Gözde Hatunoğlu 25 yılın kültür sanat karnesi pek iyiydi!
HABERİ PAYLAŞ

25 yılın kültür sanat karnesi pek iyiydi!

Türkiye’nin son 25 yılı politik, sosyolojik ve kültürel anlamda büyük değişimlerin yaşandığı bir çeyrek asır oldu. 90’lı yılların sonundan itibaren hem ulusal hem uluslararası anlamda birçok başarıya imza atıldı. Sinemada, müzikte, edebiyatta birçok ilk yaşandı.

Türkiye, Nobel’den tutun da Altın Palmiye’ye kadar sayısız başarı yakaladı. Çok izlenen filmler, çok okunan kitaplar, fenomene dönüşen diziler girdi hayatımıza. Gelin POSTA Gazetesi’nin 25 yıllık ömründe ülkenin en çok dikkat çeken, öne çıkan, konuşulan kültür-sanat olaylarını birlikte hatırlayalım.

Haberin Devamı

25 yılın kültür sanat karnesi pek iyiydi

İstanbul bize Pamuk'u Pamuk da Nobel'i hediye etti

İsveç Kraliyet Akademisi 2006 Nobel Edebiyat Ödülü'nün Orhan Pamuk’a verildiğini açıklarken yazar için şu ifadeleri kullanıyordu: "Kenti İstanbul'un melankolik ruhunu araştırma yolunda, kültürlerin çatışmaları ve birbirleriyle iç içe geçmesinde yeni semboller buluyor. Pamuk, büyüdüğü ortamda klasik Osmanlı ailesinden batı tarzı bir yaşama doğru bir değişim yaşadığını anlatıyor. Bunu daha ilk kitabında yazdı.” Türkçeye çok değerli eserler kazandıran Orhan Pamuk, ülkemiz için 21. yüzyılın en önemli birkaç yazarından biri. Kazandığı uluslararası başarı ve ödüller bir yana okur tarafından da ne çok sahiplenildiği yazdığı her kitabın olağanüstü satış rakamlarına ulaşmasıyla da tescilli. Pamuk, Türk romanı denildiğinde akla gelen ilk isim ve edebiyatımızın son 25 yılına damga vurmuş en önemli yazar.

25 yılın kültür sanat karnesi pek iyiydi

Tarihin sıfır noktası: Göbeklitepe

Urfa’da tam 25 yıldır devam eden arkeolojik çalışmalar insanlık tarihi hakkında bildiklerimizi sorgulatacak, yazılı tarih bilgilerimizi kökten değiştirecek ve dinler hakkında bildiklerimizi yeniden öğrenmemizi sağlayacak muazzam bir keşif sundu bize: Göbeklitepe! Üstelik milattan önce 10 bin yılından beri var olduğu anlaşılan ve tarihin en eski ve en büyük ibadet merkezi olan Göbeklitepe İngiltere'de bulunan Stonehenge'den 7 bin, Mısır piramitlerinden ise 7 bin 500 yıl daha eski. Türkiye’nin kültür turizminin şüphesiz en önemli parçası haline gelen bu inanılmaz yer aynı zamanda en önemli kültür bitkisi olan ve yüzlerce genetik varyasyonu bulunan buğdayın atasının, eteklerinde ilk olarak yetiştiği bir medeniyet beşiği. Kazıların halen devam ettiği Göbeklitepe’nin insanlığa sunacağı daha birçok gizem bulunuyor şüphesiz. O çok uzun yıllar önce yaşayan insanların, henüz ilkel çağlarda olmalarına rağmen, sanılandan çok daha gelişmiş bir yaşam tarzı olduğunu ortaya koydu Göbeklitepe. Böylece insanlık tarihinin ve medeniyetin sıfır noktası yeniden belirlenmiş oldu. Gitmeli, görmeli, olmuyorsa okumalı ve elbette anlatmalı henüz bilmeyenlere…

Haberin Devamı

Recep İvedik bir sosyolojik fenomen

Şahan Gökbakar’la 90’lı yılların sonuna doğru TV ekranlarında tanışmış, yazdığı ve canlandırdığı tiplemelere o zamandan gülmeye başlamıştık. 2008'de Gökbakar TV skeçlerindeki karakteri beyaz perdeye taşımaya karar verdiğinde neyle karşılaşacağımız hiçbirimiz tahmin edememiştik. ‘Recep İvedik’ adındaki kaba saba, küfürlü konuşan, acımasız ve dahi vicdansız, izansız, langur lungur bu karakter tam altı film doğurdu yıllar içinde. Eleştirmenler tüm filmleri yerden yere vurdu, İvedik’i kültürel yozlaşmanın çarpıcı temsili olarak gördü. Ailelere çocuklarına bu filmleri izletmemeleri için uyarılar yapıldı; olay büyüdükçe sosyolojik bir vakaya dönüştü. Karakterin yaratıcısı ve filmlerin başrolü Şahan Gökbakar eleştirileri reddetti; işine ve hasılatına baktı. Ve nasıl olduysa İvedik serisi, Türkiye sinemasının son 20 yılının en çok izleyici toplayan (2008 yılından bugüne toplam 26 milyon izleyici ve 250 milyon lira hasılat) ama bir yandan da en çok nefret edilen halkası olmayı başardı. Devamı gelecek mi bilinmez ama bu fenomen okullarda ders olacak ayarı çoktan buldu da geçti, orası kesin.

Haberin Devamı

25 yılın kültür sanat karnesi pek iyiydi

Bu kalp seni unutur mu Eurovision?

Sertab Erener'in unutulmaz zaferi

“Eurovision Şarkı Yarışması’nı bizden başka ciddiye alan yok canım!” Bu cümleyi ne çok duyduk yıllar boyunca. Her yıl, “Ay bu sene kim katılacak acaba? Türkçe mi olmalı şarkının sözleri yoksa İngilizce olursa daha mı çok beğenilir? Bu Avrupa ülkeleri de hep kendi komşularına çok puan veriyorlar! Bu yarışmanın sonuçları hep politik şekerim…” gibi bitmeyen yorumlar yaptık. Hem yererek hem de özenerek, büyük heyecanla beklediğimiz Eurovision’da ilk ve tek zaferimiz 24 Mayıs 2003’te geldi. Sertab Erener’in seslendirdiği, sahnede müthiş bir şovla sunulan “Everyway That I Can” şarkısıyla Türkiye kazandığında nasıl yer yerinden oynamıştı hatırlıyor musunuz? Üzerinden 17 yıl geçmiş olsa da şarkının melodisini duyunca içimiz hâlâ nasıl kıpır kıpır oluyor, hatta bazılarımız internetten açıp tekrar izliyor o gece yaşanan anları. Aradan yıllar geçti, biz artık Eurovision’a katılmayı bıraktık, yarışma gözümüzden düştü ama ne o günleri ne şarkının oynak ritimlerini ne de büyük zaferimizi unutmadık.

'Dünyanın kültür başkenti' İstanbul

1985 yılında, dönemin Yunanistan Maliye Bakanı Melina Mercouri ve Fransa Kültür Bakanı Jack Lang'in girişimiyle başlayan Avrupa Kültür Başkenti Programı, 2010 yılında ilk kez Avrupa Birliği üyesi olmayan bir ülkeden seçim yaparak “Osmanlı’dan günümüze, tarihle estetiğin buluştuğu, orantısız göçe ve buna bağlı olarak çarpık şehirleşmeye karşın, çekiciliğinden bir şey kaybetmeyen şehir” sözleriyle İstanbul’u Avrupa’nın kültür başkenti seçti. Görenin unutamadığı, güzelliğini anlata anlata bitiremediği, her yıl milyonlarca turisti bağrına basan İstanbulumuz seni hâlâ çok seviyoruz ve bir gün değerini daha iyi kavrayıp güçlükle de olsa nefes alan tarihini, kültürünü, mirasını ve bize kattığın daha nice güzelliğini daha iyi korumaya söz veriyoruz.

