bence ilişkiyi bitirip kendilerini yalnız hissettikleri anda ilk hatayı da yapıyorlar. Başka birine ya da şeye sarılmak istiyorlar. Adada aldığım kararlardan biri de aslında bununla ilgiliydi. Hayatımda biri olmak zorunda değil. Tabii ki olsun isterim ama gerçekten doğru biri olana kadar sırf bir şeyden kaçmak ya da eski bir ilişkinin artığını silmek için başka biriyle olmak istemiyorum.

Özgürlüğünüze düşkün müsünüz?



Fazlasıyla... Beni adada en zorlayan da buydu. Çünkü hiçbir yere gidemiyorum, istediğim hiçbir şeyi yapamıyorum, arkadaşlarımı, ailemi göremiyorum, telefonuma bakamıyorum, alışveriş yapamıyorum... Özgürlüğüm gerçek anlamda kısıtlanmıştı. Bir de yıllardır yalnız yaşıyorum. Kendi evim, kendi yaşama alanım, kendi kapım... Kapımı çarpıp gittiğim yeri ben belirliyorum.

Zor bir kadın mısınız?

Zor bir kadın olduğumu düşünmüyorum. Naif bir yapım var. Sadece ilk başta karşımdakini biraz zorlayabiliyorum. Bu da bir parça güvensizliğimden kaynaklanıyor. Ancak bunun zararlı olduğunu düşünmüyorum. Anaç bir yanım yok benim. Pozitif bir yapıya sahibim. Eskiden Ankara’dan İstanbul’a geldiğimde daha pesimist bir insandım. Bardağın genellikle boş yanını görüyordum. Zaman içinde yendim bunu. Bazı şeyleri oluruna bırakmaya başladım. Allah’a bu kadar çok inanmamın nedenlerinden biri de bu. Mesela bir şeyin olmasını çok istiyorum ve olmuyor. Aradan bir zaman geçiyor ve ‘İyi ki olmamış’ diyorum. O yüzden bazı şeyleri hayatımda biraz daha pozitif görmeye başladım. Yanımdaki insana da bunu aşılıyorum. Benim yanımdaki o mutsuz karakter daha mutlu, daha pozitif biri olmaya başlıyor. İyi enerji veriyorum diye düşünüyorum.

( 31.07.2011 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır. )

4

Haberin Devamı