Burak Akkul Oxford vardı da biz mi gitmedik?
HABERİ PAYLAŞ

Oxford vardı da biz mi gitmedik?

Hepimiz hayatımızın bir döneminde illa ki duymuşuzdur; ne bileyim “Oxford vardı da biz mi gitmedik?”, “Cambridge’de okumuş vay vay” şeklinde… Ve Themes üzerindeki efsanevi kürek yarışlarının iki muhatabıdır onlar “Oxford” ve “Cambridge”… Çok kişinin turistik olarak gitmeyi tercih etmediği ama çok da merak ettiği; üniversiteleriyle ünlü Oxford ve Cambridge şehirlerini, bu yazımızda adım adım inceleyeceğiz efendim. Kültür kültür olacaksınız!

Oxford vardı da biz mi gitmedik

GEL VATANDAŞ, HARRY POTTER DA BURADA OKUYOR!

Büyük Britanya’da sıradan bir gün… Gri bulutlar hızla geçerken, arada yüzünü gösteren güneş hoop yerini tekrar bulutlara bırakıyor… Günde 150 kez “Aa bugün hava bulutlu”, “Aa yok yok güneşliymiş” diyebiliyorsunuz bu topraklarda… Bir tilki- evet kedi ya da köpek değil; komşunun bahçesinde beslediği bir kızıl tilki- kafasını kaldırıp size bakıyor… Sonra tekrar uykuya dalıyor… Bir sincap koşuyor dallar arasından; bir fincan çay kokusu geliyor alt balkondan…

Haberin Devamı

Biz ise bugün, Victoria Otobüs garajından peşi sıra çıkan National Expresslerden birindeyiz… Önce Oxford’a, oradan Cambridge’e gideceğiz. Kralların, prenslerin ve Harry Potter’lerin okuduğu okulların muhteşem binalarını, kütüphanelerini ve masal diyarı peyzajlı bahçelerini gezeceğiz. Evet, öncelikle, Harry Potter filmlerinin çekimlerinde; yatakhane, yemekhane ve kütüphane sahneleri, ekseri bu iki şehrin okul binalarında ya da bu binalardan modellenen setlerde çekilmiş…

Serinin fanatikleri, ellerinde Google’dan indirdikleri bir listeyle, buraları tek tek ziyaret edebilirler. Pek çok okula giriş serbest zaten. Oxford Bodleian Kütüphanesi giriş salonundaki rehberli Harry Potter turunu hala unutamam. Filme çok tutkun olmasam bile, fantastik mekanları gördüğümde heyecanlanmıştım doğrusu.

RADCLIFF GÖZLEM EVİ ÜZERİNDEN...

Birçok yazar ve şair İngiltere’nin en güzel şehrini Oxford olarak tanımlamıştır… Lakin bir turist için Oxford; popüler bir öğrenci şehri olması açısından, konaklama imkanlarının kısıtlı olduğu ve otellerin çok pahalı olduğu yerdir. Küçücük odalı iki yıldızlı bir oteli, geceliği 80 pound’a tutuyoruz… Ertesi gün, İngiltere’de güneşli gün yakalamış seyyah acelesiyle; bu özel şehrin görülecek mekanlarını sıraya koyup, sokakların arasına dalıyoruz…

Haberin Devamı

Her köşe tarihi alanlara; yollara, binalara açılıyor… Merkezi “St.Martins” Kilisesi’nin önü olarak alın. Buranın saat kulesine “Carfax Kulesi” deniyor. Dört önemli caddenin kesişim noktası manasında… En önemli cadde olan High Street; kulenin tam karşısındaki St.Aldates Caddesine “L”çizer… Bu cadde de en önemli okul olan Oxford Üniversitesi’nin Christ Church Koleji’ne, Christ Meadow bölgesine kadar uzanır. Ve orada karşınıza Themes Nehri çıkar.

Tam aksi yönde, St.Martins Kilisesi’nin batı tarafında ise Castle Street’ten yürüyerek Oxford Kalesi’ne ulaşabilirsiniz. Ki şehrin tarihine kendi gözlerinizle şahit olmak için; kaleyi mutlaka ziyaret edin. Carlfax kulesinin üzerinden şehri izlediğinizde zaten; şehrin dokusunun 1400’lerden 1500’lerden bugüne neredeyse birebir aynı kalmış olduğunu göreceksiniz…

Haberin Devamı

Tek fark, valizlerini çeken turistler ve okul kıyafetli öğrencilerin olması. Kaleyi ve kuleyi gördükten sonra yön tabelalarından “Radcliff Camera”yı arayın efendim. Yine üniversite kampüslerinden birinin bahçesinde yükselen binanın üzerindeki gözlem balkonuna çıkarsanız; 1400’lerde inşa edilen Magdalena Koleji sağınızda, All Souls Koleji solunuzda kalacak, bu açıdan manzara sizi büyüleyecektir.

Oxford vardı da biz mi gitmedik

TARİHİN SAYFALARINDA “OKUMAK”

Şimdi de buyurun ünlü Ballio kolejin yemekhanesine… Oxford üniversitesinin ana binalarına çok yakın olan bu bölgede; az önce bahsettiğim – bir dünya mirası olan - ünlü Bodleian kütüphanesi, Sheldonian Tiyatrosu ve Trinity Kolejinin bir binası da bulunmaktadır. İşte bence binaların en mistik ve etkileyici olanı, buradaki ünlü Balliol Koleji kompleksidir. Bahçesinin en uç noktalarına kadar gidin lütfen. Alice Harikalar Diyarı sayfalarındaki gibi; şekilli budanmış ağaçlar, çiçekli çardaklar, karo yer döşemeleri, ahşap banklar… Oturup etrafı bir izleyin.

Üzerlerinde en renkli kıyafetleri, ellerinde son teknoloji ekipmanlarıyla gelip geçen öğrencilerin bu büyülü ortamda yarattığı kontrasta hayran olacaksınız… Allah çoluğunuzun çocuğunuzun da buralarda okumasına nasip etsin tabii… Oxford Üniversitesi’ne bağlı 40 bağımsız kolej ve enstitünün en büyüğü Christ Kilisesi –Katedrali ve Okullarıdır… 16.yüzyılın başlarında Kardinal Thomas Wolsey tarafından kurulan kompleks, dört yıl kadar sonra Kral 8.Henry tarafından ele alınıp geliştirilmiş ve dünyanın en önemli eğitim kurumlarından biri haline gelmiş…

Bir başka önemi de, elbette, Harry Potter başta olmak üzere bir çok filme ve diziye set olan binaları. Özellikle de kolejin dünyaca ünlü yemek salonu… Oxford’un sokaklarındaki her bir binaya; postanesine, belediyesine, Şehir Meclisi’ne, tarihi Kapalı Market’ine, her bir kilisesine, okuluna; lütfen her birine kafanızı uzatın, gişeleri varsa bir bilet alıp girin, kimse yoksa çaktırmadan zıplayın bahçelerine, salonlarına, yemekhanelerine bakın… İnanılmaz bir deneyim olacaktır sizin için… Hala 1400’lerde yaşayan, 2020’lerin şehrinde olmak.. (Oxford’dan ayrılmadan Museum Road/ Müzeler Yolu’na mutlaka gidin ve Ulusal Tarih Müzesi ile Pitt Rivers Müzesi’ni adım adım gezin)

Oxford vardı da biz mi gitmedik

KANALLARDA BİR MASAL: CAMBRIDGE

Londra’nın batısında olan Oxford’a Londra’dan trenle bir buçuk saat ortalama bir sürede gidebiliyorken; kuzeydeki Cambridge iki, iki buçuk saatinizi alabilir. Biz seyahatimizi National Express otobüsleriyle yapmıştık hep. Neredeyse trenin yarı fiyatı ucuza geliyor. Avrupa’da ve Amerika’da, demir yolu ağı çok yaygın olmasına karşın fiyatların hiç de düşük olmadığını hatırlatmakta falda var. Otobüsler her zaman daha ucuz…

Cambridge’de, dünyanın ilk futbol sahası olarak bilinen dev yeşil alanın önünde (Christ’s Pieces) iniyor; çimenlerde top oynayan çocukları seyre dalıyoruz. Üstelik sicim gibi atıştıran bir yağmur da var. Çocuklar hiç aldırmıyor. Islanmaya palazlanmışlar zahir… Biz “neyse, futbolun beşiğini bu kadar izlemek yeter” diyor; yine pek pahalıya bulduğumuz otelimize yönleniyoruz… Şehrin içlerine doğru ilerledikçe, Cambridge’in de tam bir eğitim şehri, hatta tarihin en eski en köklü eğitim yerleşkesi olduğunu görmeye başlıyoruz…

Adım başı bir kolej, tarihin yapraklarından binalar ve onların dev kapıları; giren çıkan öğrenciler, öğretmenler, buraya bambaşka bir hava katıyor. Ve bu şehrin çok önemli bir özelliği de bu yapılar arasındaki ince kanallarda, gondol benzeri ucu küt teknelerle gezenler. Kürekçilerin her biri de harçlıklarını bu işten çıkaran öğrenciler… Evet; burası şiir gibi bir şehir!

Oxford vardı da biz mi gitmedik

KOLEJLER DİYARI

Trinity, Newham, St.George, Clare, King’s, Fitzwilliam, Churchill, Queen’s, Robinson, Pembroke, St.Catharine, West Court… daha sayayım mı? Cambridge Üniversitesi bünyesinde tam 32 kolej 150 departman var efendim. Bu şehir tam anlamıyla bir okul. Sınırlarından içeri girerken “müdürden geç kağıdı alsa mıydım” endişesi yaşıyorsunuz yemin ederim. Öyle bir psikoloji… Fakat nefis manzaralar, harika park alanları, Pazar yerleri ve bahsini ettiğim kanal gezileriyle; turistlerin de oldukça ilgi gösterdiği bir yer Cambridge… Efsane okulların binaları arasından süzülerek geçerken; birbirinden güzel köprüler de görüyoruz…

Trinity Kolej’in binasından dönüp, St.John Kolejine yaklaşırken, Kraliçe Victoria’nın gördüğü gibi “şehrin en güzel yeri” dediği o köprü mesela… Venedik’ten esinlenilmiş Bridge of Sighs, “İç Çekişler Köprüsü”ne hayran kalmamak mümkün değil. Bir binadan ötekine, sınavlarına giden öğrencilerin, üzerinden geçerken duyulan endişeli iç çekişleri yüzünden bu ad verilmiş köprüye (deniyor.) Bu arada, Isaac Newton’dan Prens Charles’a kadar dünyanın pek çok etkin kişisine eğitim vermiş olan ve İngiltere’nin en lüks koleji olarak bilinen Trinty Koleji, 1546 yılında Kral 8.Henry tarafından burada, Cambridge’de kurulmuş. İrlanda’nın başkenti Dublin’deki binası- özellikle kütüphanesi- efsanedir Trinity Koleji’nin. Bir ara orayı da yazarım size…

KEYFİMİZ KRALLARDAN HALLİCE

Cambridge’de bir hafta sonu gününe mutlaka ki, Market Square’de kurulan halk pazarını gezerek başlayın. Bütün o kahvaltı işini, kahveyi, hediyelik alışverişinizi falan buradaki tezgahlara bırakın. Cambridge pazar meydanının hafta sonu tezgahları çok ama çok keyiflidir. Daha sonra elbette; şehrin en önemli turistik etkinliği olan kanal turu… Market Square’deki buluşma noktasından sizi alırlar (otelcinize bu turları sorarsınız) ve sizi okul binalarının arasından, gondol benzeri o teknelerin kalktığı yere götürürler.

Kuyrukta uzun süre bekleyebilirsiniz; hava sıcaksa akşam üstü saatlerini tercih edin… Mutlaka ki sondaki bahşişini düşünerek sizlere sempatik sempatik gülecek olan öğrenci kürekçiniz; yol boyunca geçtiğiniz okul binaları hakkında bilgi verir. Kings Collage’in kanaldan görüntüsüne dikkat! O nasıl bahçe öyle? Onlar nasıl binalar; nasıl çatılar, nasıl kuleler öyle… Burada okusam bir iki aya kendiliğinden sihir yapmayı öğrenirim, diye düşünmüştüm! Özel bir not olarak; şehrin en etkileyici mekanının – hatta belki İngiltere’de gördüğüm en etkileyici iç mekanın- Kings Collage içindeki Kings Collage Chapel (Şapel) olduğunu belirtmek isterim.

Oxford vardı da biz mi gitmedik

Bunun altını kalınca çiziniz. Kanal turunuz bittiğinde geç olmadan, akşam üstü kapanmadan, Fitzwilliam Müzesi’ne uğrayabilirsiniz. Girişi ücretsizdir, içi muhteşem sergilenmiş çok zengin koleksiyonlarla doludur… Ve St.Mary Kilisesi’ni (aslında kafe) bulun, mutlaka ki kulesine çıkın ve şehre tepeden bir bakın… Bir kolejler manzarası var ki; inanılmaz… Şehirde vaktiniz kalırsa, Cambridge Üniversitenin harika botanik bahçesine de uğramayı ihmal etmeyin lütfen... 10 Pound olmalı girişi. Ama değiyor… Newton’un başına elmayı düşüren ağacı da öyle bedavaya göstermezler insana, değil mi?

Sıradaki haber yükleniyor...
holder