Pratik Bilgiler Kısa, uzun, anlamlı, resimli, en güzel ve özlü Ahmed Arif Sözleri

Kısa, uzun, anlamlı, resimli, en güzel ve özlü Ahmed Arif Sözleri

Paylaş
Kısa, uzun, anlamlı, resimli, en güzel ve özlü Ahmed Arif Sözleri

Türkçeyi en iyi kullanan şairlerden birisi olan Ahmed Arif'e ait en güzel ve anlamlı sözleri beğeniyor ve birçoğunu öğrenmek mi istiyorsunuz? Kısa, uzun, anlamlı, resimli, en güzel ve özlü Ahmed Arif Sözleri...

Birbirinden güzel, kısa, uzun ve anlamlı Ahmed Arif Sözleri...

Haberin Devamı

Ahmed Arif Sözleri

Canım Benim, Bilir misin, “canım” dediğimde içimden canımın çıkıp sana doğru koştuğunu duyarım hep.

Gözlerinden, burnunun üst dudağına düşen fark edilmez incecik gölgesinden öperim canım. Öperim ömrüm. Yaşşa!

Düşlerimdeki sensin, İçimin yangınına göz yaşım fayda etmiyor… Gideceğim bütün yollar sana çıkıyor… Gel beraber alalım nefesimizi sevdiğim sensiz boğazımdan geçmiyor. Acıyor içim acıyor canım yandı içim acıyor… Benim içim hiç böyle acımamıştı. Göz yaşlarım kan oldu aktı yüreğime… İçime hançer saplıyorsun delik deşik ettin yüreğimi… Kalp dayanır da beyin ne yapsın buna?

Öylesine hülya, kutsal ve uzaksın ki… Allah kahretsin beni.

Terk etmedi sevdan beni, aç kaldım, susuz kaldım, hayın, karanlıktı gece, can garip, can suskun, Can paramparça… Ve ellerim, kelepçede, Tütünsüz, uykusuz kaldım, terk etmedi sevdan beni…

Haberin Devamı

Bir daha dünyaya gelsem aynı hayatı, daha ustaca ve korkusuz yaşarım. Ama bu sefer seni tanımakta gecikmem…

Sabahattin Ali Aşk Sözleri yazımıza da göz atmanızı tavsiye ederim.

Seni sevmek, felsefedir kusursuz. İmandır, korkunç sabırlı. İp’in, kurşun’un rağmına, yürür pervasız ve güzel. Sıradağları devirir, akan suları çevirir, alır yetimin hakkını, buyurur, kitabınca…

Aslında benim senden hiç kopamayışım, sensiz dünyayı hafif buluşumdur bütün mesele!

Gitmek, gözlerinde gitmek sürgüne, yatmak, gözlerinde yatmak zindanı. Gözlerin hani?

Leylim, Nicesin gene? Beyninde mi, yüreğinde mi, başka bir yerinde mi nerendeyse o inat yönünü yaratan dokuları öpmek isterim. Evrende seni özler, seni isterim. Başkaca hiç. Ne taktığım, ne de vurulacağım bir nen yok. Seni. Sade seni.

Sensizlik, ayrılık, ölümden çok daha rezil, çok daha ıssız, mânâsız ve boş… acı…

Hiçbir uğraş, hiçbir umut, seni düşünebilmek, seni anlayıp sevmek, yüzüne bakabilmek kadar dolu, anlamlı ve yaşanmaya değer olamaz.

Ben, senin için, ancak her şeyimi, bütün mevcut kıymet hükümlerini ve canımı feda etmekle belki biraz hafiflemiş olurum. Yine de ödemiş, karşılık vermiş olamam. Bu, hem çok acı hem de şaheser bir ruh hali. Kimselere mecbur olmadım, olmam da. Yiğitliğim ve rivayet olunan erkekliğim, bundandır… Ama senin mecburun olmak, beni hiç mi hiç küçültmüyor, Aksine yüceltiyorsun, İNSAN ediyorsun, yaşatıyorsun.

Haberin Devamı

Şu an, yanında olmayı dünyaya bin yıllığına yeniden gelmeğe değişmem. Gözlerinden öperim. İmdat! Ferman senin elbette.

Dellenicem Leylim. Bir dellensem gerisi önemsiz belki. Ama bunun sanısı korkunç. Böyle bir şey olabilir mi? Bir canda iki can yaşamak. Mutlak bir çözüm yolu var bunun. Anlat bana. Senden bir şeyler ummak… Umutların en olmazı da bu belki. Saçmaladım gene.

Ben bu defteri kapandı biliyorum Leylim! Acı mı, mutluluk mu, kader mi, inanılmaz bir ilk olgu mu, sevda, dostluk, ayrılık mı her neyse alnımda senin yazın var.

İçmek! Gözlerinde içmek ay ışığını. Varmak! Gözlerinde varmak can tılsımına. Gözlerin hani?

Seni ölesiye öperim canım. Nerde o ölüm! Tanrı bana kepazelik ölümler sundu hep.

Her neysem, şair, usta, mahpus, sürgün, acemi, yiğit ya da korkak SENinle değerlendirebilirim, SEVİYORSAM, sen olduğun içindir. UTANIYORSAM, senden utanabilirim ancak. YİĞİTSEM, seninle yiğit olunur elbet. KORKUYORSAM, sensizliğin korkusudur bu.

Haberin Devamı

Bütün o büyük yazarlar, biyolojistler aldanmış. Ayrılık ve zaman bende sana ait hiçbir anı öldüremiyor, silemiyor.

Gözlerimi öptüğün bir gerçek mi? Onların dudaklarına layık olması için, ne yapayım bilmem ki…

Evleneceksin demek? Herhal çocuğu sevdin! İnşallah mesut olursun canım. Ama müstakbel kocan bana yazdığına kızmayacak cinstendir inşallah. Yoksa seni kaybetmek, sesini duymamaktansa gebereyim daha iyi olur.

En iyisi sana imdat etmektir. Özlemektir seni, geberesiye. Ses etmektir, haykırmak “Leylâ!” bir tenha saatte geceler yarı.

Elbette ki önce sen! Nem var ki başka! Ha, neyini mi merak ederim? Serçe parmağındaki tüyden, kulak memendeki tatarcık ısırığına, düşlerine, esnemene, şıpıdık terlikle mutfaktan çıkışına kadar nen varsa! Gözlerini öperim. Ama gene yarımım.

Bu kadarı mümkünsüzü, çaresizi, dünya “dünya” olalı böyle benzersiz ve tek olanı, görülmüş mü ki sevdanın?

Haberin Devamı

Sensiz edemem. Bunu bir eksiklik sayanlar olabilir. Takmam kimseyi. Sensiz edemiyorsam bu bana ancak yücelik, haysiyet verir. Dünyaya geldiğime pişman değilem! Seni tanıdım çünkü.

Ben senin mecburunum. Başkaca yokum. Yasak şiirimdir her halin ayrı, İsyanını seviyorum genç, güzel, cesur.

Sabah gözlerimi sana açarım. Akşam uykularımı senden alırım. Nereye, ne yana dönsem karşımda mutluluğun o harikulade baş dönmesini bulurum.

Kambur, cüzam da olsan (tövbe tövbe)benim için aynı gül tazeliğindesin. Beni idama da götürsen, dönüp yüzüne pişman bakamam. Şimdi bunca hengâmeden sonra nasılsın Leylim?

Haberin var mı taş duvar?

Demir kapı, kör pencere,

Yastığım, ranzam, zincirim,

Uğruna ölümlere gidip geldiğim,

Zulamdaki mahzun resim,

Haberin var mı?

Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,

Karanfil kokuyor cigaram.

Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…

Seni tanımak, seni bir kerecik bile görmek, milyarla yıl yaşamaktan daha dolu, daha hazlı ve daha dolu, daha hazlı ve değerlidir. Ama kime bu sözler, anlayana tabii. Seni anlamak, seni sevmek mühim ve aziz bir iştir. Zor da değil halbuki, ama İNSAN olmak lazım.

Ve hep olmayacak şeyler kurarım, Gülünç, acemi, çocuksu…

Ben bütün bu manasız iç sıkıntılarından senin var olduğunu hatırlayarak sıyrılıyorum. Bir pınar, bir dağ suyu gibi dinlendiriyor, kandırıyorsun. Bu bakımdan gelmiş geçmiş âdemoğulları içinde şüphesiz en şanslı durumdayım.

Sus, kimseler duymasın. Duymasın ölürüm ha. Aydım yarı gecede. Yeşil bir yağmur sonra. Yağıyor yeşil.

