Çocukken başkalarının dağınıklıklarıyla ilgilenmezsin. Oyuncaklarını toplarsın, ama biri dökerse, “ben dökmedim ki” deyip köşene çekilirsin. O sorumluluğun sana ait olmadığını bilirsin çünkü. Ama büyüyünce, bir bakmışsın… başkalarının bıraktığı her şeyi toparlayan kişi olmuşsun.
Ne zaman başladım buna? Açıkçası tam tarih veremem ama hissettiğim şey şu: Hayat beni hep “idare eden”, “hallederiz” diyen, “boşver, ben çözerim” noktasına itti. Başkasının sessizliğiyle, kırgınlığıyla, unutkanlığıyla ben uğraştım. Birinin annesine doğum günü mesajı yazmayı hatırladım, bir başkasının hayal kırıklığını omuzladım. Sanki içimde görünmez bir çöp poşetiyle dolaşıyormuşum gibi; kim atarsa atsın, ben alıp taşıdım.
İşin tuhafı, bunu yaparken kimse “yeter” demedi bana. Hatta çoğu kişi “iyi ki varsın” dedi, ama arkasını dönüp gitti. İyi ki vardım çünkü hep toparlıyordum. Ama ben? Ben hiç dağılma hakkı bulamadım kendimde. O kadar çok düzen sağladım ki, kendi karmaşamı yaşamaya bile fırsatım olmadı.
Peki, bu bir meziyet mi? Belki. Ama her meziyetin bedeli var. Çünkü her şeyi toparlayan kişi, en çok yorulan kişidir aslında. Omzunda kimsenin görmediği yükler taşır. Herkesin “halleder” dediği kişidir ama kendi duygularını halletmeye sıra gelmez.
Artık farkındayım. Her şeyi toparlamak, güçlü olmak değildir her zaman. Bazen “bırak dağınık kalsın” diyebilmek, kendine merhamet göstermektir. Çünkü kimse seni dağılmışken sevmiyorsa, toparlaman da bir işe yaramaz.
Bu yazıyı okuyorsan ve “evet, bu benim” diyorsan… sana bir sır vereyim: Bazen hiçbir şeyi toparlama. Sessiz kal, bekle. Belki biri de gelir, seni toplar. Ya da birlikte dağılır, birlikte gülersiniz.
Hayat her zaman düzenli olmak zorunda değil. Ve sen, dağınıkken de güzelsin.