Burak Akkul

26 Aralık 2021, Pazar 09:13

Şatolar diyarı Transilvanya!

Geçen hafta başkent Bükreş anılarıma yer verdiğim yazımda da belirttiğim gibi; Romanya’da gezilecek yerleri seçmek kolay değil. Bu hafta, önce ülkenin Müslüman nüfus yoğunluğuna ev sahipliği yapan güzel Karadeniz şehri Köstence’ye, sonra 3.Vlad’ın yani Kont Drakula’nın şatosunu görmeye; Transilvanya topraklarına uzanacağız… Transilvanya Bölgesi’nde gördüğümüz tek şato o olmayacak tabii. Özellikle bir efsane bina “Peleş Şatosu” görülmeyi kesinlikle hakkediyor.

KARADENİZ’İN KIYILARINDA

Bükreş’te geçirdiğimiz yoğun 4 günün ardından, Romanya‘nın ikinci büyük kenti ve Avrupa’nın popüler yazlık rotalarından birine geliyoruz. Köstence günlerimizi biraz daha sakin, daha az koşturmalı bir gezi havasında geçirmek ümidindeyiz…

Köstence, Romanya'nın Dobruca bölgesinde yer alan, Karadeniz kıyısındaki en büyük liman şehri. İnanın çok ama çok da sevimli... Tuna Nehri ve Karadeniz arasında kalan Dobruca bölgesi, 2600 yıllık bir yerleşim alanıdır yani Köstence’de tarih ve denizle iç içe yaşar; çok fazla müze, içlerinde kayda değer tarihi eserler ve sokaklarda oldukça fazla Osmanlı eseri bulursunuz.

Yarı doğu Avrupa yarı Türkiye gibidir Köstence… Şehirde önemli bir Türk-Tatar azınlık ikametini sürdürmektedir. Burada yaşayan Çingeneler de Türkçe konuşmaktadırlar. Elimizde kamera gören ve Türkçe konuştuğumuzu fark eden en az üç dört amcanın, sokakta bizimle sohbete girdiğini söyleyebilirim. “ÇEKİM Mİ ÇEKERSİNİZ BA? ANGİ KANAL BU? HABERLER Mİ? BAAK, YAŞIM 65…”

KÖSTENCE’DE GEZMECE

19 Aralık 2021, Pazar 10:08

Tanıştırayım: Bükreş!

Bu hafta sizleri, turistlerce diğer Avrupa başkentleri kadar çok tercih edilmeyen bir şehre götüreceğim. Balkanların kapalı kutusu Romanya; muhteşem bir doğaya, gizemli bir tarihe ve kendine özgü bir mimariye sahip olmasına rağmen, belki de pazarlama eksikliğinden, pek turistik bir ülke olarak bilinmez. Ama gezdikçe göreceksiniz ki… Neyse; reklamları burada keseyim, haberlere geçeyim. Romanya’daki ilk durağımız, başkent Bükreş efendim. Evet; Avrupa’nın en zarif binalarına, en güzel tatlılarına ve en büyük başkanlık sarayına sahip şehrindeyiz.

İLLE DE ROMANYA OLSUN…

Romanya; eski bir Doğu Bloğu ülkesi. Romalıların adını verdiği ülke, kültürüne Macarlardan ve Osmanlılardan çok şey almış… Eski kasabaları, efsanelere konu olmuş şatoları, kayak yapma imkanı sunan dağlar ve modern sanat görüşüne sahip yeni gelişen topluluğu ile turistik olarak oldukça renkli bir ülke. Transilvanya’da yaşamış olan Kont Drakula’yı herkes tanıyor öyle değil mi?

Yazar Bram Stoker’in 1897’de çıkardığı ve bölgenin zalim hükümdarı olan Kazıklı Voyvoda lakaplı Kont 3.Vlad’dan esinlendiği kitap, buraların ününe ün katmıştır. Hiç beklenmedik yörelerde sizi büyüleyen geniş galerili tuz madenleri, hiç ummadığınız küçük şehirlerinde neo-klasik mimarinin en özel binaları, gelir seviyesi düşük ama Avrupalı olan “çözmesi zor” Romen halkı; bu ülkeye olan gezinize heyecan katacaktır.

Romanya'nın başkenti Bükreş’e, oradan da Köstence’ye ve Transilvanya bölgesine 2018 yılının 29 Ekim’inde gitmiştik. Tarih kafamda net zira Odeon Tiyatro önündeki Atatürk büstü yanında, programımız için bir anı sunuşu yapmıştım. Doğu’nun Paris’i olarak tek bir yer anılmıyor sanırım. Çünkü Prag, Bükreş, Belgrad… nereye gitsem bir “Doğu’nun Paris’i” yakıştırması var…

Neyse, kayıtlara göre Bükreş de bir tür “Doğu’nun Paris’i”… Evet, Paris havasında binalar ve kafeler yok değil… Özellikle Stavropoleos Caddesi’ndeki Caru Cu Bere! Allah’ım o nasıl bir mekandır öyle. Roma sütunlarını, ahşap balkonlarını, müthiş tavan resimlerini seyrederken oraya yemek yemeye geldiğinizi unutursunuz. (Ben unutmadım tabii) Yol yorgunluğunuz varsa, atmak için ilk durağınız mutlaka burası olmalı. Ülkenin en ünlü tatlısı olan Papanaşi ile kahve, harika gider.

Kremalı reçelli -sanırım Ricotto peyniri de var- bir tür tatlı ekmektir Papanaşi. Afiyet olsun... Şimdi hemen kafeden çıkın ve 100-150 metre kadar ötenizdeki manastıra doğru yürüyün… Stavropoleos Manastırı... Balkanlar’daki dini manastır yapılarına harika bir “şehir içi” örneği. Bu küçük alana girdiğiniz gibi kendinizi yüzlerce yıl geçmişte hissedeceksiniz. 1724 yılında kilisesi, bir sonraki yüzyılda da han, okul ve ikamet odaları eklenmiş. Bence şehrin en iyi poz veren yapısı. Kaçırmayın.

12 Aralık 2021, Pazar 09:48

Ucuz mucize: Tiflis

Dikkat! Bu yazı boyunca Gürcistan’ın başkenti Tiflis'in birbirinden güzel mekanlarını gezecek, büyüleyici manzaralarına şahit olacaksınız… Teleferikle nefes kesen bir yolculuk, dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceğiniz çeşitte antikalar, büyüleyici bir manastır, bir cami ve yüzlerce yıllık köprüler… Özellikle Mtsheta kasabası unutulmazlarınız arasına gidecek. Ve sayfanın sonunda “Tiflis böyle miymiş yahu?" diyeceksiniz. Gezerken de bol bol hinkal ve haçapuri tabii… Üstelik pek çok büyük şehirden ucuza!

LARİ VE LİRA

Zor zamanlar. Ülkemiz için de dünya için de. Hastalıklar, gerginlikler, ekonomik krizler derken; insanların rahatlamak için saklı tuttukları “seyahat özgürlüğü” bile, kısıtlı devam edebiliyor… Huzur kaçamaklarımız hala bir miktar uzak bizlere… Bu hafta rahatlamak için, biraz, Tiflis maceralarımı hatırlayayım dedim… Eskiden olsa “Tiflis’e uzanayım” derdim, değil mi? Bir Lari bile olmuş 4,5 Lira, ben en iyisi bir müddet daha bir yerlere uzanmayayım!

Satırlarda dolaşayım, harflerimle seyahat heyecanımı bastırayım, diye düşünüyorum. 1 milyon 200 bin nüfusu olan Tiflis, son yılların istatistiklerinde hep “turistler için çok güvenli şehirlerden” biri çıkıyor… Dünya başkentleri arasında ucuzluğu, çeşitli kültürlerin izlerini taşıyan yapıları, sokaklara taşan sanatı ve yürüyerek çok rahat gezilebilecek olmasıyla; ben dahil pek çok gezginin ve turistin “şöyle 3-4 günlük, değişik bir yerlere gidelim” meramına cevap oluyor…

Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir. Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün bu sözü bir kez daha hatırımıza geliyor Tiflis’i gezerken… Zira, geldiğimizden beri kafamızı nereye çevirsek, binalarıyla, heykelleriyle, “ne kadar hayat dolu bir şehir” deyip duruyoruz. İstanbul-Tiflis arası uçuş en fazla 1 saat 45 dakika sürüyor. Şehir, günümüzden yüzlerce yıl önce, tamamen ormanlarla kaplı bir yer olarak bilinirmiş.

Zamanında bölgenin kralı olan Gorgasal, şehri kurdurttuğu yerde bulunan sıcak su kaynaklarının anısına şehre “tbilisi” yani “ılık su” adını vermiş... Şehirdeki hanlar, hamamlar, çağlar boyu buralara hakim olan uygarlıkların ve imparatorlukların izleri; turistler için renkli bir atmosfer oluşturuyor.

Benim dikkatimi en çok da -sanki Rus döneminin biraz kibar, biraz bohem zevke sahip vatandaşlarının yaptırdığı- ince hatları, geniş balkonlarıyla çok hoş duran ahşap evler çekiyor... Bu aşı boyalı zarif binalara bir tek Tiflis’te rastladım diyebilirim.

05 Aralık 2021, Pazar 09:53

Lviv: Gerçekten çok sempatik!

Bu hafta dünyanın en güzel şehirlerinden birindeyiz, desem; Paris, Roma falan okumayı beklersiniz değil mi? Hayır efendim; bu haftaki yurtdışı anılarımda, Ukrayna’nın gezip gördüğüm şehirleri serisini bitirmek üzere, Lviv’e uzanıyoruz… Butik otel tadında; küçük, temiz, turistik ve sonsuz sempatik bir şehir!

SOVYET ETKİSİ UÇUP GİTMİŞ

Sokaklarının heykellerle ve şirin kafelerle dolu olduğu, sayısız müze ve tarihi binanın entelektüel bir hava verdiği, Ukrayna’nın ve belki de dünyanın en güzel şehirlerinden biri burası.

Vizesiz gidilen yerler listemde her zaman ilk 5’te yer alan Lviv, Avrupa şehirlerine yakın konumu sayesinde Ukrayna‘nın geneline hâkim olan Sovyet etkisinden uzak kalmayı başarmış. 1 milyonu bulmamış olan nüfusuyla, hemen her yerini yürüyerek gezebileceğiniz, geceliği 2000 Grivna’ya da kalacak otel bulabileceğiniz, kusursuz bir turistik rota. Biraz yavaş servis edilen ama damak tadımıza yakın yemeklerini de es geçemeyiz tabii…

Bir Varenyky mantıyı, bir Centaur krepi, öğlen yemeği için sipariş edip, akşamüstü kahvaltısı olarak, 16:00’da falan yersiniz. Hele hele yöresel lokantalarda. Aman Allah’ım o ne yavaşlıktır öyle! Sanırsınız kıyma için danayı içerde henüz kesiyorlar… Neyse. Ben yine hassas olduğum “gırtlak” muhabbetiyle başladım şehri anlatmaya…

Gelin önce Lviv’i, 2016 seyahatimizden kalan notlarla bir gezelim… Bizleri orada ağırlayan ve misafirperverliğini unutamadığım THY müdürümüz Zafer Ağırtmış’a da buradan bir selam yollamış olayım.

28 Kasım 2021, Pazar 09:24

Avrupa'dan tarih kokan bir başkent: Atina

Bu ayın yazılarından birinde, 10 Kasım haftasında, Yunanistan’ın renkli ve hareketli kenti Selanik’i gezmiştik sizlerle. Başkentine bakmadan bir ülkeyi tam manasıyla tanıyamazsınız. Yakın ve nispeten ucuz gezi rotalarına ihtiyacımız olan şu günlerde; Atina makul bir seçenek gibi duruyor. Gelin bu hafta da komşunun tarih kokan başkenti Atina’yı gezelim. Akropolis’e çıkalım… Akşamına da mezelere gömülürüz.

ŞEHRİN ORTASINDAN YÜKSELEN AKROPOLİS

Takvimler 2014’ü gösteriyordu. Çok Gezenti programımızın ikinci bölümünü “Atina” olarak çekebiliriz fikri, özel bir doğum günü kutlamasıyla geldi. Atina’ya çocukluk arkadaşım Deniz’in doğum günü için gitmiştik… Hayır, Deniz Atinalı değil. Hiçbirimiz değildik. Ama böyle farklı, sade, tarih kokan bir şehirde sevdiğim arkadaşlarımla buluşmak ve dolaşmak; beni tarifsiz mutlu etmişti. Kahvesi güzeldi Atina’nın.

Güne, köşe başındaki küçük kafelerde birer double espresso atarak başlıyorlardı. Sonra ne yapıyorlardı peki? Hiç. İnanın pek bir şey yapmıyorlar. Bu kesinlikle bir milletle dalga geçmek, eleştirmek için değil; tamamen objektif bir gözlemdir. Atina’da dolaştığımız ve çekim yaptığımız 4-5 gün boyunca; işyerlerinin sakinliğine ve iş saatlerinin azlığına dikkat kesilmiştik. Sabah 10:00- 12:00 arası bir açıyorlar dükkanlarını (yerel halk için olanlar), öğlen iki saat dinlenme, akşam üstü de bir iki saat açıp; hoop eve ya da bir restorana koşuyorlar.

Plaka bölgesi ve Kerameikos, başkentin sosyallik mekanlarını toplamış bulunuyor. Tavernalardan buzuki sesleri, uzo kokuları… Damaklarda otlu, zeytinyağlı mezelerin, deniz mahsullerinin en güzel tatları… Kendi aralarında muhabbet sohbet gırla ama yabancıyla pek fazla konuştukları söylenemez Yunanlıların. Kapalı bir toplum. Turizm temel geçim kaynakları; turist için her imkan sunuluyor tabii. Şehir içinde Yunan tapınakları, sürüsüne bereket mitolojik iz…

Olimpian Zeus Tapınağının geniş alanına ve binlerce yıldır dimdik ayakta duran uzun sütunlarına bakan Central Athens Oteli’nde kalıyoruz. Şu an baktım; geceliği 100 Euro. Sabah perdelerinizi açtığınızda sisler arasında yükselen bir Zeus Tapınağı görmek, anlatılır gibi bir his değil… Tarihinin Atina’ya bıraktığı en önemli yapı ise elbette ki Akropolis. Şehrin merkezinde Akropoli durağı turistlerin buluşma noktasıdır.

Akropolis Müzesi’nin içinde, kafanızı kaldırdığınızda yukarıda göreceğiniz muhteşem antik kentin bulgularını ve Yunan tarihinden pek çok değerli eseri görebilirsiniz. Yine buradan kalkan minik shuttle trenlerden birine atlayın ve tıngır mıngır tırmanın yukarıya... Geçerken duvarlarda Karagöz ile Hacivat’ın grafittilerini, kuklalarını falan görürseniz şaşırmayın. Baklava, döner, sarma gibi; hala iki ülke arasındaki bir “aidiyet” tartışmasıdır bu da… Akropolis, malumunuz, tüm Avrupa’nın en önemli tarihi alanı belki de.

21 Kasım 2021, Pazar 09:30

Pahalı günlerde kurtarıcı bir rota: Bosna Hersek

Haydi vizesiz ve ucuz bir seyahate daha… Hala 1000 TL civarına gidiş dönüş uçak bileti alabileceğimiz, Saraybosna havaalanından merkezine 50-60 liralık taksiyle varabileceğimiz, yine çok makul fiyata oteller, yemekler bulabileceğimiz; Travnik gibi, Mostar gibi, tarihimizden de pek çok özel detay bulabileceğimiz, dost bir ülkeye gidiyoruz: Bosna Hersek’e gidiyoruz.

HİÇ ACELE ETMEDEN GEZİLECEK BİR ÜLKE

Çok sakin akıyor hayat Bosna Hersek’te… “Nerede azlık, orada rahatlık” diyesi geliyor insanın. 2017 yazının ilk günleri; hafif bulutlu bir gökyüzü, net bir görüş alanı. Ilık esen rüzgar yüzümüzde, şehrin merkezinde Sönmeyen Ateş Anıtı’nın tam yanındaki Hecco Delux Oteli’nin terasındayız.

Mutluyuz. Geceliği 30 Euro’ya denk gelen oda bulmuşuz, şehri 360 derece görebiliyoruz. Personel son derece güler yüzlü, espresso son derece kıvamlı, lezzetli… Zaten Saraybosna’da “Türk turist” dediniz mi; güler yüz almamanız mümkün değil. İşte şehir; camisiyle, kilisesiyle, renkli bir mozaik şeklinde karşımızda duruyor. Heyecanlıyız. Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna, aynı gün içinde iki yüzünü birden gösterir konuklarına…

İçinden ırmak geçen (Miljacka) bir parklar bahçeler şehri, Saraybosna; aynı zamanda yakın tarihindeki acıları ortada bırakmış, görülüp ders alınsın diye sizlere sık sık hatırlatan bir şehir. Duvarlarda Sırp kurşunlarının delikleri; savaş müzelerinde zulmün belgeleri… Bu şehirde tarihle iç içesiniz. Bir mutlu, bir hüzünlü...

TARİHİNİZ TARİHİMİZDİR

Güzel ülke kendi içinde Bosna ve Hersek olarak ikiye ayrılmaktadır. Bosna ülkenin kuzey bölgesidir. Hersek ise ülkenin güney bölgesi olarak geçmektedir. Miljacka Nehri ile çevrelenmiş başkent Saraybosna’daki İkinci Dünya Savaşı’nı simgeleyen ve gece gündüz yanan ‘Sönmeyen Ateş Anıtı’; iç savaş zamanında yapılan Umut Tüneli, Birinci Dünya Savaşı’nın ilk izlerinin bulunduğu Latin Köprüsü; 1992 yılındaki iç savaşta Sırp milliyetçileri tarafından yakıldıktan sonra restore edilip tekrar halka açılan ve ülkenin en önemli ulusal arşivine sahip Ulusal Kütüphanesi, Neratva Nehri üzerinde yer alan ve UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’nde bulunan Mostar Köprüsü; ülke kültür turizmi için, yakın tarihe meraklı olanlar için oldukça önemli detaylar içermektedir.

14 Kasım 2021, Pazar 09:53

Bulgaristan'ın batan güneşi: Varna

Dereköy’den çıktık yola, selam verdik sağa sola… Takvimler 2019’du. Varna gerçekten de neredeyse, Plovdiv kadar tat aldığım bir Bulgaristan şehri oldu. Rahattı. Ucuzdu. Denizi, güneşi, sahil kulüpleri, restoranları, otelleri; neresine gittiysem neyini kullandıysam, beni memnun etti. Yolu da kıyıdan kıyıdan, bize çok uzak olmadığından dolayı “yine gelirim, yine gezerim” dedirtti. Gelin bu haftanın yazısında, Bulgaristan’ın güneşi Varna’yı detaylarıyla tanıyalım.

VARNA VAR YA…

Seyahatinize karayoluyla, aracınızla çıkmanızın avantajları elbette çoktur. Öncelikle “hop orada duralım, hop buraya girelim bir göz atalım” lüksünüz olur… İşte Dereköy sınırından hemen 15-20 dakika sonra uğradığımız; Bulgar kültürüne ait özel günlerin düzenlendiği- tarihi evlerini korumuş olan Brashliani Köyü, tam da bu duraklara bir örnek… Envayi çeşit Balkan bitkisi ve hayvanlarıyla keşfedilmeyi bekleyen şirin bir alan; tabela adıyla “Brashlyan”.

Bu noktada küçük bir not verelim. Aracınızın karayolu ile yurtdışına çıkış belgesi, sigortası tamamsa, Edirne’den Varna’ya gidişi, dur kalk bile yapsanız 6-7 saatte tamamlarsınız. Burgaz’da biraz uzun durabilirsiniz ya da bir gece bu güzel küçük şehirde konaklayıp, ertesi sabah Varna yoluna çıkarsınız. Yol üzerindeki hem karakteristik köylerle hem de modern sahil otelleri ve eğlence salonlarıyla, 3-4 gün sonunda bu küçük komşu ülkesinden beklemediğiniz kadar hoş bir tatla dönebilirsiniz evinize.

Nüfusu henüz 500 bini bulmayan Varna’nın nüfusunun 500 bini bulacağı da pek düşünülmüyor... Zira gençlerin çoğu, otobüslere atlayıp çalışmaya ve hayat kurmaya ekonomisi daha güçlü olan Avrupa şehirlerine gidiyor… Oysa Varna limanı Karadeniz’in en büyük ve en işlek ticaret limanı, ayrıca yoğun turist akınına uğrayan şehirde bu sektörde yapılacak çok şey olduğu belirtiliyor… Girişimcilerimize duyurmuş olalım.

RAHAT GEZİLECEK BÜYÜK BİR ŞEHİR

07 Kasım 2021, Pazar 09:03

Ata'mızın dünyaya geldiği şehir

10 Kasım haftasındayız. Ata’mızı kaybettiğimiz günün 83 yıl sonrasında… Bugünkü yazımda, yüreğimizin liderinin dünyaya geldiği şehri; Selanik’i gezeceğiz. Birbirinden renkli turistik etkinlikleri ve mekanlarıyla, lezzetli Ege yemekleriyle ve tabii Atatürk’ün doğduğu evle, Yunanistan’ın en özel şehri burası.

HEMEN ATATÜRK EVİ’NE KOŞUYORUZ

Selanik’e ikinci gidişim, 2019 Eylül’ünde, program çekimimiz içindi... Yola çıkışımız ise, memleketim Kırklareli’nin Yayla Mahallesi’nden oldu. Burası, hem 1972 yılında dünyaya geldiğim mahalle hem de şimdi Türkiye’nin en güzel Atatürk Evi’ne ev sahipliği yapan mahalledir. Kırklareli Belediyesi’nin katkılarıyla yaptırılan ve Atamızın doğduğu evin birebir replikası olan evde, Mustafa Kemal’e ait pek çok hatıra da bulunuyor.

Ziyaretimiz ve çekimlerimizden sonra Yunanistan’ın başkenti Atina’ya uçup oradan da en güzel kenti Selanik’e uzanıyoruz… Selanik, Makedonya bölgesinin başkenti. Havalimanının adı “Makedonia”; ülkenin ikinci büyük havalimanı. Tıpkı Selanik’in Yunanistan’ın ikinci büyük şehri olduğu gibi. 500 bin nüfuslu şehrin sokaklarda yürürken dikkatinizi çeken ilk özellik- buranın İzmir gibi Ege sahili kentlerimize fazlasıyla benzemesini saymazsak- genç nüfusun fazlalığı olacaktır.

Atina ve Yunan adalarındaki yaşlı çoğunluğun aksine Selanik’te sokaklar, restoranlar kafeler, genç dolu. Şehirde önemli üniversitelerin oluşunun buna ekstra bir etken olduğu söyleniyor. Kıyı boyu eğlence mekanları ve şehrin geneline yayılmış renkli hayat da cabası tabii. Selanik, adını, Yunanca’da Thessalos ve Niki kelimelerinin birleşmesinden doğan “Thessaloniki” kelimesinden almaktadır.

Thessalian Zaferi anlamına da geldiği söylenir. Ki bu da Makedon prensesi olan, hepimizin de adını sıkça duyduğu Büyük İskender’in kız kardeşi “Thessalonike”den gelir. Atatürk’ün evi ve kalenin altındaki Türk mahallesi Anapoli, Selanik’e giden her turistimizin ilk durağıdır. Türk Konsolosluğu’nun hemen yanında yer alan Atatürk Evi, 1870’de Rodoslu Hacı Mehmet tarafından yaptırılmış.

Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin evi kiralama zamanı ise 1878. Küçük Kemal, malumunuz, 1881’de burada doğuyor. Ev 1920’lerde dikiş atölyesi olarak kullanılıyor, sonra bir müddet boş kalıyor. 1930’ların başında aslına uygun restore edilen bina 1937’de bölgesel yönetim tarafından Türklere teslim ediliyor. Atatürk Evi, aynı zamanda şehirdeki Osmanlı döneminden günümüze ulaşan az sayıda yapıdan biri... Tahta döşemelerini adımlarken çıkan seslerine bile kurban olurum!