Bengisu Özkes Vardım, varım, var olacağım!
HABERİ PAYLAŞ

Vardım, varım, var olacağım!

Yeryüzünün, kadınları sonsuz bir savaşa tabi tuttuğunu, buna karşın tarih boyunca biz kadınların “savaştıkça” güç kazandığını geçmiş bir yazımda uzunca kaleme almış, savaşımız sona erene dek toplumun dayattığı “kadın” algısına duvar ören tüm kadın hakları savunucularının ışığında yılmadan ilerlememizin gerekliliğini savunmuştum.

Düşüncelerimin arkasında durarak şimdi, kadın işçilerin acı dolu çığlıklarının tüm dünyada yankı bulmasıyla asıl direnişimizin başladığı 8 Mart’ın 163'üncü yılı vesilesiyle, geçmişten günümüze adımlarımızı güçlendiren bir başka öncülük hikayesini paylaşmak istiyorum: Devrimci sosyalist kimliğiyle eşitsizliğe son verebilecek “insanlık” ana kavramının geri kazanılması uğruna yaşamı boyu savaş veren “Rosa Luxemburg”.

Haberin Devamı

Dünyayı değiştirmek arzusuna kapılmıştı

Vardım, varım, var olacağım

Öyküsünü ilk olarak babamdan dinlediğim, ardından hızlıca araştırmaya koyulduğum Rosa’nın kadından öte “birey” özgürlüğü için verdiği mücadele hakkında bilgi sahibi oldukça, tarihte yadsınamayacak kadar güçlü bir karaktere sahip olduğunu ve ideallerini kısacık ömrüne son veren “haksız” ölümüne dek cesurca sürdürdüğünü gördüm.

1871 yılında bölünmüş Polonya’nın Rus işgali altındaki topraklarında iyi eğitimli bir ailenin kızı olarak dünyaya gelen Rosa, aklının henüz ermeye başladığı genç yaşında ülkesindeki kurtuluş mücadelesinin en ön safhalarında yer almış, daha lise öğrencisiyken “dünyayı değiştirmek” arzusuna kapılmıştı.

Günlerden bir gün, 18 yaşındaki Rosa Luxemburg katıldığı bir gençlik örgütünde yaptığı muhalif faaliyetleri yüzünden ülkesinde tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıya kalınca çareyi kaçmakta buldu ve İsviçre’ye yerleşti. Burada felsefe ve tarih üzerine eğitim alırken doğup büyüdüğü yeri unutmadı ve Polonyalı devrimci arkadaşlarıyla birlikte mücadelesini sürdürmeye uzaktan devam etti.

Zamanın önde gelen kuramcılarından oldu

Üniversite öğreniminin ardından kendisini tümüyle politikaya adayan Rosa, 1898 yılında Almanya’ya geçebilmek ve siyasi çalışmalarını orada sürdürebilmek için Alman bir göçmenin oğlu olan Gustav Lübeck ile sahte bir evlilik yaptı. Böylelikle Alman vatandaşlık hakkını elde eden Luxemburg, 19'uncu yüzyılın sonlarında bağımsız sosyalistler arasında büyük saygı gören siyasi bir partide aktif rol almaya başladı.

Haberin Devamı

1900 yılına gelindiğinde, kadın kimliğiyle siyasetin erkeklere özgü bir alan olduğuna dair ön yargıların devamlı üzerine giden Luxemburg’un fikirleri artık tüm Avrupa’nın konusu olmuştu.

Yıllar geçtikçe, erkeklerin tekelindeki teorik çalışma ve üretimde önüne çıkan tüm engellere inatla meydan okuyarak zamanın önde gelen kuramcılarından biri haline geldi.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla, Luxemburg içinde bulunduğu Alman partisi ile düşünce yönünden ters düştü; zira kendisinin “evrensel insanlık öğretisini” aşılamaya çalışmasına karşın parti üyeleri ilginç bir şekilde savaşı destekler nitelikteydi.

Sıkı bir barış savaşçısı olan ve bünyelerinden ayrılarak partinin savaşa karşı tutumunu eleştirmekten asla geri durmayan Rosa, 1916 yılında söylemleri yüzünden tutuklandı.

Hapishanede geçirdiği süreçte dahi barışçıl çağrılarını devam ettirdi. Özgürlüğüne kavuştuğunda, eski dostu Karl Liebknecht de tıpkı kendisi gibi savaş karşıtı bir tutum benimsediği için partiden atılmıştı.

Haberin Devamı

İsyanın beşinci gününde Rosa’nın kapısı çalındı

Savaş sona erdiğinde etrafta hala barıştan söz edilmemesi ve çatışmanın “sözde” son bulmasına rağmen insanların ölmeye devam etmesi, ikilinin güçlerini birleştirmesine vesile oldu ve Ocak 1919’da Luxemburg ve Liebknecht önderliğinde tarihe “Spartakist Ayaklanma” olarak geçen isyan hareketi başladı.

Yalnız Almanya’yı değil, tüm dünyayı birden etkisi altına alan sosyalist isyanın beşinci gününde Rosa’nın kaldığı evin kapısı çalındı. Bu zil, karşı devrimin galip gelişinin acı sesiydi. Gelenler, geçmişte mensup olduğu partinin tam desteğini almış olan Freikorps isimli silahlı birliklerdi.

Rosa, kollarından sürüklenerek zorla bir araca bindirildi. Karl’ın da o sırada esir olduğu Eden Oteli’ne doğru giden yolda, kafasına defalarca kez yediği darbelerin sonucunda hayatını kaybetti. Ardından acımasızca Spree nehrine atıldı. Fakat ölmeden hemen önce, sonsuzluğa şu sözleri haykırmıştı: “Vardım, varım, var olacağım!”

Yaşamını idealleri üzerine inşa eden ve uğrunda korkusuzca savaşan Luxemburg, her yıl kadınlar gününde sessizce anılırken, vahşi cinayetin suçluları ise hiçbir zaman cezalandırılmaz.

Rosa Luxemburg’u bugün yine hatırlamak, kısa vadeli hafızanın, hazır düşüncenin ve gelip geçiciliğin her alandaki baskısına karşı gelen fikir ve değerleri vurgulamak için fazlasıyla neden var. Bir kadın olarak Alman demokrasisinin “erkek dayanışması” içinde zekası ve düşünceleriyle kendine yer açması ve savaşa karşı tutum alan bir devrimci oluşunun yanında, kendisini “ezilenin” gözünde bir “umut ışığı” yapan asıl mevzu; bitkilere, hayvanlara, insanlığa, kısacası her türden canlıya duyduğu koşulsuz sevgi ve dizginsiz şefkat duygusudur:

Dünyada nerede bulutlar, kuşlar ve insan gözyaşları varsa, işte ben oradayım.

Güçlü ve sevgiyi yaşatabilecek nitelikte kalabildiğimiz yarınlar diler, başta 8 Mart meşalesini yakan öncü kadınlarımızı, devamında ise Rosa’yı anarak Dünya Kadınlar Günümüzü kutlarım.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder