Bir Gezginin Notları - A. Ozan Kiraz

09 Mart 2020, Pazartesi 10:03

Küba’da, Havana haricinde mutlaka görülmesi gereken 3 şehir

Dünyada ziyaret edilmesi en çok istenen ülke olan Küba’da, başkent Havana haricinde mutlaka görülmesi gereken şehirler Varadero, Trinidad ve Santa Clara. Zamanı olanların bu 3 şehri de gezmesini öneririm.

Merkezden uzaklaştıkça gerçek Küba’ya yaklaşırsınız. Trinidad, gerçek Küba yaşantısından izler bulabileceğiniz, merkezi biraz turistik fakat çok güzel ve egzotik bir şehir. 1988 yılında dünya kültür mirası ilan edilmiş. Havana’dan 330km uzaklıkta. Başka şehirlerden Trinidad’a ulaşımı Viazul adlı firmayla sağlayabilir, şehir içinde bir yerlere gitmek istediğinizde ise at arabası, motosiklet, bisiklet veya taksi kullanabilirsiniz.

Şehir merkezi, korsan saldırılarını önceden görüp önlem alabilmek için okyanusa hakim bir tepede kurulmuş. Göreceğiniz enine uzun binalar da eski toprak ağalarının evleri.

Trinidad’da otel sayısının çok az olması nedeniyle rezervasyon yapmak gerçekten çok zor. Otel bulamamanız durumunda, evini pansiyon olarak kiralayan Kübalıların evlerinde kalabilirsiniz. Kapısında çapaya benzer işaret bulunan tüm evler turistlere pansiyon olarak kiralanabiliyor. Buna ise “Casa Particular” deniyor ve kesinlikle Küba’daki en ucuz konaklama seçeneği.

Varadero, başkent Havana’ya sadece 150 km uzaklıkta olan harika bir tatil şehri. Hava sıcaklığı ise Havana’dan 2-3 derece daha yüksek. Varadero’ya geçince "Burası da mı Küba?" demekten kendinizi alamıyorsunuz. Konsept bayağı bir lüksleşiyor. Her yer villa, otel, plaj vs. Oteller İspanyol işletmesi, çalışanlar ise Kübalı. Varadero aynı zamanda da Al Capone’un tatilini geçirdiği yer.

14 Şubat 2020, Cuma 14:55

Bangkok: Uzakdoğu’nun başkenti

Bangkok, Tayland kültürünü ve yaşam tarzını en iyi anlatan, her köşesinde açık hava pazarları, tapınaklar, seyyar satıcılar bulunan, renklerin ve kokuların birbirine karıştığı, çok hareketli ve bir o kadar da etkileyici, muhteşem bir şehir.

Ben İstanbul’a çok benzettim. Maslak’a benzeyen yeri de var, Gültepe’ye benzeyen yeri de. Gelir dağılımı çok adaletsiz. Kültür ve yaşam tarzları ise oldukça farklı.

Öncelikle her ne plan yaparsanız yapın Bangkok trafiğini mutlaka hesaba katmalısınız. Dedim ya İstanbul’a her yönüyle çok benziyor. Bizde trafik hangi gün ve saatlerde yoğunlaşıyorsa burada da öyle. Trafiğin olmadığı saatlerde taksileri veya tuk tuk denilen 2-3 kişilik (bazıları 4-5 kişilik) motorlu taşıtları, trafiğin yoğun olduğu saatlerde ise Sky Train denen metroyu ve motosiklet taksileri kullanmanızı öneririm. Gezi programınızı iyi bir sıralamayla yaparsanız bir zorluk yaşamazsınız.

Eğer bir Uzakdoğulu değilseniz ya da daha önce herhangi bir Uzakdoğu ülkesine gitmemişseniz Bangkok’da yiyecek sıkıntısı yaşayabilirsiniz. (Phuket’te yaşamazsınız) Yemekleri bizim damak tadımıza göre biraz farklı. Hijyen sorunu da var. Fakat beğenen bir kesim de yok değil. Zevkler ve renkler tartışılmadığından bu konudaki yorumu size bırakıyorum.

Burada dikkat etmeniz gereken en önemli konu, kesinlikle sokak satıcılarından bir şey almamanız. Hem hijyenik değiller, hem de yiyecekler donmuş geliyor, çözülüp pişiriliyor ve satılmayan ürünler tekrardan donduruluyor. Bu çark hep böyle işlediğinden, zehirlenme vakaları çok sık yaşanıyormuş.



Bangkok’un en önemli özelliği açık hava pazarları. Her köşe başında bu pazarlara rastlayabilirsiniz. Zamanınız varsa hepsini tek tek gezin ve beğendiğiniz şeyleri sıkı bir pazarlıktan sonra alın. Burada pazarlık ayıp değil. Fiyatlar zaten pazarlık yapılacak diye pahalı söyleniyor. Örneğin bir ürün için 200 Baht isteniyorsa siz ona 100 Bahttan fazla verirseniz kazıklanmış oluyorsunuz.

17 Ocak 2020, Cuma 16:00

Floransa: Rönesans'ın doğduğu yer

Ortaçağ’ın sonları… Avrupa’nın muasır medeniyetler seviyesinin çok çok gerisinde kaldığı, insan hayatının hiçbir değerinin olmadığı, din adamlarının bile kendi menfaatleri karşılığında insanların günahlarını affettiği, bilimin, mantığın ve insani değerlerin tamamen yok olduğu zamanlar.

İşte tam da bu dönemde İtalya’nın Floransa şehrinde Rönesans (Yeniden Doğuş) adında bir hareketlenme başlıyor. Önce Venedik, İngiltere, Portekiz ve Hollanda’ya, daha sonra ise tüm Avrupa’ya yayılıyor. Git gide sanat, bilim, düşünce, edebiyat ve hümanizm gibi değerler ön plana çıkmaya ve tüm Avrupa’yı aydınlatmaya başlıyor.

Floransa, o günlerden bugünlere, özellikle tarih, kültür ve sanat alanında dünyanın en önemli şehirlerinden biri olarak varlığını sürdürüyor. Meydanları, sokakları, parkları, binaları, müzeleri, heykelleri ve tablolarıyla tam bir açık hava müzesi gibi. Ayak bastığımız ilk andan itibaren kalp atışlarımızı hızlandırıyor, şaşırtıyor ve hayranlık uyandırıyor. “Neden daha önce buraya gelmedim?” diye kendinize kızmanıza sebep oluyor.

Floransa, İtalya’nın kuzeyinde bulunan Toskana Bölgesi’nin başkentidir. 1864-1870 yıllarında ise ülkenin başkentliğini yapmıştır.

Şehir, Arno Nehri’nin her iki yakasına kurulmuş olup kent merkezi ve birçok yapısı UNESCO tarafından koruma altındadır. Birçok otorite ve anket tarafından 'dünyanın en güzel şehri' seçilmiştir.

İtalyanca “Firenze” diye yazılır. İsmini ve sembolünü bir çiçekten almıştır.

Ülkeye giriş için Schengen Vizesi gerekir. Para birimi ise Euro’dur.

20 Aralık 2019, Cuma 17:53

Avrupa’nın en eski köyü: Hallstatt

Hani her şeyi bırakıp, gidip de yaşamak istediğimiz o sakin ve huzurlu köy var ya, ya da çocukluğumuzun ressamı Bob Ross’un “Belki şurada küçük, mutlu bir ağaç vardır” diyerek o harika manzara resimlerini yaptığı köy. İşte orası tam da burası.

Hallstatt, tüm renkleri barındıran doğası, biraz koyu renkli gölü ve tam bir tasarım harikası ahşap evleriyle dünyanın en güzel köyü olabilir. Zaten birçok oylamada da bu ödüle layık görülmüş.

Hallstatt, Avusturya’da Hallstatt Gölü kıyısında, dört tarafı dağlarla ve yemyeşil ormanlarla çevrili, 2-3 katlı ahşap evleri olan, yaklaşık 1000 kişinin yaşadığı küçük ve şirin bir köy. Avrupa’nın en eski yerleşim yeri. Dünya mirası olması nedeniyle 1997 yılında UNESCO tarafından koruma altına alınmış.

Dünyanın en eski tuz madenleri burada. Bilim adamları tarafından bu madenlerin 250 milyon yıl önce oluştuğu ve dağların içinde yaklaşık 30 km’lik bir alanı kapladığı kanıtlanmış.

Avusturya’ya bağlı olduğundan Schengen Vizesi geçerli. Yani Türkiye’den vize isteniyor. Yeşil pasaportlular ise vizesiz seyahat edebilirler.

Bir ucundan diğer ucu yürüyerek yaklaşık 30 dk. sürüyor. Hallstatt’ı gezmek için kimine göre 2-3 saat yeterliyken, kimine göre haftalar yetmez. Bu nedenle de burada ne kadar süre kalmak gerektiğiyle ilgili karar vermek biraz zor. En azından 1 gece kalıp, özellikle son vapurdan sonra (18.15) Hallstatt’ın sakinliğine ve huzuruna tanık olun derim.

Özellikle Asyalı turistlerin fazla tercih ettiği bir yer. Gelen turistlerin yüzde 90’ı Asyalı diyebilirim. Sabah ilk feribotla geliyorlar ve son feribota kadar Hallstatt’ta takılıyorlar. Burayı o kadar çok seviyorlar ki, 2012 yılında köyün birebir kopyasını Çin’in Guangdong eyaletinin Huizhau şehrinde inşa etmişler.