Burak Akkul Bir ucundan Balkan, bir ucundan Avrupalı: Belgrad
HABERİ PAYLAŞ

Bir ucundan Balkan, bir ucundan Avrupalı: Belgrad

Televizyona seyahat programı hazırlamak dünyanın belki de en yorucu ve sinir bozucu işidir. Bütün hayatınızı ona vakfetmeniz gerekir. İçinde seyahat de olsa bu iş, yayın yetiştirme gibi bir sorumluluğu olan, planlaması zor, riskli ve yorucu bir iştir. Bir bölüm için ön hazırlığı, çekimi, onların tekrar izlenmesi, kurgulanması, dublajları, belli bir hikayeye göre montajlanıp izleyiciye sunulması derken, 10-12 gün çalışmanız gerekmektedir efendim. “Aman abiii, ne güzel gezip bir de üstüne para alıyorsun işte” çığlıklarınızı duyar gibiyim. Siz hobi olarak yine öyle bilin… Böyle zor anlarımızda, iş için gittiğimiz yerin bizi şaşırtması tek avantajımız oluyor!

Haberin Devamı

Şaşırtan bir zevk, katmerli mutluluk oluyor insana… İşte bu şaşırtan zevklerin en mutluluk verenini yazacağım bugün size. İlk gidişimden sonra hayran kalıp tekrar tekrar gittiğim, bir huzur kentini… Coğrafi haritada Balkanlar’ın sınırı gösterilir Sırbistan. Başkenti Belgrad ise bu sınırın tam çizgisi üzerindedir. ‘Ucundan’ Balkan yani. Gezip görünce de hakikaten “Bir ucundan Balkan, bir ucundan tam Avrupalı” dersiniz. Belgrad’a hoş geldiniz.

Bir ucundan Balkan, bir ucundan Avrupalı: Belgrad

O TUNA’DAN BU SAVA’YA SALLA YEMENİ

‘Çok Gezenti’ olarak 2017’nin ilkbaharında ilk kez Belgrad kapılarına dayanmıştık… O günlerde hislerimi şöyle anlatmıştım: “Bu kadar renkli bir kültür mozaiğini bu fiyata gezemez; bu kadar güzel köfteyi (cevapi) ve salatayı (şopska) bu fiyata yiyemezsiniz. Başkent Belgrad’ın nefis Tuna ve Sava nehri manzaraları, tarihi ve turistik yerleri, hayatın hiç durmadığı hareketli sokaklarıyla birlikte misafirini kendine hayran bırakan binaları ve parkları; bizleri resmen büyüledi. Temizliği keyif verdi. Ve o fantastik ‘Zemun’ mahallesi, yurt dışındaki romantizm durağımız oluverdi. Bundan böyle, bunaldığımda sendeyim Belgrad!”

ŞEHRİ GEZMEYE KALEMEGDAN’DAN BAŞLAYIN

Sırbistan’ın başkenti Belgrad, çok büyük olmamasına rağmen; diğer seyahatlerimden hatırladığım -nispeten küçük merkezli- Lviv, Odessa, ne bileyim Marakeş, Porto falan kadar da ‘hemen hakim olunacak, yürüyerek gezilip bitirilecek’ bir şehir değil… Tuna ve Sava gibi iki büyük nehrin sınırları içinden geçtiği; utanmayıp bir de birleştiği 1,5 milyonluk bu kent, yapı itibariyle biraz Budapeşte’ye benziyor.

Haberin Devamı

Oteliniz merkezde değilse bile; tepede belli bir yere, zaten pek ucuz olan taksilerle varıp, oradan suyu görene kadar aşağı yürürsünüz. Benim bu tür şehirleri keşfederken uyguladığım yöntem budur. Tepede bir yer demişken; Belgrad’ı gezmeye elbette şehrin tarihi kalesinden; yani ‘Kalemegdan’dan başlayacaksınız. 500 yıldan fazla Osmanlı egemenliğinde kalan bu topraklarda Türkçe kelimelere de sık sık rastlayacaksınız. (Börek ve sarma isterken zorlanmayacaksınız yani...)

BALKANLAR’IN İNCİSİ, GÖNLÜMÜN BİRİNCİSİ

Tuna ve Sava’nın kavuştuğu noktaya tepeden bakan Kalemegdan’ın tarihi, Belgrad tarihi ile denk olup burası şehrin en eski yerleşim bölgelerinden biridir. Yakın bir tarihe kadar bu surların içinde halkın istihdamının sağlandığı da söyleniyor. Dünden bugüne köprüsü olan bir tarihin kültürü yani... 1521’de Muhteşem Süleyman tarafından fethedilen Belgrad, uzun yıllar bir Osmanlı sancağı olarak olmuş.

Haberin Devamı

O yüzden bu coğrafya pek çok anlamda size yabancı gelmeyecektir. Dedim ya hem Balkan karakterli, hem Avrupa kafalı… Çok özel bir ‘gezmeliktir’ Belgrad… ‘Damat Ali Paşa Türbesi’ kalenin çok ilgi gören noktalarından biri. İlginçtir, Müslümanı da Hıristiyanı da burayı ziyaret edip dua ediyor, dilek diliyor… Çaput-bez bağlayanları bile gördüm; uyarıyorlar, söktürüyorlar gerçi. Damat Ali Paşa buralardaki Osmanlı hakimiyetinin en güçlü ismi.

Kendisi buradan iki saat mesafedeki Novi Sad’da 1716’daki deniz kuşatmasında ölüyor. Petrovaradin Kalesi’nde bir top mermisi isabet ediyor büyük komutana… O nehirlerden ne sular akmış bu zamana kadar belli değil. Yani artık kimsenin tarihinden dolayı birbirinden nefret ettiğini sanmıyorum. Modern çağda herkes, geçmişini almış; kültürünü yaratmış, geleceğine bakıyor artık.

MOSKVA OTEL’DE BİR KAHVE?

Taş Meydan, şehrin kuzey tarafında Cumhuriyet Meydanı’nın arkasında yer alıyor. (Tabelalarda ‘Tas Majdan’ yazar.) Dinlenmek için hoş bir park alanı... Eskiden taş ocağıymış. Ben tam da böyle yerlerde o ülkenin insanlarını izler, inceler, kafamda çıkarımlar yaparım. Bebeğini gezdiren kadından, satranç oynayan yaşlı amcasına kadar… Sırplar geçiyor allı yeşilli… Evet, kalemizi gezdik, önümüze çıkan bir fırından böreğimizi aldık, Taş Meydan’da oturduk halkı izleyerek yedik; biraz da şöyle kaybola kaybola sokakları turlayalım sizinle… Bakalım karşımıza neler çıkacak?

Şehrin merkezine doğru çıkarsak; Otel Moskva’nın muhteşem binasını görürüz. “Hani madem ucuza yedik içtik, kahvemizi de burada alalım, kaç lira olabilir ki” diye; kafamız rahat şekilde, midemizi şenlendirebiliriz… Kahveden sonra hemen üzerinde bulunduğumuz, şehri nehirlere paralel kesen Terazije Caddesi’nden yürüyüp; bir Ayasofya kopyası olan Aziz Sava Katedrali’ne ulaşacağız.

Milana Caddesi yolumuzun üzerindeki, çok renkli bir yürüyüş ve alışveriş caddesidir. Katedrale ulaşınca bu bembeyaz ihtişamlı yapıya pek bir hayran kalırız. İçerisi dev bir boş alan. Sade, işlemesiz; tipik bir Ortodoks mimarisi. Aziz Sava mutlaka görülmeli… (Bu arada, Moskva Otel’in hemen yanında bir Amadeus Kafe var ki; biz her gittiğimizde oranın çeşit çeşit kahvelerinden birini deneriz. Harika bir ortamdır. Belgrad’ın mavi yakalı insanı nasıldır, ne yer ne içer; burada gözlemleyebilirsiniz.)

TESLA’MIZ ORİJİNALDİR

Bu renkli Belgrad günün son kültür durağı: Tesla Müzesi. Nikola Tesla, Sırbistan’ın medar-ı iftiharı, tarihin en ünlü elektrikçisi, önemli mucidi. (Elektrikçi deyince sizin köşedeki Ufuk Elektrik gelmedi aklınıza değil mi? Bu adam elektrik akımını sular seller yapmış, şehirlere iletmiş biliyorsunuz) İşte Tesla Müzesi’nde bu akımların en canlısına şahit olacaksınız; görevli gençlerin ellerinde çubuklarla cereyanlar saçarak yaptıkları gösterileri kaçırmayın. Elektriğin adresi: Krunska Caddesi, 51 numara.

Bir ucundan Balkan, bir ucundan Avrupalı: Belgrad

“TURKISH MENU PLEASE!”

Belgrad’la ilgili almamız gereken notların başında fiyatlar geliyor. Bizi bir ‘Çok Gezenti’ olarak bilenler, şehirleri ekonomik şekilde gezmeyi ön planda tuttuğumuzu da bilirler… Gezdiğim yerlerden bir tek Arnavutluk’ta sanırım, bu kadar uygun fiyata böyle ‘mükellef’ sofralar kurdurmuştum. “Trafiğe kapalı alışveriş ve sosyallik caddesi” dendi mi; Belgrad’da uğrayacağınız yer Mihailova Caddesi olacaktır.

Bu önemli caddenin ucu Kalemegdan’a dayanır. Ünlü uluslararası markaların mağazaları çoğunluktadır. Yani öyle yerel kıyafet falan aramanız hayal kırıklığı yaratabilir. Zaten Sırpların moda anlayışlarını da pek övemeyiz, öyle değil mi?

Kafeler ve akşamüstü yemekleri için yolumuzu Skadarlija’ya çeviriyoruz! Uç uca iki uzun sokakta gelişmiş olan bu bölge, balkan köftelerin en lezzetlilerine, şopska salataların en güzellerine ve en cool Sırp barlarına ev sahipliği yapıyor. Biz, Wew Up Moj (My Hat) Restoran’a gitmiştik. Çok da memnun kalmıştık… Hemen her restoranda Türkçe menü bulmanız mümkün. Zaten tipinizi görenlerden hemen bir “Merhaba” yükseliyor. Yemek sonrası biraz yürüyüp sağdaki Urban Kafe’de de bir chillout yaparsınız… Çilekli Mojito’su harikadır. (Ay ama ben de iyice blogger oldum annem yaa!)

GÖZLERİNİ KAPAT VE HAYAL ET

Üç kez gittim Belgrad’a… Birinde çekime, birinde tatile, birinde de kitap yazmaya… Her defasında da eni bazen 800 metreyi bulan, uzunluğu 10 kilometre olan bu yeşillik alanın üzerine tek bir bina bile yapılmamasına; bir büfe, bir tesis kondurulmamasına, beton bir kazık bile çakılmamasına hayret ediyorum… Bunlar ‘rant’ı sadece Güney Afrika para birimi sanıyor olmalılar.

Sava Nehri’nin iki yakasını birbirine bağlayan Branko Köprüsü’nden geçiyoruz. Hotel Moskva kısmını bitirdik, aşağıya suya doğru indik, gibi düşünün. Köprüyü de yürüyerek geçtik, hemen sağa döndük, nehrin kıyısındaki o yürüyüş hattındayız şimdi. Hâlâ daha yeşillik tutmadıysa ve mideniz oksijenden bunalmıyorsa, yürüyüşünüzün 45. dakikasında “Ben bir Komünizm dönemi binasıyııım” diye bağıran Hotel Jugoslavija’ya geleceksiniz. Bitişiğinde Grand Casino, dibindeki nehir kıyısında da bir iki tane tekne otel ve kafe vardır.

Tam bir gün geçer bu bölgede, keyif alırsınız. ‘Lemon Chilli’ favori kafemdir. Sinirlenince, “Gözlerini kapat ve olmak istediğin bir yeri hayal et” derler ya, ben kendimi ya Bangkok Khao San Yolu sokak pazarında ya da Belgrad Lemon Chilli kafede hayal ederim… Yazar kafası işte, oradan oraya atlıyor, napıcan?! Bölgede uygun fiyatlı ve temiz bir otel de tavsiye edeyim. Bu civarda kalacaksanız Tulip Inn Otel’den pek memnun kalmıştık; bilginiz olsun…

BİR HUZUR MAHALLESİ: ZEMUN

Belgrad’da kafanız rahattır. Şuna buna takmazsınız, Belgrad da takmaz çünkü… Güvenli, ucuz, davetkardır. Çok karışmaz size bu şehir; rahatsız etmez. Tuna üzerine o ince sis çökmüşse mesela; tekne evlerinde yaşayanlar verandalarında kitaplarını okurken, tekne kafelerde takılanlar gülüşürken, romantik romantik el ele tutuşurken, siz onlara baka baka zamanın nasıl geçtiğini anlamazsınız... Balkanların Amsterdam’ıdır sanki…

Bebeleriyle ördekleri, kuğuları besleyen aileler, çekirdek çitleyip asla yere atmayan mahalleliler, kaykaylı patenli gençler, pamuk şekerciler ve yolun sonuna doğru beni benden alan o etçiler… İşte Zemun’dayız! Toro Grill Restoran’da iki kişi yemeli içmeli 2500-3000 dinar ödersiniz. Sonra da, hani güzel bir yemek yedikten sonra gülümseyerek karnınızı “Aferin” dercesine sıvazlar kalkarsınız ya… (Ne? Kimse yapmıyor mu öyle?) En mutlu şekilde, canınıza minnet kalkarsınız işte masadan.

Bir ucundan Balkan, bir ucundan Avrupalı: Belgrad

Ünlü Gardos Kulesi’ne ulaşmak için yokuşlu bir yolumuz var… Yol boyunca Arnavut kaldırımlı sokakları, sakin fotoğraf çeken turistleri, küçük küçük butik otelleri göreceksiniz. Tepede gözünüze çarpacak olan Gardos, Belgrad’ın bu en eski yerleşim bölgesine Macarların gelişinin 100. yılını kutlamak adına yaptırılmış, şato gibi bir kule. Simgesel bir yapıdır, oradan Tuna manzarası harikadır. Elbette ki hiç üşenmeden çıkıp görmek gerekir. Sağlığınız müsaade ediyorsa, buraları kesinlikle yürümeniz gerekir efendim...

Yazımıza Zemun’la son vermek; gerçekten de ‘tatlıyı sona saklamak’ gibi oldu. Zira burası bunu sonuna kadar hak ediyor. Belgrad gibi güzel bir şehir, üstelik hâlâ vizesiz vizesiz, orada sakince duruyor. Seyahat rahatlığı başladığı gibi, bir kez daha gideceğim, biliyorum… Biliyorum, orası da beni bekliyor. Orası da gözlerini yummuş; beni düşünüyor.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder