Pazar Postası Sinan Tuzcu: Aşk imkansızdır imkanlı olunca sevgi deriz ona
Paylaş
Sinan Tuzcu: Aşk imkansızdır imkanlı olunca sevgi deriz ona

Sinan Tuzcu, bir yandan dizisi ve radyo programı devam ederken ikinci kitabı ‘Aşkın Kursağında Kalan’ adını verdiği hikaye kitabıyla karşımıza çıktı. Adından anlaşılacağı üzere yarım kalan aşkları konu alıyor. Malum önümüz yaz. Uzun yol kitaplarınızdan biri mutlaka ‘Aşkın Kursağında Kalan’ olsun.

İlk romanınız ‘Böcek’ten sonra bu kez bir hikaye kitabıyla karşımızdasınız. ‘Aşkın Kursağında Kalan’ nasıl çıktı ortaya?

Haberin Devamı

Aren Şenorkyan daha önce yazdığım öyküleri okumuştu. ‘Böcek’ yayımlandıktan sonra devam hikayesi olan ‘Kayıp’ çıkmadan önce “Bir hikaye kitabı çıkaralım” diye konuşmuştuk. Daha önce yazdıklarımı seçkiledik. Onlarla aynı duyguda olan dört yeni hikaye daha yazdım ve ortaya ‘Aşkın Kursağında Kalan’ çıktı.

■ Öyküleriniz kendi içinde hüzünlü ama bütün olarak duygusu hiç umutsuz değil. Bu özellikle dikkat ederek yarattığınız bir şey mi?

Şair demiş ya “Hiç eksik olmaz umut sol yanımızdan” diye (Gülüyor). Hayat gibi aslında her yerin lime lime olur, canın acır, hayat darmadağın olur, nasıl toplayacağını bilemezsin. Sonra biri gelir ve bir bakarsın dipçik gibisin. Yeniden parçalanmaya hazırsındır. Sonra yeniden ve yeniden... Ama hep umutla.

Haberin Devamı

■ Sizce imkanlı ya da imkansız, her aşk kendi içinde umudunu yeşertmenin bir yolunu bulur mu?

Aşk zaten imkansızdır. İmkanlı olduğu an sevgi deriz ona. Sevmek deriz. Ya da ben öyle diyorum. Aşk bana hayatın içinde yaşamın kaynağı olan ana güç gibi geliyor. Aşk olmasa enerjimiz tükenir, biteriz sanki. Arazide gezmeyi, doğayı severim, insanı dinlendirir. Kullanımı bitince rehabilite edilen bir mermer ocağında, kalın mermer bloklarının arasından çıkmış bir çam ağacı görmüştüm. İmkansız gibi gözüküyordu ama gerçekti. Aşk böyle bir şeydir.

TESTİ İÇİNDE NE VARSA ONU SIZDIRIR

■ Yazdıklarınızın ne kadarı kurgu ne kadarı gerçek?

Ben yazdıklarımda, hikaye, roman, senaryo ne olursa, onlardaki gerçeklik duygusunu seviyorum. Karakterler ve olay örgüsü okuru içine alacak kadar gerçek olmalı ama bu gerçeği nasıl kurguladığınız önemli. Hiper-realist yazmaya çalışıyorum. Aylin Uncu’nun gerçek ama yaşanmamış hikayesini anlattım ‘Böcek’ kitabımda mesela. Öykülerde de böyle. “Gerçek ama yaşanmamış nasıl olur?” diyeceksin, işte o okurun aklındaki bit yeniği. Bence okur, “Kim bu ya? Kesin gerçek bak bu, abi, oturup tasarlayamazsın bunu” demeli okurken.

■ Siz hiç yarım kalmış bir aşkın kahramanı oldunuz mu?

Testi içinde ne varsa onu sızdırır. Ben içimdekileri sızdırıyorum elbette. Dolayısıyla benim de kursağımda kalan vardır. Nasıl olmasın ki? Aklımın kaldığı “Ah be!” dediğim Masada kimse yokken bir kadeh de ona koyduğum, Müzeyyen Senar’ı dinlerken içimi sızlatan, ‘Huysuz ve Tatlı Kadın’ı söylerken aklıma düşen elbette vardır. Kimin yok ki!

Haberin Devamı

■ Genellikle mutlu sonla biten hikayeler edebiyata, şiire ya da sanatın diğer dallarına çok malzeme olmuyor. Mutlu sonlar neden tarihe geçemiyor?

Ben buna pek katılmıyorum. Ama mutsuz sonlar daha çok dikkat çekiyor sanırım. Marazdan besleniyor insan. Kendi mutsuzluklarıyla daha kolay empati kurabiliyor belki de. Sıkılmak için mutlu olmak şarttır” diye bir ifade okumuştum. “Sıkılıyorsanız bilin ki mutlusunuzdur” diyordu. Bence de öyle. Mutsuzluk daha çok meşgul ediyor insanın aklını. Bu yüzden yazarken de okurken de mutsuz karakterler daha öne çıkıyor sanırım. Ama bu masalların ya da hikayelerin mutlu sondan beslenmediğini göstermez.

■ Yazı sizin için ne ifade ediyor? Hayatınızda hep var mıydı?

Yazmak iletişim noktalarımdan biri. Kendimle, çevremle, kağıtla ve kalemle ilişkim küçük yaşta başladı. Kitaplarla, yazarlarla ilişkimi aileme borçluyum. Ben orta okulu yatılı okuyan oğlunun, ona yazdığı mektuplardan okuma yazma öğrenen bir babaannenin torunuyum. Okumanın yazmanın kıymetini anlatmak için sanırım kendim olmak ya da ancak onunla olabilmek tamlamasını kullanabilirim.

Haberin Devamı

KISA KISA...

ACIDAN İSTEDİĞİN KADAR KAÇ O GELİR, BULUR SENİ

■ Üzücü bir olay yaşadığınızda acıyla yüzleşmeyi mi acıdan kaçmayı mı tercih edersiniz?

İstediğin kadar kaç, o gelir bulur seni. Hepimiz kaçmayı deneriz ama ne mümkün!

■ Ağlamak istediğinizde kimin omzuna teslim olursunuz?

Dokuz yıldır birlikte yaşadığım köpeğim Yaver’e, anneme, babama, kardeşime... Aile sizi sarmalar, iyileştirir.

■ Benim için her şey söylenebilir ama şunu kimse söyleyemez dediğiniz o özellik ne?

Tembel denemez sanırım. Diyen olursa da canı sağ olsun.

SEN 'BİTTİ' DERSİN O BİTMEZ ASLINDA

■ “Hiçbir hikaye yarım kalmaz, her hikaye bir şekilde tamamlanır” diye düşünen de çok insan var. Siz “Aşk bazen sadece biter” diyorsunuz

Haberin Devamı

Evet, sadece biter. Hikayelerin ortak noktası bu aslında. Başlamaz bile, sadece biter aşk. Sonra bir bakarsın, ohooo! Ne bitmesi? Yanmışsın sen. Yana yana kavruluyorsun. Ölseniz bile bitmez. Sen bir türkü söylersin, sonra onu başkası söyler. Bir masal anlatırsın, onu senden sonra bir başkası anlatır ve dilden dile yayılır. Böyle bakınca sen “Bitti” dersin, o bitmez aslında. Sadece senden geçer... Dolayısıyla içinde insan olan hiçbir hikaye yarım kalmaz elbette.

■ O kadar güçlü bir duyguyu bastırmak ya da yönetmek mümkün mü?

İnsan öyle bir varlık ki neye “Mümkün değil” desen oluveriyor. Bastırmak doğru değil bence. Arızalara sebebiyet verir bastırmak. Ama yönetmek elbette mümkün. Kontrolden çıktığı da olur ama şarampolden de yuvarlanmamak lazım.

BURASI ANADOLU UMUTSUZ OLMAK MÜMKÜN MÜ?

■ Kitabı okurken günümüz Türkiye’sine de yakından bakma fırsatı buluyoruz. Günümüz Türkiye’si size ne hissettiriyor?

Bu topraklar iyi insanları besler, onlara gözü gibi bakar. Nazım Hikmet der ya: “Bizim kalbimiz hep kırıktır çocuk. Ama yine de eksik etmeyiz sol cebimizden umudu” diye. Umut asla eksik olmamalı hayatımızda. Anadolu bu! Nasıl umutsuz olursun ki… Yaşar Kemal’in ülkesiyiz biz. Nazım’ın, Ziya Gökalp’in, Orhan Veli’nin, Tomris Uyar’ın, Didem Madak’ın ülkesi nasıl umutsuz olur? Olmamalı! Muhteşem çocuklar var bu topraklarda, zihinleri pırıl pırıl çocuklar…

■ Çoğu insan geçmişten büyük bir özlemle bahsediyor. Sizde de bu duygu baskın mı?

Geçmiş bize öğretir, ama geride kalmalı. Özleyerek yaşamak insanı köreltir. Yeni şeyler söylemek lazım, yoksa solarız. Millet olarak Halk Evleri’nin özlemini duyuyoruz mesela, o zaman Halk Evleri’ni yeniden kurmalı. Yeniden Anadolu’da eğitimli, toprakla uğraşan, toprağın kıymetini bilen gençler yetiştirmeli. Kentlere göç eden ve sokak aralarında kaybolup giden gençlerimiz o kadar fazla ki.

■ Bir yandan da diziniz ‘Sen Anlat Karadeniz’ devam ediyor. Dizilerdeki çalışma koşullarını düşünürsek, eş zamanlı olarak yazabilmek zor değil mi?

Dizi devam ediyor, bir yandan Kafa Radyo’da her cuma program yapıyorum, bir yandan yazıyorum… Bazen “Delirdim herhalde” diyorum kendi kendime ama ne yapayım huyum bu. Hep sevdiğim işleri yaptım ben, hiçbiri yük olmadı bana. Diğer yandan hepsi birbirini besliyor aslında.

Oya Çınar

oya.cinar@posta.com.tr