Cumartesi Postası Uzm. Dr. Ece Balkuv: Beyin inanılmaz sofistike bir yapı, biz sadece onun izin verdiği ölçüde dünyayı algılarız

Uzm. Dr. Ece Balkuv: Beyin inanılmaz sofistike bir yapı, biz sadece onun izin verdiği ölçüde dünyayı algılarız

Paylaş
Uzm. Dr. Ece Balkuv: Beyin inanılmaz sofistike bir yapı, biz sadece onun izin verdiği ölçüde dünyayı algılarız

Uzm.Dr. Ece Balkuv, en başta adıyla okuyucuya “Gel” diyen bir kitap yazdı: ‘Beyniniz Hayatınızı Nasıl Şekillendirir?’ Kitap 12 bölümden oluşuyor. ‘Bilinç ve Beyin’ ile başlayıp ‘Ölüm’le bitiyor. Aslında bir kaynak kitap ama deneme şeklinde ve çok akıcı bir şekilde kaleme alınmış. Ece Balkuv ile beynimizin hayatımızı nasıl şekillendirdiğine dair konuştuk. Oya Çınar / oya.cinar@posta.com.tr

Kitabın adıyla başlamak istiyorum. Bir cevap vermiyor, soru soruyorsunuz…

Haberin Devamı

Biliyorsunuz, her şey bir soruyla başlar. Örneğin tüm medeniyet ‘’Eğer böyle yaparsam ne olur ?’’ sorusuna yanıt ararken kuruldu. Benim kitabım da beynimizin hayatımızı nasıl şekillendirdiği sorusu üzerine kurulu.

Bu soru bana, en çok duyduğumuz önermelerden biri olan “Düşünce şekliniz değişirse dünyanız değişir” sözünü hatırlattı. Gerçekten düşünce şeklimiz dünyamızı değiştirir mi?

Bu soruya bütünüyle “Evet” ya da “Hayır” diye cevap verebilmek çok zor. Kısmen diyebiliriz.

Peki, beynimiz hayatımızı nasıl şekillendirir?

Beynimiz kendisine gelen elektrik sinyallerini yorumlayıp, bir gerçeklik yaratır. Bu gerçekliği yaratırken de beynin asli görevi dış dünyayı tam olarak algıladığı gibi bilince iletmek değil; bizi dış dünyayla uyumlu hale getirmektir. Gerçeğin değil pragmatik olanın emrinde evrimleşmiştir.

Haberin Devamı

Beyne bilmesi gerektiği kadar bilgi gelir, neyi neden yaptığımızı çoğu zaman bilmeyiz

Bir örnekle açıklayabilir misiniz?

Misal algıladığımız her görüntünün bir kısmı illüzyon, yani beynin uydurmasıdır. Örneğin bir mehtap manzarasına baktığınızı düşünün. Kesintisiz ve panoramik bir görüntü algılarsınız. Gerçekte görme alanımız algıladığımız gibi kesintisiz olamaz. Görme sinirinin retinayı delip beyne yol aldığı kısımda, yani kör noktada, görme işlemi gerçekleşemez. Nereye bakarsak bakalım, görme alanımızın bir kısmında siyah bir boşluk olmalı fakat yok.

Bu durumda beyne ulaşan gerçekle, beynin bilincimize sunduğu gerçek birbirinden oldukça farklı…

Kesinlikle! Sayısız örnekle kanıtları çoğaltabiliriz. Bizim bilinç düzeyimize ulaşmadan önce her şey bir süzgeçten geçirilir. Öyle her uyaran, ‘yüksek korktikal bölgeler’ dediğimiz alanda bulunan bilinç haline ulaşmaz. Örneğin ben sizinle sohbet ederken, etraftan gelen sesleri işitsel korteksim algılıyor ama bilinç düzeyinde fark etmiyorum. Yoksa odaklanma mümkün olmazdı. Beyne bilmesi gerektiği kadar bilgi gelir. Bu nedenle çoğu zaman neyi, neden yaptığımızı, bir kararı neden verdiğimizi fark edemeyiz.

Bilincin herkesin üzerinde uzlaştığı bilimsel bir tanımı yok

Kitapta ilk bölüm ‘Bilinç ve Beyin’ ile başlıyor. Günlük hayatta ‘bilinçli insan’ ve ‘bilinçsiz insan’ en çok kullandığımız ifadeler arasında. Ama okurken bunu çok yanlış kullandığımızı düşündüm…

Haberin Devamı

Bilincin henüz herkesin üzerinde uzlaşıp kabul ettiği bilimsel bir tanımına kavuşmuş değiliz. Bilincin iki yönü vardır. İlki ve en önemlisi bizi saran dış dünyanın bilincindeyizdir. İkincil olarak kendimizin bilincindeyizdir. ‘Bilinçsiz insan’ direkt anlamıyla komadaki insan demektir. Ancak bu tanımlama günlük hayatta mecazi bir anlatım için kullanılıyor.

Empati sayesinde ahlak, acıma ve vicdan duyguları gelişir

En ilgiyle okuduğum bölümlerden biri empatiydi. Empatiyle ilgili daha önce şöyle bir bilgi okumuştum. Empati eksikliğinin aslında evrimsel bir eksiklik olduğu söyleniyordu. Bu doğru bir ifade mi sizce?

Empati veya duygudaşlık, diğerinin duygularını, içinde bulunduğu durum ya da davranışlarındaki itici gücü anlamak ve içselleştirmek demektir. Empati sayesinde ahlak, acıma ve vicdan duyguları gelişir. Bu duygular da grup halinde, hayatta kalma şansı daha yüksek olan insan ırkını bir arada tutmak ve toplumsallığını arttırmak için var olan mekanizmalardır. İnsanlar gibi, üyelerinin bir arada yaşadığı tüm canlı türlerinde bulunur. Bu nedenle evet, bence doğru bir ifade.

Haberin Devamı

Anlattığınız bazı hikayeler, insana sık sık “Ruh ve beyin birbirinden tamamen bağımsız değil mi?” sorusunu sorduruyor. Sizin bu konuda çok net bir fikriniz var mı?

Günümüzde başta fonksiyonel MR cihazları olmak üzere, pek çok teknolojik yenilik sayesinde beyindeki farklı mekanizmalardan sorumlu beyin bölgeleri tespit edilebiliyor. Keza eskiden ruha atfedilen pek çok niteliğin beyindeki kaynak noktaları belli. O nedenle bu soruya subjektif bir yanıt vermek zor. Bazılarınca ‘ruh’ da denilebilen duygusal ve düşünsel yapıyı üreten makine beyindir.

Beyne ulaşan bilgilerin ezici çoğunluğu bilinçaltıdır

“Akli melekeleriniz yerindeyse, yaptığınız seçimleri özgür iradenizle yaptığınızı düşünürsünüz ama size kötü bir haberim var: Beyne ulaşan bilginin ezici çoğunluğu bilinçaltıdır” diyorsunuz. Kişi o alana hiçbir şekilde müdahale edemiyor mu gerçekten?

Psikanaliz sonucu bazı bilinçaltı korkuların kaynaklarının keşfedilmesi mümkün. Ancak Iceberg’in su altında kalan kısmını tamamen su yüzeyine çıkarmak mümkün değil. Beyin inanılmaz sofistike bir yapı. Biz sadece onun izin verdiği ölçüde dünyayı algılayabiliriz.

Haberin Devamı

Sizce mümkün olsaydı, bu daha çok bizim yararımıza mı, yoksa zararımıza mı olurdu?

Kesinlikle zararımıza olurdu. Pek çok girdinin bilinçaltı düzeyde kalması bizim hayatta kalmamız lehine gelişmiş bir süreç. Örneğin ormanda vahşi bir hayvan saldırısına maruz kaldığınızı düşünün, o an bilincinizin etraftaki kuş seslerine odaklanmasını istemezsiniz. Bilinciniz uygun yanıta odaklanır. Yani kaçmaya.

Rüyaların ne işe yaradığı kesin olarak bilinmiyor

‘Rüyalar’ da en ilgi çekici bölümlerden biri. Rüyaların depresyona, anksiyeteye huzursuzluğa iyi geldiğini söylüyorsunuz. Rüya bize tam olarak ne yapıyor da tüm bunlara iyi geliyor?

Rüyaların gerçekten ne işe yaradığını kesin olarak bilmiyoruz. Sinir hücreleri arasındaki sinaptik bağları güçlendirerek, hafıza gibi fonksiyonları kuvvetlendirmesi bilinen yararlarından. Hatta Alzheimer gibi sinir dokusu yıkımıyla giden hastalıkların önlenmesinde de etkili. Ancak günümüzde, pek çok uzman, rüyaların bilinçaltı zihnin (subkortikal alan) rastgele ateşlenmesi ve korteksin (bilinçli zihnin) bu rastgele gelen elektriksel sinyallerden bir hikaye uydurması olduğu kanaatinde.

Rüyalardan gerçek hayata dair anlam çıkarmanın, geçmiş ya da geleceğe dair yorumlar yapmanın bilimsel bir yanı var mı?

Bazı psikanalistler çeşitli rüya yorumlama teknikleri kullanıyor. Ancak rüya yorumlamaları ve rüyalara geçmişte atfedilen anlamların günümüzde geçerliliği azalıyor.

Travmatik hatıralar, uzun vadeli hafızanın şeref konuğudur

Genel algı, insan beyninin kötü hatıraları daha ayrıntılı, iyileri daha silik hatırladığını söylüyor. Bu cümleyi çok yerde okudum. Bu doğru mu?

17 Ağustos 1999 depremini yaşayanların o anda ne yaptığını, neler olduğunu, hala hatırladığına eminim. Ya da Amerika’daki 11 Eylül faciasının tanıkları, o anları unutamazlar. Beyinde bulunan ve amigdala adı verilen badem şeklinde bir yapı, stres hormonu olan kortizolün de etkisiyle yoğun duygusal yük taşıyan anıları damgalayıp, hafızaya öyle yollar. Sonuç olarak travmatik anılar, tekrarlamanın sağlamlaştırıcı etkisine gerek kalmadan, uzun sureli hafızanın şeref konuğu olarak sağlam koltuklarına yerleşir. Amigdala duygusal yüke sahip anıları seçerken neşe ve mutluluk gibi olumlu hislerden ziyade şok, korku, acı gibi hayatta kalmamız için işe yarayan duyguları seçer. Bu da bir hayatta kalma mekanizmasıdır aslında.

Nasıl yani?

Örneğin daha önce vahşi bir hayvanın saldırısına maruz kaldıysanız, şimdi o hayvanın sesini duyduğunuz an “Bu ses neydi yaaa?” diye düşünmeden hemen kaçmaya hazırlanıp canınızı kurtarmanız, amigdalanızın yarattığı hızlı yanıt sayesinde gerçekleşir. O korkunç sesi ve anıyı unutmamanızı, gerektiğinde aynı uyarıya mümkün olan en hızlı şekilde yanıt vermenizi sağlar.

Unutmanın bir formülü yok, bir hafızayı tamamen yok etmek oldukça güç

Bir de aksine, unutmak istediği şeyleri, kötü hatıraları kendi becerisiyle unutabildiğini iddia eden insanlar var…

Unutmanın bir formülü yok. Bir hafızayı tamamen yok etmek oldukça güç. Çünkü yaşadığımız bir olaya ait hafıza, parçalara ayrılıp kaydedilir. Yani beyinde bir hafıza kutusu yok. Örneğin, yaşadığınız deneyime ait koku başka yerde, görüntü başka yerde, duygunuz ise başka yerde depolanır. Bir yemek davetine gittiğinizi düşünün. Davetteki insanların yüzleri başka yerde, yemek kokuları başka yerde, çalan müziğin sesi başka yerde depolanır. Ancak hatırladıklarınızdan etkilenmemeyi bir travmayla başa çıkmayı öğrenebilirsiniz.

Kitabın yazım sürecinde, tamamen yeni öğrendiğiniz ve sizi çok şaşırtan bir bilgi oldu mu?

İşi nöroloji uzmanlığı bir hekim olarak, günceli hep takip ettim. Fütüristik nörobilimsel gelişmelere artık daha fazla hakimim ancak bu alanın da sıkı bir takipçisi oldum. Fakat nörolojinin geçmişteki lobotomi gibi işlemlerin yarattığı trajedi, veya Salem cadı avlarındaki dramın detaylarını bu kitabı yazarken öğrendim ve çok etkilendim. Özellikle küçük çocukların katlanmak zorunda kaldıkları ızdırapları araştırmak beni çok üzdü.

“Bu kitabı okuyun çünkü…” cümlesini nasıl tamamlarsınız?

Ünlü Biyolog Francis Crick’in bir cümlesiyle tamamlamak isterim: Okuyun çünkü insanlar için kendi beyninin incelenmesinden daha hayati bir araştırma konusu olamaz.