25 yılın kültür sanat karnesi pek iyiydi

Nuri Bilge Ceylan'ın 'Yalnız ve güzel ülkesi'

Nuri Bilge Ceylan, 2003 yılında ‘Uzak’ filmiyle Cannes Film Festivali’nde Büyük Jüri Ödülü’nü aldığında, ismi “NCB” olarak kısaltıldığında kimse tarafından şak! diye anlaşılmayan Ceylan için belki de o günlerde tek seferlik, tesadüfi bir başarı kazandı diye düşünenler olmuştur. NBC, bu kez 2008’de, 61. Cannes Film Festivali’nde, ‘Üç Maymun’ isimli filmle En İyi Yönetmen Ödülü'nü kazandı ve ödül törenindeki konuşmasında “Bu ödülü birisine ithaf etmek istiyorum, yalnız ve güzel ülkem Türkiye'ye..." diyerek hafızalarımıza hiç silinmeyecek bir şekilde kazındı. NBC’miz 2011’de ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’ ile Jüri Büyük Ödülü’nü, 2014’te ise ‘Kış Uykusu’ ile en büyük ödül olan Altın Palmiye’yi kazanarak Cannes’ın gediklisi, ülkenin uluslararası arenadaki en bilindik yönetmeni ve dakikalarca ayakta alkışlanan gurur kaynağı olmayı başardı. Ancak tüm bu muazzam filmografiye ve uluslararası yetkinliğe rağmen kendi ‘güzel’ ülkesinde gişede ‘yalnız’ kalmaktan kurtulamadı.

Televizyon dizilerinin altın çağı

İkinci Bahar, Yeditepe İstanbul, Şaşı Felek Çıkmazı, Yedi Numara… Televizyon dizileri, 2010’lardan itibaren aynı Türkiye gibi kabuk değiştirdi. İnanılmaz izlenme rakamlarına ulaşıldı. Aşk-ı Memnu, Muhteşem Yüzyıl, Ezel, Yaprak Dökümü, Çemberimde Gül Oya, Kuzey Güney. Diziler hepimizi televizyon başına çaktı adeta, eleştiren de izledi, burun kıvıran da müptelası oldu. Entelinden danteline herkesin favorisi vardı, tuttuğu, nefret ettiği karakterleri, hayatını en ince detayına kadar araştırdığı oyuncuları… E bu fenomene dünya da kayıtsız kalamadı. Biz nasıl ki 80’lerde ve 90’ların başında Brezilya’dan ithal dizileri izlediysek 2010’lardan itibaren de Türkiye yapımı dizileri dünya ülkelerine satmaya başladık. Arap ülkelerinden tutun da İskandinavya’ya kadar izlendiler. Oyuncular için yurt dışında hayran sayfaları açıldı; onları biz bile eleştiremez olduk o hayranlardan korkumuza. E yeni çağın oyalamaca üstatları boş durur mu; hemen cevheri gördüler: Son iki yıldır hızla Netflix üzerinden dünyanın geri kalanına da ulaştık. Önce Hakan muhafız, sonra Atiye geldi. Hatta yarı kurgu yarı belgesel bir Fatih Sultan Mehmet dizisi bile izledik Netflix’te.

Bekleyin Eşkıyalar geliyorum!

“Korkma, sadece toprağa gideceksin, sonra toprak olacaksın, sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin, oradan özüne ulaşacaksın, çiçeğin özüne bir arı konacak, belki... Belki o arı ben olacağım…” Tarlabaşı’ndaki izbe bir otelin çatısında sarf edilen bu sözler nasıl da ciğerimizi dağlamıştı, nasıl ağlamıştık Şener Şen’i izlerken, Uğur Yücel’i nasıl bağrımıza basasımız gelmişti ama! Takvimler 1996’yı gösterdiğinde eskinin ‘Yeşilçam’ı, yeninin Türk sineması üzerindeki ölü toprağını Yavuz Turgul’un ‘Eşkıya’sıyla atmıştı. Eşkıya filmi, Türk Sineması’nın uzun süren duraklama devrini bitirmiş ve 1989’dan 2001'e kadar gişe hasılat rekorunu (2 milyon 568 bin 339 kişi ile) kıran tek film olmuştu. Ömrünü hapiste geçiren ve intikam peşinde İstanbul’a gelen eski eşkıya ile Beyoğlu’nun bıçkın ama saf delikanlısını buluştururken sanki inceden Yaşar Kemal’e ve İnce Memed’e göz kırpan Eşkıya, Erkan Oğur’un ciğer söken melodileriyle, o güne kadar eşine az rastlanan kalitedeki popüler sinema öğeleriyle, ezbere bildiğimiz replikleriyle sinemamızın en büyük efsanelerinden biri olmaya devam ediyor.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder