Erhan Altunay Yine bir 10 Kasım geldi…
HABERİ PAYLAŞ

Yine bir 10 Kasım geldi…

Yine bir 10 Kasım geldi… Dönüp baktığımda ne kadar çok 10 Kasım günü yaşamış olduğumu gördüm. Her defasında aynı hüzün ile Atatürk’ü andık, benzer sözleri söyledik.

Bu yazıda bu kez Atatürk’ü, ilginç bir yönüyle analım, anımsatalım ve o günlerin havasını soluyalım.

Atatürk, hayatının son dönemlerinde daha çok Dolmabahçe Sarayı’na kapanmış, devlet işlerinin yanı sıra tarih ve dil konuları ile ilgilenmeye başlamıştı. Bugün onun kütüphanesini görenler şaşkınlıklarını gizleyemezler, gerçekten de dönemin en ciddi bilimsel kitaplarını okumaya vakit ayırabilmiştir. Özellikle dil konularına çok meraklı olan Atatürk dil çalışmalarına büyük önem vermişti.

Haberin Devamı

Atatürk, kendi yazdırdığı Medeni Bilgiler kitabında Türk diline verdiği önemi şöyle ortaya koymuştur:

“Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yükseltmeye çalışır. Bir de, Türk dili, Türk milleti için mukaddes bir hazinedir. Çünki, Türk milleti geçirdiği nihayetsiz badireler içinde, ahlâkının, an’anelerinin, hâtırlarının, menfaatlerinin, elhasıl bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir; zihnidir.”

Atatürk’ün önderliğinde yapılan çalışmalarda, yeni oluşturulan tarih tezine paralel olarak, “ulus olma” bilincinin yerleşmesi amaçlanmıştı. Günlük yaşamda kullanılan dil ise, kültür anlayışında Osmanlı ile bağların koparılmaya çalışılmasına rağmen, Osmanlı’nın devamı olan bir dildi. Osmanlı dili, Arap ve Fars etkisinde kalmıştı. Son dönemde de Greko-Latin sözcükler dile girmiş ve Türkçeden uzak bir dil ortaya çıkmıştı. Öyleyse özgün Türk diline geri dönmek gerekmekteydi.

Ancak bu iş, görüldüğü kadar kolay değildi. Günlük dile girmiş sözcükleri yenileri ile değiştirmek, tarih anlayışını değiştirmek kadar basit olmayacaktı. Önceleri eski Türk dillerinen esinlenerek yeni sözcükler türetildi. Bugün kullandığımız sözcüklerin bir bölümü o dönemde türetilmiş sözcüklerdir. Bu sözcük türetme çalışmalarına Atatürk de katılmış, hatta türetilen matematik terimlerini beğenmediğinden kendi yeni terimler üretmiştir. Matematikle ilgili üçgen, çokgen, türev gibi birçok terimi bizzat Atatürk kendi bulmuştur.

Haberin Devamı

Dildeki yabancı kökenli bazı sözcükleri temizlemek yerine, bu sözcüklerin Türkçe olduğunu ispat etmek ise daha kolay bir yoldu. Tarih tezine göre, toplumlar uygarlığı Türk topluluklarından öğrendiklerine göre, ilk kullanılan dil de Türkçe olmalıydı. Bunu destekleyen bir de kuram gerekmekteydi. İşte bu noktada Avusturyalı bir bilginin, Dr.Kvirgiç’in Güneş – Dil kuramı imdada yetişti ve Türkçenin kökenine uygulandı.

Güneş Dil teorisine göre, ilk insanlar için en üstün nesne güneştir ve dilin oluşmasında en önemli unsur güneştir. Güneş ve güneşe ait sıfatlar ilk ana kökleri oluşturmuşlardır. Dilin oluşması güneş için kullanılan sesin gelişmesinden ve çeşitli anlamlar içeren eklentilerden oluşur.

Bu teoriye göre, güneşi belirtmek için ilk kullanılan fonem “a” dır. Uzatmayı verebilmek için bu “ağ” şeklinde belirtilir. Bu ana köktür. Kelimeler Güneş Dil Teorisine göre analiz edilirken, kök manayı taşıyan ana kökü bulmak gerekmektedir. Bu bir sesli ve bir sessizden oluşan bir fonemdir. Sekiz sesli, yirmi bir sessiz olduğuna göre 168 fonem elde ederiz. Bunlardan 8 tanesi ana kök (sesli+ğ) olduğuna göre 160 fonem kalır ki bunlar da prensipal kök olarak adlandırılır.

Haberin Devamı

Güneş Dil teorisinin karmaşık labirentlerine girmeden, bu teoriye göre Proto-Türkçe denilen “ilk” dilin bu ana kökler ve türevleri ile eklemeli bir dil olduğunu ve kelimelerin bunların eklenmesiyle oluştuğunu söyleyelim.

Bu teori Atatürk’ün de katılması ile heyecan yaratmış, birçok dilbilimci bunu benimsemiştir. Üçüncü Türk Dil Kurultayı konu olarak Güneş-Dil Teorisi’ni ele alır. Oradaki bir konuşmadan bir pasaj o günlerin heyecanını yansıtabilir:

“Böylece kanaat ediyoruz ki: Güneş Dil Teorisi; nasıl ölü dillerin en eskisi olan Sümerce ile Türk dillerinin en müstakil ve en uzakta kalmış olan Yakutçayı, Garbın morfolojisi en çok değişen dillerine bağlayabiliyorsa öylece de; bazı mülâhazalar dolayısıyle dar ve verimsiz kalmış olan lengüistik kaidelerin üstüne çıkarak dil tetkik ilmini hakikî ve aydın mecrasına sokabilecektir. Ve yine Güneş Dil Teorisi’nin ışığıyle bir prototürk dili gövdelenecek ve bu dil milletler arası lengüstik tetkiklerde anadil rolünü ifa edecektir. Arzettiğim bu hamle hızını almış bulunuyor. Dava maksada ötüren yolun tam ortasını buldu. Gayeden eminiz. İrade ve imanın kaynağı olan Atatürk’ün nuru ile beslenmekte ve gün geçtikçe elanımız yenilmez bir tufan gibi coşmaktadır. “ (Hasan Reşit Tankut, Üçüncü Türk Dil Kurultayı )

Burada bir hususu belirtmekte fayda vardır. Atatürk Güneş-Dil teorisini sadece bir heves ya da zorlama olarak atmamış, buna samimi olarak inanmıştır. Bu konuda, Atatürk’e ait bir anı da bu düşünceyi kuvvetlendirmektedir :

“ 1937’de Bükreş’de toplanan antropoloji kongresinde dil konusuna da yer verildiğini haber alan Atatürk, Güneş-Dil teorisinin orada da açıklanmasını istemiş ve bu işle Hasan Reşit Tankut’u görevlendirmişti. Teorinin ilgi topladığını haber veren İbrahim Necmi Dilmen’e Ata soruyor:

- «Bu teorinin benim olduğunu söylemişler mi?»

Dilmen’in :

- «Teorinin serbestçe tartışılmasından belki sakınılır düşüncesiyle adınız verilmemiş olacak»

yolunda verdiği karşılık üzerine Atatürk

- «Doğru»

diyor. “ (Mehmet Ali Ağakay, Atatürk’ten 20 Anı)

Dil Tarih Coğrafya Fakültesi de, Türk Tarih Kurumu ve Türk dil Kurumu gibi dil ve tarih tezlerine hizmet etmek için 1936 yılında kurulmuş ve burada bu tezlerin öğretimine başlanmıştır. Bu tezlere bağlı olarak İstanbul Üniversitesinde olmayan Hititoloji, Sümeroloji gibi bölümler de açılmıştır. Fakülte açıldığı gün ilk dersi veren Afet İnan da amacı ortaya koymuştur:

“ Dünyada yüksek kültürün ilk beşiği Türk ana yurtları ve o kültürü kuran ve bütün dünyaya yayan da Türklerdir. “

Tabii aynı Afet İnan, Atatürk’ün ölümünden sonra, farklı şeyler söyleyecektir.

Atatürk’ün tarih ve dil tezleri daha Atatürk zamanında zorlamalarla doldurulmuştu. Ancak Atatürk’ün ölümünden sonra da gereği gibi tartışılamadan çok erken terk edilmiştir.

Zorlama yapılan dil sadeleşmesi çalışmaları ise, yüzlerce yıllık bir kültürü taşıyan dilin fakirleşmesine yol açmıştır.

Atatürk’ün tarih ve dil tezleri o zamanların bilim adamlarının çalışmasından faydalanarak hazırlanmış, o dönemin bilimsel ve siyasi atmosferine uygun tezlerdir. Bugünden baktığımızda tabii ki yanlış yönleri vardır ancak doğru yönleri de zaman içinde ortaya çıkmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin bu tezlerden bağımsız değerlendirilmesi ise çok büyük eksikliklere yol açacaktır.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder