Burak Akkul Ölüdeniz, öldüğüne sevindiğim tek şeysiniz
HABERİ PAYLAŞ

Ölüdeniz, öldüğüne sevindiğim tek şeysiniz

Çeşme ve Ayvalık-Cunda’dan sonra, dönüşümlü belirlediğim yaz tatili rotalarımın üçüncüsü Fethiye-Ölüdeniz bölgesidir. Bu hafta yolumuz Fethiye’den geçecek. Tarihi ve turistik yerleriyle, benim huzur bulduğum yerleri gezeceğiz. Fethiye’ye girmeden önce Çiftlik’ten geçersiniz. Babanızın çiftliğiymiş gibi dalın içeri! Çok samimi, sıcak bir yerdir. Bu yörenin en büyük artısı elbette Çalış Plajı. Türkiye’deki en temiz en derli toplu plajları arasında diyebileceğim Çalış’ta, ekseriyetle yazlıkları uzun yıllardır burada olan aileler yaşıyor. Burası biraz ‘emekli yeri’ diye tabir edilir ama çayı ve deniz manzarası nefistir. Çok da güzel balık restoranları vardır.

Haberin Devamı

Gezmeci turist için, bütün bir günü hak eder.

‘Ölüdeniz, öldüğüne sevindiğim tek şeysiniz...’ Bu şiiri ilk olarak 2009’daki kitabımda yazmıştım sanırım... O zamanlar Türkiye’nin tanıtım filmlerindeki halini hak eden, sapsarı kumsallı, turkuaz denizli, pek de sakin bir yerdi. Tercih edenler genelde yabancı turistlerdi. İngilizler, Yeni Zelandalılar ve Avustralyalılar... “Ne alaka?” diyeceksiniz belki ama cevap “Yamaç paraşütü” olacak.

Bu milletlerin gençleri, yamaç paraşütüne pek meraklıdır. Yamaç paraşütü için de dünyadaki en iyi ortamlardan biri bizim Babadağları üzerinde bulunur. Ölüdeniz mevkii bu yüzden turistleri çeker. Aslında hâlâ ucuzcu Almanlar ve Amerikalılar, özellikle Hisarönü barları için buraya gelirler. Ölüdeniz plajının işletmeleri de yerli kalabalığı çekmek için şezlonglarına şezlong eklemekte...

Sözü geçmişken, Fethiye’yi geçip Belcekız sapağına dönmeden göreceğiniz çok ilginç bir yerleşkedir Hisarönü. Restoranların ve barların oluşturduğu bir mahalledir. Bir gece de olsa deneyimlemenizi öneririm. Çin, Hint, Japon, Adana-Urfa... Her tür mutfak bitişik nizam sıralanır.

Ölüdeniz, öldüğüne sevindiğim tek şeysiniz

FETHİYE BALIK PAZARI; MİDELERİN DOSTU CEPLERİN İYİ ARKADAŞI

Tüm Ege ve Akdeniz bölgesinde, içime en çok sinen en zevk aldığım ve en uzun oturup muhabbet ettiğim balık restoranları buradadır. Aslında ‘balık ortamı’ demek daha doğru olur. Fethiye iskeleye gelmeden, çarşı içindeki bir avluda yer alan Fethiye Balık Pazarı’nı bulmanız çok kolay olacaktır.

Haberin Devamı

Aracınızı belediye parklarına bırakın. Önce ortada mermer tezgahların üzerindeki taze balıkları, karidesleri, çeşitli deniz böcekleri, ahtapotları seçer, tarttırırsınız. Sonra balıkçıya örneğin “Ben şurada Osman’ın yerinde oturuyorum, sen şunları şöyle şöyle temizle parçala, oraya yolla” dersiniz. İstanbul’un neredeyse yarı fiyatı kadar olan ücretinizi öder, balık tezgahlarını çevreleyen 8-10 restorandan birine oturursunuz.

Restorancınız, balıklar gelince yanınıza gelir ve “Karidesi güveç yapayım abi, bu Grida’yı da (Lahoz) güzel şöyle tavada az yağda yapar, kat kat tepsilere dizer, yanına sarımsaklı sos koyarım…” falan der. Ağzınızın suyu oracıkta akar zaten. Meze istiyorsanız ekstra seçersiniz. Bir de hesaba cüzi bir miktar ‘pişirme parası’ eklenir ve pazardan her bir yanınız doymuş şekilde ayrılırsınız.

Ölüdeniz, öldüğüne sevindiğim tek şeysiniz

DİPNOT: Fethiye Merkez’e biraz erken gelip Amyntas Kaya Mezarları’nı bulun. Biraz tırmanın. Pişman olmazsınız.

Haberin Devamı

TARİHİN DİBİ LİKYA YOLU!

Likya Yolu, yerli ve yabancı kültür turisti için çok önemlidir. Burası; Fethiye’den başlayarak Antalya’ya kadar uzanan ve tarihte Likya olarak adlandırılan Teke yarımadasındaki patikalardan bir kısmının işaretlenip haritalanması ile oluşturulmuş yürüyüş rotasıdır. 1992’de parkur çalışmalarına başlanmış ve 1999’da turizme açılmış. 2015 yılında yeni eklenen etaplarıyla beraber yol 535 kilometreye ulaşmış. Kamp kurarak ya da yol üstü otellerde kalarak deneyimleyebileceğiniz yol boyunca hem Akdeniz kültürünü tanımış sayısız Antik kent geziyorsunuz hem de harika doğa manzaraları görmüş oluyorsunuz... Likya Yolu, dünyanın en iyi 10 uzun yürüyüş rotasından biri olarak gösteriliyor. Tercih edilen başlangıç noktası da burada, Babadağları’nda.

COOL ÇOCUKLARIN İŞLETTİĞİ KAMPİNGLER

Ve Kabak Koyu... Elbette ki Fethiye’den ve Belcekız’dan kalkan tekne turları buraya da uğruyor fakat buraya alternatif bir yol daha var! Çok dik bir yokuştan, bir saatten fazla süren bir yürüyüşle inmek gerekiyor ama benim gibi denizdeki küçük bir dalgayı bile tsunami olarak algılayan biri için; bu yürüyüş tekneyle gelmekten çok daha iyi. Aracımızla Faralya’nın Kabak Mahallesi’ne geliyoruz.

Nereden aklıma geliyorsa beynimi seveyim, bir dönemin Sanayii ve Tabii Kaynaklar Bakanı rahmetli Ersin Faralyalı’dan hatırlıyorum burayı. “Demek buralıymış” diyorum ama “Aman deli bu deli” demesinler diye yanımdakilere konuyu açmıyorum. Dik kayalıklardan açılmış minik patikaya doğru yollanıyorum. Bu arada, inişe başlamadan çok şirin çok ucuz gözleme-ayran işletmeleri var.

Taa uzakta görünen o nefis koyun manzarasına bakarak yiyip içebilirsiniz; bu fırsatı kaçırmayın. Ben böyle ayran içmedim! Yürüyüş yolunda “Yönümü nasıl bulacağım?” diye meraklanmayın. Ki merak uyandıracak kadar karışık bir yol ancak renkli oklarla, ineceğiniz doğru yön işaretlenmiş.

Bir saatin sonlarına doğru Kabak Koyu manzarası netleşiyor ve kamp çadırlarının arasından geçe geçe; yine Kelebekler Vadisi’ndeki gibi ‘cool’ çocukların işlettiği kampingler, cafeler, barlar falan derken birinci derece sit alanı olan ünlü koya geliyoruz. Ne yapacağız, biz de ‘sit down’ ediyoruz; oturuyoruz, dinleniyoruz... Yanımızda getirdiğimiz (ısınmış) soğuk içecekleri içiyor, güneş batarken fotoğraflarımızı çekip, yukarıda bıraktığımız aracımıza doğru...

Korkmayın, korkmayın! Elbette yürüyüşe geçmiyoruz. Belli bir saate kadar yukarıya, ayrı bir yoldan giden minibüsler var. Onlara binip aracımıza dönüyoruz. Belcekız’daki otelimize varınca; yatağa ulaşabildim mi, yorgunluktan otelin bahçesinde mi uyudum, vallahi hatırlayamıyorum.

HAYALET BİR KÖY, KAYAKÖY

Size bulanmaz bir tüyo vereceğim! Buralara gelenlerin bazen ıskaladığı bir yol var. Hisarönü’nü geçip sağdan tırmanın ve yarım saat daha gidin… Kayaköy, o hayalet duruşuyla, sizi karşılayacak ve pek bir şaşırtacaktır. Giriş meydanında soluklananları, incik boncuk alanları, gözleme yiyenleri görürsünüz.

Ölüdeniz, öldüğüne sevindiğim tek şeysiniz

Ben köye gelmeden hemen sağda, yol üstündeki gözlemeci aileyi tavsiye ederim. İsmail’in Yeri. Yeriz otlu peynirlileri, ooooh! Karşınızda duran terk edilmiş Rum köyünde ise müthiş fotoğraflar çeker; yola devam eder Gemile Koyu’na ulaşır, bir tatlı huzur da burada alırsınız…

Yok yoktur Muğla/Fethiye bölgesinde! Haftaya ‘yaz tatili için en sevdiğim dörtlüyü’ tamamlamak için, Kalkan-Kaş bölgesini yazacağım. Kalkan kaşımı görseniz şu an anlardınız ki sonra artık sizlerle yurt dışına açılacağız… Malum, serde çok gezentilik var.

BİR ‘BELCEKIZ’ SEVDİM…

Ve Belcekız! Şöyle tarif edeyim; denize ulaştığınızda sağınızda ünlü Ölüdeniz Doğal Parkı’nın kaldığı yer burası. Minibüslerin ana durak noktası. Önünüze paraşütlerin indiği alan… Burası benim, Ayvalık-Akçay mevkiinde geçirdiğim çocukluk yaz tatillerimden sonra, gençlik yaz tatillerimde tercih ettiğim yer oldu. İlk sebebi; üniversite arkadaşım Cenk, Likya World’de çalışmaya başlamıştı, sonra tadını aldık.

Hillside’a indirimli turlarla falan geldiydik. Şimdi gücümüz yetmeyebilir. Fiyatlar uçtu artık oralarda ama çok güzel yıllardı! Belcekız’a ulaşıyor ve hemen sırtlardaki uygun fiyatlı otellerden birine yerleşiyoruz… Bavullarımızı köşeye koyduğumuz gibi kendimizi sahildeki bir kafeye atıyoruz. Burada etrafı seyretmek, paha biçilmezdir benim için… Daha ilk anlardan “Ohh! İşte tatil” dedirtiyor.

Hamburgerimden bir ısırık alıyor ve tam önüme inen paraşütleri izlemeye başlıyorum. Fotoğraf çekmek, uçuş hocasıyla ya da yalnız indikleri o ilginç anları yakalamak, büyük zevk. Help Kafe; önceden burada, ayakta sabit duran midye dolmacının hemen yanındaydı.

Midye dolmacı abi hâlâ burada ama Erkin’in Help Kafe’si Küçük Boncuklu Koyu’na taşındı. Orası da nefistir. Tandır ekmeğinde dev hamburger, güzel bir deniz, güler yüzlü ‘işi bilen’ bir işletme… Bir tatilden daha fazla bir şey beklemem zaten.

KELEBEKLER VE KABAKLAR

Kelebekler Vadisi ve Kabak koyu olmazsa olmaz. İkisi de özellikle Türk yerli turizmindeki yeri ve öneminden dolayı, birer ayrı paragrafı hak etmektedir. Önce Kelebekler Vadisi... Ben denizden korkarım, yalan yok! Her ‘yaz yazımda’ bahsediyorum zaten.

Özellikle büyük deniz taşıtları, su üzerinde ine kalka ilerlerken, dehşet bir korku veriyor bana. İlginçtir bu mesele 40’ımdan sonra çıktı. Sanırım beynimde kalan bir küçüklük travması, sonradan boşluk bulup ortaya çıktı. Hatırlıyorum, dörtbeş yaşlarındayken çok sevdiğim, rahmetli Cengiz Eniştem Kırklareli Kıyıköy’de çok ama çok dalgalı bir denizde tekne turu yaptırmıştı bize.

O günlerden geliyor olmalı bu deniz korkum... Bu yüzden, gerek tatil için gerekse çekim için gittiğim yerlerde, feribota tekneye falan binmemeye çalışırım. Gel gör ki Kelebekler Vadisi’ne başka yol yook! Ben de, bizi tanıyan bir işletmeci kardeşimizin isteğini kıramayıp, teknesiyle bizi oraya bırakmasına “Okay” dedim... Ben tekneye bindim ya; o deniz illa ki bir dalgalanacak...

Sonradan söylediklerine göre Kelebekler Vadisi’ne yaklaşırken hep dalga olurmuş. Ama ‘SONRADAN’ söylediklerine göre! Ben o dalgaları bir güzel yedim; yanımda karım, baldızım, beyaz ötesi ALO suratımla bir rezil oldum ki sormayın. Kelebekler Vadisi’ne adım atar atmaz çakılları öptüm.

(Plajı kum değil, minik çakıllı) Sahilden içeri biraz ilerliyorsunuz ve çadırlarını kuranlar, ekolojik alanlar, cool kampçılar derken; Kelebekler Vadisi, gerçekten de ‘bilenlerin’ gittiği, bilenlerin ‘takıldığı’ bir yer olarak duruyor. Dev dağın arasındaki yarda, ayrı bir dünyada kalıyorsunuz... Saat başı gelen teknedeki “piknik” turistlerini saymazsanız tabi. Ama onlar çok içerilere, doğanın göbeğine sokulmuyor. Kıyıda yelleniyorlar. Yani, mangallarını yelliyorlar. Son dönüş teknesi 17:00’de.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder