Dünyanın ilk kadın deri profesörü Bayramoğlu, antik çağlardan bu yana bilginin korunması, seyahat ve müzik gibi alanlarda kullanılan derinin, medeniyetin gelişmesinde çok önemli bir yeri olduğunu söyledi.
Bilimin, kültürel mirasla buluştuğu nadir alanlardan biri deri mühendisliği... Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Deri Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Elif Eser Eke Bayramoğlu, bu alanda hem akademik çalışmaları hem de geleneksel zanaatlara sahip çıkan yaklaşımıyla öne çıkıyor. Deri üretiminde çevre dostu yöntemleri, doğal boyaların kullanımını ve atıkların yeniden değerlendirilmesini araştıran Bayramoğlu, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ‘Somut Olmayan Kültürel Miras Taşıyıcısı’ unvanına layık görüldü.
Onun hikayesi yalnızca laboratuvarlarda yürütülen deneylerden ibaret değil; geçmişten bugüne uzanan deri işleme sanatının yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılması için de güçlü bir çaba içeriyor. Prof. Dr. Bayramoğlu, akademik yolculuğunu, deri mühendisliğinde sürdürülebilirlik arayışlarını, kültürel mirasla bağını ve kadın bilim insanı olarak dünyada bir ilke imza atışını anlatıyor.

TESADÜFLER YOLUMU ÇİZDİ
Deri mühendisliği çok bilinmiyor. Bilinçli bir seçim miydi sizin için?
Aslında bu alana yönelmemde tesadüflerin rolü büyük oldu. Kardeşimin yakın bir arkadaşının bu bölümde öğrenim görmesi ve olumlu tavsiyeleri, tercihlerimi şekillendirmemde belirleyici oldu ve bu sayede o dönemde bölümümüzü listeme ekledim.
‘Dünyanın ilk kadın deri profesörü’ unvanını almak nasıl bir duygu?
Çocukluğumdan itibaren yüksek bir sorumluluk bilinciyle yetiştirildim. Bu bilinç, her zaman yaptığım işin en iyisini yapma azmiyle birleşti. ‘Dünyanın ilk kadın deri profesörü’ unvanı, sadece bir onur değil; aynı zamanda büyük bir sorumluluk demek. Kendi alanımda öncü olmak ve gençlere ilham verebilmek için elimden gelenin en iyisini yapıyorum.
Deri mühendisi tam olarak ne yapar? Nasıl bir alan?
Deri mühendisleri, endüstriyel anlamda ihtiyaç duyulan derinin doğru ve esaslara uygun şekilde işlenerek uygulamaya açık hale getirilmesini sağlar.
MARKA DEĞERİNİ ARTIRMALIYIZ
Deri mühendisliği ve kültürel mirasın geleceği konusunda neler öngörüyorsunuz?
Deri Mühendisliği Bölümü oldukça özel ve stratejik bir bölüm. Ancak ne yazık ki yeterince tanıtılamamış. Aynı durum, Türkiye’nin dericilik alanındaki köklü kültürel mirası için de geçerli. Oysa Anadolu coğrafyası, tarih boyunca dericiliğin en önemli merkezlerinden biri olmuş. Bugün Türkiye’de faaliyet gösteren birçok deri fabrikası, dünya standartlarında üretim yapmakta. Ancak bu yüksek kaliteye rağmen, uluslararası marka yaratmakta zorlanıyoruz. Marka değerimizi artırabilirsek, bu alan sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültürel olarak da ülkemize büyük katkılar sağlayacak.
Çalışmak istediğiniz yeni projeler var mı?
TÜBİTAK destekli bir proje yürütüyoruz. Bu projenin sanayiye entegre edilmesini çok arzu ediyorum; zira hem Türk çiftçisinin uzun süredir yaşadığı bir soruna çözüm sunabilecek hem de deri sektörünün temel problemlerine yönelik yenilikçi bir katkı sağlayabilecek.

BABAM HER ZAMAN DESTEKÇİM OLDU
Erkek egemen bir alanda kadın akademisyen olarak yol almak nasıldı?
Üniversitelerde kadro temini, akademik hayatın en temel ve yaygın sorunlarından biri. Ben de kariyerim boyunca, özellikle akademik yükselme süreçlerinde çeşitli zorluklarla karşılaştım. Erkek egemen bir alanda varlık göstermek, özellikle de akademik kariyerin ilk yıllarında oldukça zorlu bir süreçti. Zaman zaman bilinçli olarak çıkarılan engellerle karşılaştım. Ancak tüm bu zorluklara rağmen kararlılıkla yoluma devam ettim. Bu sürecç belki bir gün bir kitaba da dönüşebilir.
Mesleği seçerken çevrenizde şaşıranlar oldu mu? Nasıl tepkiler aldınız?
Okula ilk gittiğimizde aklımda kalan şöyle bir konuşma olmuştu arkadaşlarımızla; onların babaları dericiliği seçtiği için çok kötü şeyler söylemişlerdi. Halbuki babam beni her zaman desteklemişti. Yani ilk günde benimle gelmişti ve dericiliğin çok iyi bir meslek olduğunu söylemişti.
Geleneksel yöntemlerle bilimi buluşturmak sizce gelecekte nasıl bir perspektif sunuyor?
Sadece geçmişle bağ kurmak değil; aynı zamanda geleceğe ışık tutmak anlamına geliyor. Bu alanda öğrencilerimle yürüttüğümüz projeler, dericiliğin kültürel miras olarak yaşatılması ve yenilikçi yaklaşımlarla geliştirilmesi açısından büyük önem taşıyor. Türkiye’de deri mühendisliği eğitimi yalnızca Ege Üniversitesi’nde verilmekte ve bildiğim kadarıyla bu bölüm, dünya genelinde deri alanında dört yıllık lisans eğitimi sunan tek akademik kurum. Bu da bizi eşsiz bir konuma yerleştiriyor. Dericilik, sadece bir meslek değil; aynı zamanda bir ata mirası ve bu mirası bilimle harmanlayarak geleceğe taşımak en büyük sorumluluğumuz.
İNSANLIK TARİHİNE YÖN VEREN MALZEME
Deri tarih boyunca insan yaşamında çok önemli bir materyal olmuş… Derinin kültürel mirasta ayrı bir yeri vardır sanırım…
Medeniyet kurmuş toplumlara baktığımızda, neredeyse tamamının deri işlemeyi bildiğini ve farklı amaçlarla kullandığını görmekteyiz. Atlarda kullanılan koşum takımları ve eyerler, insanların uzak mesafelere seyahat etmesini, seferler düzenlemesini mümkün kılmış. Deriden yapılan mataralar sayesinde su taşınabilmiş, bu da göçebe yaşamı kolaylaştırmış. Bilginin korunmasında ise parşömenler büyük önem taşımış; Kur’an-ı Kerim, Tevrat ve İncil gibi kutsal metinler dahil olmak üzere birçok tarihi yazıt, deriden üretilen parşömenlere yazılarak günümüze kadar ulaşabilmiştir. Ayrıca deri, müzik kültürünün de temel malzemelerinden biri olmuş. Davul yapımında kullanılmış; kimi zaman sevinç, kimi zaman hüzün bu enstrümanlar aracılığıyla ifade edilmiş.
Parşömen ve deri işleme yöntemleri üzerine yaptığınız çalışmaları anlatır mısınız?
Çalışmalarımızda, geleneksel deri işleme tekniklerini modern teknolojilerle birleştirerek hem dayanıklılığı artırmayı hem de estetik açıdan yeni formlar ortaya koymayı hedefliyoruz. Özellikle doğal yöntemlerle işlenen derinin uzun ömürlü ve sürdürülebilir olması, bu alanı daha da değerli kılıyor. Aynı zamanda ses ve tını özelliklerinin geliştirilmesine yönelik araştırmalar da yürütüyoruz. Bu sayede deri, müzik, sanat ve kültürel miras alanlarında da yeniden yorumlanıyor.

‘HIDIRELLEZ PROFESÖRÜYÜM’
Akademi dışında farklı hobileriniz var mı?
Bir öğrencimin KOSGEB desteğiyle kurduğu kozmetik firmasına uzun yıllar resmi danışmanlık yaptım. Bu süreçte, sağlık bakanlığı onaylı yüzde 100 organik olarak geliştirdiğim Dreser 35 ve Dreser 42 adlı cilt bakım ürünlerini piyasaya sunduk. Ne yazık ki öğrencimin yurt dışına gitmesiyle firma kapandı. Aynı zamanda ziraat mühendisi kimliğimle çiftçi kayıt sistemine kayıtlıyım. Küçük bir zeytinlik ve bahçem var; burada organik tarım yaparak kendi çapımda şifalı yağlar üretiyorum. Ayrıca, hobi amaçlı ‘Deri El Sanatları ve Tasarımı’ adlı sosyal medya grubu kurdum; yaklaşık 20 bin üyeye ulaştık. ‘Dreserle Doğal Yaşam’ isimli yeni bir kanal açarak, doğal yaşam ve ağaç yetiştirme ile ilgilli paylaşımlar yapıyorum.
İlham aldığınız kişiler veya hayatınızı etkileyen dönüm noktaları var mı?
En büyük ilham kaynağım Mustafa Kemal Atatürk. Dünyanın ilk kadın deri profesörü olmam, Cumhuriyet’in kadın-erkek eşitliği konusundaki önemli kazanımlarının da bir yansıması. Üniversitedeki ilk günümde, babam Ruhi Eke, dericilikle ilgili bana Hızır Aleyhisselam’a dair ilham verici bir hikaye anlatmıştı. Annem Ayşe Eke de her Hıdırellez’de çiçeklerin altına dilekler yazardı. Benim büyük bir dileğim gerçekleşti ama ne yazık ki annem profesör olduğumu göremeden aramızdan ayrıldı. İlahi bir tesadüf ki profesörlüğe atandığım tarih 5 Mayıs yani Hıdırellez’di. Belki de ben; sadece dünyanın ilk kadın deri profesörü değil, aynı zamanda ‘Hıdırellez Profesörü’yüm.
ARAŞTIRMAKTAN ASLA VAZGEÇMEYİN
Sizin yolunuzdan gitmek isteyen genç kadınlara ne önerirsiniz?
Çok çalışmaktan, araştırmaktan ve kendilerine inanmaktan asla vazgeçmesinler. Hem yurt içinde hem yurt dışında bu mesleğe gönül veren ve bu yolda ilerlemek isteyen kadın öğrencilerimin olması bana umut veriyor, yaptığım işe olan inancımı daha da güçlendiriyor.