Rüya, bütün çektiğimiz. Rüya kahrım, rüya zindan. Nasıl da yılları buldu, Bir mısra boyu maceram… Bilmezler nasıl aradık birbirimizi, Bilmezler nasıl sevdik, İki yitik hasret, İki parça can. Çatladı yüreği çakmaktaşının, Ağıyor gökkuşağının serinliğinde. Çağlardır boğulmuş bir su… Ağıyor yeşil…

Vurun ulan, Vurun. Ben kolay ölmem. Ocakta küllenmiş közüm, Karnımda sözüm var. Haldan bilene.

Aynı korkunç sevdadadır. Gökte bulut, dalda kaysı. Başlar koymağa hapislik. Karanlık can sıkıntısı… Kürdün Gelinini söyler matlada biri, Bense volta’dayım ranza dibinde. Ve hep olmayacak şeyler kurarım, Gülünç, acemi, çocuksu…

Maşallah sevgilim! Çok mültefitsin… Korkunç vuruyorsun. Hem eldivensiz. Vur canım. Aşağılık olsa bile hoşuma gidiyor bu halim.

Nedense aklıma hep ölüm geliyor. Böyle ne kırık ne de anlaşılmamış gitmek istemiyorum.

Mektubun gecikti gene. Belki de ne yazacağını kestiremiyorsun! Oysan adını yazman yeter. Görünce içim aydınlanıyor.

İnsanoğlunun – hele bizim gibilerin – kaderi bir garip. Her istediğine istediği anda kavuşamıyor.

Sakın ha! Sakın e mi? Sonra beni öldürürsün unutma… Yazma, vazgeç her şeyden, seversen diye düşünüyorum diyorsun. Yavrum, nazlım, bunu nasıl yazdın bana? Düşünüyorsun ha, Acaba seni benden başka seven oldu mu? Sevmek kelimesini soy, çırılçıplak karşına al da öyle düşün, Yazma! Sevme! Ne demek? Beni zorla, adi, boş, manasız, kendi kendine ihanet eden bir serseri haline getirmeği nasıl düşünebildin?

Kaderimiz bir tuhafsa, ömrümüzü dolu bir kadeh gibi sindire sindire içemediysek, günahı boynumuza değil.

Serabın bir sonu vardır. Ufkun, sıradağın sonu. Uçarın, kaçarın bir sonu vardır. Senin sonun yok.

Bunlar bitti artık ve bulduk birbirimizi. Sahi nasıl oldu bu yahu? Ah, çok zalimlik ettin, çok… Demek seni o kadar üzmüş, kırmışım ki buna mecbur oldun…

İnsan ya muhtaçlık, mecburluk olmadan sevmeli yahut da benim senin gibi amansız, vurgun…

Leylâ, Canım, Kayb, berbat ve sessizim… Sessiz ve dolu: Allahtan ki sen varsın. Yoksa halim korkunçtu. Hınca hınç mısra doluyum. Kara ve yeşil fon, hepsinde hâkim. Biraz kendime geleyim, medillerine, bluzlarına, yastığına mısralar serpeyim.

Hiç “serçe gibi” olmadım! Ustura gibiyim. Ama milyonlardan biri olduğum doğruysa utanmam. Harika çocuk, müstesna adam gibi sıfatları oldum olası düşündüm! Önemli olan ne olduğun ve oluşu içinde nerelere kadar varabildiğini kestirebilmekti.

Vurulmuşum, Dağların kuytuluk bir boğazında, Vakitlerden bir sabah namazı, Yatarım, Kanlı, upuzun… Vurulmuşum, Düşüm, gecelerden kara, Bir hayra yorarım çıkmaz, Canım alırlar ecelsiz, Sığdıramam kitaplara, Şifre buyurmuş bir paşa, Vurulmuşum, hiç sorgusuz, yargısız, Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz, Rivayet sanılır belki, Gül memeler değil, Domdom kurşunu, Paramparça ağzımdaki…

Gün ola, devran döne, umut yetişe. Dağlarının, dağlarının ardında, değil öyle yoksulluklar, hasretler, bir tek başak bile dargın kalmayacaktır. Bir tek zeytin dalı bile yalnız…

Vurulsam kaybolsam derim, Çırılçıplak, bir kavgada, Erkekçe olsun isterim, Dostluk da, düşmanlık da. Hiçbiri olmaz hâlbuki Geçer süngüler namluya. Başlar gece devriyesi jandarmaların… Hırsla çakarım kibriti, İlk nefeste yarılanır cigaram, Bir duman alırım, dolu. Bir duman, kendimi öldüresiye, Biliyorum, sen de mi? diyeceksin, Ama akşam erken iniyor mahpushaneye. Ve dışarıda delikanlı bir bahar, Seviyorum seni, Çıldırasıya…

Sensiz ne olur, ne olabilir, onu unutmamalıyım oysa. Her adımdan, her düşten önce seni karşıma alır, bakar, sorarım, bunu bilir miydin? Başkaca dövüşememem ki. Yenilmemenin tılsımı…

Bu gecede her zamanki gibi yine azınlığım, Çoğunluğun sesine kulak veriyorum, Şimdi demokrasi mi diyorlar bunun adına, Pek sanmıyorum. Çünkü sen; Sol yanıma yerleşmiş faşist bir diktatörsün…

Deli kadınlar iyidir… Onları çok severim. Çünkü ne kahkahaları tutsak ne gözyaşları sınırlı ne arzuları mahpus ne öfkeleri prangalıdır…

Böyleyken gene de şükretmem halime, hergelelik, açgözlülük eder, seni üzerim. Aklıma gelmez ki seni usandırır, sana gına getiririm. Sana dert, sana ağırlık, sana sıkıntı olurum. Nemsin be? Sevgili, dost, yâr, arkadaş… Hepsi. En çok da en ilk de Leylâsın bana. Bir umudum, dünya gözüm, dikili ağacımsın. Uçan kuşum, akan suyumsun. Seni anlatabilmek seni. Ben cehennem çarklarımdan kurtuldum. Üşüyorum kapaam gözlerini.

Kimselere kendi adıma kinim, nefretim yok. Sade insanoğlunun niçin bu kadar alçaldığını, niçin bu kadar budala olduğunu hâlâ anlayamadığıma yanıyorum.

Yarı canım, Nazlım. Merhametsiz ömrüm, Zalım Leylâ idi. Nicesin, yaz bana gülüm. Ne güzel kızsın sen! Ne yiğit dost! Nicesin dilemin. Ben senin mecburunum. Başkaca yokum. Tamamla beni. Şiirimde olsun tamamla.

Nerede bir can ölse oralı olur yüreğim. Olmalı zaten olmazsa İnsan olmaz yüreğim…

Dağlarının, dağlarının ardı korkunçtur. Hiç akıl edip de düşünen var mı? Gün kimin hesabına tutar akşamı, Rahmetinden kim demlenir bulutun.

Sen ister dostum ol ister sevgilim, yeter ki hayatımda ol. Sen bana geldikçe sana ihtiyacım olacak. Senden başka hiçbir isteğim yok.

Aklım pek ermez bu kanun dalgalarına. Çıplak kafamla düşünür, savunurum ben!

Benim her şiirimde varsın ve olacaksın. Ama dünyanın en dehşet şiiri bile sen olamaz. Bunu yaşamak gerek. En asıl gerçek bu işte.

Gelgelelim, Beter, bize kısmetmiş. Ölüm, böyle altı okka koymaz adama. Susmak ve beklemek, müthiş.

Bu yasaklar, Firavun kalıntısı. Yoksun, Akdan-karadan. Gizline, cânevine kurulu faklar. Gün ola, umut kesip korkunç yetinden, Murdar tutkusuna dünyasızlığın, Gün ola, düşesin bekler. Düşme!

“Dost, dost diye hayaline geldiğim-Dost ise çevirmiş yüzünü benden-Hani dost uğruna can baş verenler?-Evvel kekitmezdi gözünü benden.” Müthiş bir türkü bu. Şairi de çok çekmiş anlaşılan. Bak, yaşamış, dövüşmüş, yenilmiş, kelle vermiş gitmişler. Türküleri kalmış. Bizler insan olalım, sevişelim, kötülüklerini kurutalım diye kalmış türküler.

İyi ki varsın; dediğimiz kim varsa kendi ellerimizle yok etmedik mi? … geceye! Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin yitirmiş öpücükleri, payı yok, apansız inen akşamdan, bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene, seni anlatabilsem seni… yokluğun, cehennemin öbür adıdır, üşüyorum, kapama gözlerini.

Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı, Macera değil, Sardığım toprağımın altın sabrıdır.

Uy havar! Muhammed, İsa aşkına, Yattığın ranza aşkına, Deeey, dağları un eder, Ferhadın gürzü! Benim de boş yanım hançer yalımı, Ve zulamda kan-ter içinde, asi, He desem, koparacak dizginlerini, Yediveren gül kardeşi bir arzu, Oy sevmişem ben seni…

İnsan düşmanını ya öldürür yahut da onunla kardeş olur. Bizi de düşman saydıklarına göre…

Uy Havar! Yangınlar, Kahpe fakları, Korku çığları, Ve irin selleri, aç yırtıılar, Suyu zehir bıçaklar ortasındasın. Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay! Pusatsız, duldasız, üryan. Bir cana bir de başa, Seher vakti leylim – leylim, Cellat nişangahlar aynasındasın, Oy sevmişem ben seni.

Leylâcığım. Gene suskunluklara, iyi saatte olsunlara karıştın! Öyledir kafir dünya. Biraz erincimiz, biraz günlük gecelik can avuntumuz oldu mu, unutuveririz dostu, canı. Uzaktakini. Dağlarla, deli sularla, yasaklar, pis ve kuş beyinli katil adamlarla, senden ayrı düşeni. Nicesin?

Anadolu, beşikler vermişim Nuh’a, salıncaklar, hamaklar, Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır, Anadoluyum ben, tanıyor musun?

Dostuna yarasını gösterir gibi, Bir salkım söğüde su verir gibi, Öyle içten, Öyle derin, Türkü söylemek, küfretmek…

Ne dost, ne güzel, ne ölünecek kızsın be! Bu bok hengâmede, bu deliler, aptallar, eşekzadeler ve kısırlıklara rağmen sen varsın. Sen yaşıyorsun. Veyl onlara ki seni tanımadan ölüp gitmişler! Veyl! Hâlâ da tanımayanlara. Gözlerinden öperim canım. Hemen yaz.

Ben üşümüyorum bu kış. Kazağın sırtım, canımı, sevdân evrenimi sarmışken böyle nasıl üşürüm? Karacadağ kışlamış, Esenboğa’ya da Etimesgut’ta ısı sıfırın altında habire almış yürümüş. Koymuyor bana. Ben bir kez üşüyeceğim, o da son olacak.

Binlerce yıl sağılmışım, Korkunç atlılarıyla parçalamışlar, Nazlı, seher – sabah uykularımı, Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar, Haraç salmışlar üstüme. Ne İskender takmışım, Ne şah, ne sultan, Göçüp gitmişler gölgesiz! Selam etmişim dostuma, Ve dayatmışım… Görüyor musun?

Ve sen daha demincek, yıllar da geçse demincek, bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm, ömrümün sebebi, ustam, sevgilim, yaran derine gitmiş, fitil tutmaz, bilirim. Ama hesap dağlarladır. Umut, dağlarla.

Asıl, bizim aramızda güzeldir hasret. Ve asıl biz biliriz kederi.

Elinin tersiyle kesip atar mısın ya da merhametli bir erdem, bir yumuşak içgüdüyle sadece susar mısın bilmek isterim. Bilinmez, Freud Baba bile bilemedi. Her kadında bir Kleopatra damarı, her erkekte de bir Sezar ahmaklığı vardır. Galiba özdeyişçiliğim tuttu gene. Çoğu zaman saçmalarım oysa Saçmalamak bir zorunluluk. Sevmem o kusursuz, o evliya görünüşlü kişileri. İçlerinde cehennemî uçurumlar olduğuna kalıbımı basarım. Sahtedirler mutlak. Aksi halde bir damarları, erkeklik ya da dişilik bezleri körelmiş, işlemez.

Kanun! Bu da bir maskaralık, bi dümen. Kanun yalnız biz fukaralar için var. O da cezalandırılırken sade!

Ruhum… Mısra çekiyorum, haberin olsun. Çarşıların en küçük meyhanesi bu, saçları yüzümde kardeş, çocuksu. Derimizin altında o ölüm namussuzu… Ve Ahmed’in ilk işi rasgidiyor. İlktir dost elinin hançersizliği… Ağlıyor yeşil.

Ve bizi biz eden amansız sevda, atıp bir kıyıya iki zamanı, yarının çocukları, gülleri için, koymuş postasını, görmüş restini. He canım, sen getir üstünü.

Seni anlatabilmek… Kime ama? Bu düzenin, bu dört boyut zindanın, kâinat, sonsuzluk falan dedikleri bu ölümlü şakalar kaosunun nesine, neresine anlatmak?

Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu. Hani, kurşun sıksan geçmez geceden, Anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık… Ve zehir-zıkkım cigaram. Gene bir cehennem var yastığımda, Gel artık…

Susmuş dağ, Susmuş deniz. Dünya mışıl-mışıl, Uykular derin…

Fakat yine de işte yaşıyoruz ve acı içinde bile olsa bu bize bir haz veriyor ve yaşamayı istiyoruz. Ne kadar ölümü fevkalade bir facia veya ne bileyim bir felaket gibi kabul etmesek de ölmek veya sevdiklerimizden ayrı olmak istemiyoruz.

Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu. Hani, kurşun sıksan geçmez geceden, Anlatamam, nasıl ıssız, karanlık… Gel artık…

Yüzde yüz cennet veremeyiz. Ama boklukları, haksız ve canavar tutkulu budalalıkları şöyle bir törpüleriz. Gide gide bizden sonrakiler daha bir insan ve yalansız bir hayat yaşarlar belki de. Ne bizden sonrakiler be, biz yaşıycaz! Ellerimizle devredicez onlara.

Kişi, kabiliyetine ve haysiyet duygusuna göre acı çeker, sevinç duyar. Ölmedim. Son sözümü de söylemiş değilim, değiliz. Sen sağ ol.

Biz ki yarınıyız halkın, Umudu, yüz akıyız, Hıncı, namusu. Şafakları, taaa şafakları hey canım. Kalbim, dinamit kuyusu.

İtten aç, yılandan çıplak, vurgun ve bela, gelip durmuşsam kapına, var mıdır doymazlığım? İlle de ille sevmelerim sevmelerim gibisi…

Hatırlıyor musun, yüzünü aklımda tutamayacağım diye korktuğumu söylemiştim bir kere. Halbuki nasıl yanılmışım! Hasta hafızama çakılmışsın adeta.

Kimsenin karnında açlığı, ayağında yalınlığı ve sırtında çıplaklığı kalmasın diye ömrümüzden bir parça vermek. Hepsi bu. Oysa bunu hacı nenem de bilir!

Belki ya da korkarım, son defa gözlerinden öpüyorum. Sade, mezara kadar götüreceğim tek sevdasın. Bunu unutmamanı istiyorum.

Özlemin ağzına kilit vurmak da zor, susturamasan bile, dalga geçebilir, ciddiye almayabilirsin.

Düştü nazlı filintası aklına, yastığı altında küsmüş, düştü, Harran ovasından getirdiği tay, perçemi mavi boncuklu, alnına akıtma, üç topuğu ak, eşkini hovarda, kıvrak, doru, seglavi kısrağı. Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!

Körsem. Senden gayrısına yoksam, bozuksam, can benim, düş benim, ellere nesi? Hadi gel, ay karanlık…

Varamaz elim, ayvasına, narına can dayanamazken, kırar boynumu yürürüm. Kurdun, kuşun bileceği hal değil, sormayın hiç Laaaaa!… Kara ferman çıkadursun yollara, yârin bahçesi tarumar, kan eder perçem…

Dört yanım puşt zulası, dost yüzlü, dost gülücüklü, cigaramdan yanar. Alnım öperler, suskun, ahyın, çıyansı. Dört yanım puşt zulası, dönerim dönerim çıkmaz. En leylim gecede ölesim tutmuş. Etme gel. Ay karanlık…

Şu anda yapyalnız bir dalganın üstünde boş bir konserve kutusundan farksızsam da, senden kopmanın imkansızlığını daha bir aşkla duyuyorum.

Ölüm bu, fıkara ölümü geldim, geliyorum demez, ya bir kuşluk vakti, ya akşamüstü, ya da seher, mahmurlukta, bakarsın, olmuş olacak. Bir hastan vardı umutsuz, hasreti uykularda, hasreti soğuk sularda. Gayrı, iki korku çiçeğidir gözleri, iki mavi, kocaman korku çiçeği, açar, derin kuyularda…

Bir de kuşlar var hâkim bey. He şeyin başı onlar. Onlar özgürlüğü koyuyor insanların kafasına. Baksanıza, terörist terörist uçuyorlar.

Hani milattan önce, sonra diye bir deyim var ya! Kızmasan, küfretmesen, “Leyla’dan önce”, “Leyla’dan sonra”, diye başlatıcam takvimimi.

Birden kurşun yemiş gibi susar, Gözbebeklerime karşı, Susar da Açılıp yol verir şehir. Sade radyolarda bir gamlı hava, Elaziz uzun çarşı, Firarda gözüm yok, Namussuzum yok. Yok pişmanlık bir halim. Yaslanıp, Bir cigara yakmak isterim. Dumanı cevahir değer. Mağlup mu desem mahcup mu? Ama ikisi de değil. Ben garip sen güzel. Dünya umutlu. Öyle bir tuhafım bu akşamüstü Sevgilim. Canavar götürür gibi, İki yanım iki süngü!

Gene uykusuz, mutsuz, tedirginim. Sana yazmak, yazmak, yazmak istiyorum… Seni bütün şafaklarda, evrenlerin o ıssız ihanet saatinde öperim. Ve sen geçersin içimden. Bitmek bilmezsin.

Derkenar: Sana kırgın, sana dargın, alınmış da değilim. Bütün kahrım kendime. Sakın üzülme. Yalvarırım üzülme.

Açar, kan kırmızı yediverenler. Ve kar yağar bir yandan, savrulur Karacadağ, savrulur zozan… Bak, bıyığım buz tuttu, Üşüyorum da. Zemheri de uzadıkça uzadı, seni, baharmışın gibi düşünüyorum, seni, Diyarbekir gibi, nelere, nelere baskın gelmez ki, seni düşünmenin tadı…

Hakikatli dostun muydu, can koyduğun ustan mıydı, bir uyumaz hasmın mıydı, oooof de bunlar olsun muydu? De be aslan karam, de yiğit karam, hangi kahpenin hançeri, saklı hançeri, yaranda?

Gene de yıkamadılar, sökemediler. Ve bozguna uğradılar sonunda, karşısında çırılçıplak yüreğin…

Yalnız değiliz. “Tütünü” bilir misin? Kız saçı demiş zeybekler, Su içmez her damardan. Yerini kolay beğenmez, Üşür, Naz eder, Darılır, İki yaprak arasında kıyılmış, Bir parçası var kalbimin. İncecik, ak kâğıtlara sarılır, dar vakit yanar da verir kendini, “Dostun susan dudağına…”

Umutsuzluğa düşmek bir devrimciye yasaktır. Cellât elinde işkencede ölüme bir soluk kalmışken bile… Yalnız yasak değil ayıptır da… Çünkü devrimcinin kendisi, insanlığın yarını ve umududur. Bu bir kural, bir ilkedir… Bu, namussuzluğun, alçaklığın egemen olmadığı, soylu, güzel ve onurlu bir dünya, bu temel ilke üzerinde kurulur.

Art arda kaç zemheri, Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu. Dışarıda gürül gürül akan bir dünya… Bir ben uyumadım. Kaç leylim bir bahar.

Utanırım, utanırım fıkaralıktan, ele, güne karşı çıplak… Üşür fidelerim, harmanım kesat. Kardeşliğin, çalışmanın, beraberliğin, atom güllerinin katmer açtığı, şairlerin, bilginlerin dünyalarında. Kalmışım bir başıma, bir başıma ve uzak. Biliyor musun?

Beni sevmediğini söylemek ne diye üzer seni? Bu da bir gerçek. Sevgiyi yaratmak gerek. Bunda da bazen tek yönlü uğraşma, verme, ölümü göze alma sonuç vermiyor. İster istemez işi bir talih meselesi olarak ben çoktan kabullendim. Üzme, zorlama kendini. Beni hiç sevmedin.

Geçende bir mezar gördüm. Yekpare bir mezar kapağı. Küçücük! Belli ki altında bir çocuk yatıyor. Nasıl, bilsen, gidip kucaklamak, öpmek geldi içimden. Oturdum, okşadım, sevdim taşı.

Kimse bunu yapan, büyük bir hayat yaşamış bence. Kıskandım onu. Edison’u, Bedrettin’i, Spartaküs’ü kıskandığım gibi kıskandım. Yüzde yüz yaşamak dediğim bu, canım… Tabii kıskandığım onların ne eserleri ne de kendileri! Klasik deyimle ruhlarını kıskanıyorum. Yaşamaya haysiyetli bir anlam kazandıran çabalarını…

Seninim. Yoksa hiçbir şey olmak istemiyorum. Birçoklarının almak için neleri varsa verip de gene olamayacakları bir şey olabilirim oysa. Ama seninim. Ve sen itmez, terslemezsen bu bana yeter. Sarıl bana. Seni beraberimde götürüyorum zindana. Artık üşümüyor, korkmuyorum. Öperim canım.

Hep aklımda ve hülyamdasın. Yalnızlığımı bir dolduruyorsun ki sana mı, seni yaratana mı teşekkür edeyim bilemiyorum.

Başım gözüm üstünesin, suskum, avazım üstüne… Ardından başka silah, yazgından başka günah, daha yazmamış, Hiçbir gizli dosyada, hiçbir açık kitapta.

Gelgeldim, Beter bize kısmetmiş. Ölüm, böyle altı okka koymaz adama, Susmak ve beklemek, müthiş, Genciz, namlu gibi, Ve çatal yürek, Barışa, bayrama hasret, Uykulara, derin, kaygısız, rahat, Otuz iki dişimizle gülmeğe, Doyasıya sevişmeğe, yemeğe… Kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri, Asıl, bizim aramızda güzeldir hasret, Ve asıl biz biliriz kederi.

Akşam erken iner mahpushaneye, ejderha olsan kâr etmez, ne kavgada ustalığın, ne de çatal yürek civan oluşun, kâr etmez inceden içine dolan, alıp götüren hasrete…

Ve ben şairim. Namus işçisiyim yani. Yürek işçisi.

Üşürsen soğukları, hastaysan mikropları bana ilet…

Galiba mezarımıza sadece haysiyeti götüreceğiz…

Nasıl da almış aklımı, sürmüş, filiz vermiş içimde sevdan…

Rüya! Ne güzel. Hem de kalemden akan sızı kadar gerçek.

Susmak ve beklemek, müthiş…

Özledim diyebiliyorum ya, yeter bana. Evet, özledim seni.

Sana doymak, korkunç ahmaklık olur.

Sana yakın, sana lâyık ve hele hele Senin olabilmeyi düşünmek, Bile cesarettir. Yürek ister.

Biz birbirimize o kadar alışmamıştık ki.

İki müthiş hasret, iki parça can… Ve canımda o ölüm namussuzu.

Bin yıl, bahar içre ömrünü sürsün, seni doğuran ana.

Tamamla beni. Şiirimde olsun tamamla.

Ne güzel şey, Senden gayrisini takmamak, tanımamak.

Hep yaz diyorum ama hiç yazmıyorsun.

Seni Tanrı gibi değil, Tanrı kavramını Leyla gibi seviyorum.

Sevdiğim… Çaresizliğimden gayri, Hiçbir kabahatim yok benim…

Ve asıl seni görmemeyi düşünmek insanı deli ediyor.

Her ne hâl ise, seni düşünmek iyi geliyor bana.

Ya sen olmasaydın! Büsbütün iğrenç bulacaktım evreni. Saçmalamıyorum ya?

Giden gitmiş, hüznü ayaklandırmak boşuna.

Ne yalan söyleyeyim, üzgünüm, bir yanım kopmuş kanamış gibi. Bunu ancak sen anlarsın.

Bir bilsen kimlere tasa, kedersin…

Başın, dişin ağrımasın, için bir garip burkulmasın da, nerede olursan ol! Yeter ki yaşa.

Sızlar bir yerlerim, Adsız ve kayıp. Sızlar; Usul usul, Dargın…

Şu insanoğlu çok bok yaratık be!

Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı. Macera değil. Yaşamak, sade yaşamak.

Ömrümüz çelimsiz, kısa. Çabamız korkunç ama.

Dünyanın bütün şehirleri onların olsun, tek sana yakın olayım.

Akşam – akşam, kara sevdam ağırır.

Senden kıyamete dek sürecek bir öpücük alayım, dur. Dayanır mısın?

Sana da güven ve sevgim, gerçekten matematiğin değil, şiirin diliyle sonsuz.

Kaç gün, kaç saat sürer mutluluğum, gözaydınım bilmem. Bildiğim, ötesi uçurum.

Kendi kendinle yetinmek, dünyanın öbür adıdır.

Kimselere bir şey demek için değil, kendi susuzluğumuz, yangınlığımız için yazıyoruz.