Orta Doğu’da çatışmalar, genellikle sahada yaşanandan daha büyük bir satranç tahtasında oynanır. Son aylarda yaşadığımız gerginlikler, Gazze krizinden İran’daki suikastlara, Suriye hava sahasındaki görünmeyen savaşlara kadar bu satranç taşlarının hareket hâlinde olduğunu gösteriyor. Ama bütün bunların temelinde çok daha tehlikeli bir yarış var: İran ile İsrail arasındaki rekabet ve ezeli düşmanlık. İki ülke arasındaki şiddetli çatışmalar devam ediyor.
İsrail Başbakanı Netahyahu dün yaptığı açıklamada İran’ın başkenti Tahran üzerinde hava sahası üstünlüğü kurduklarını iddia ederek Tahranlıları şehri boşaltmaya çağırmıştı. İran ise özellikle gece saatlerinde İsrail’in en önemli üç şehri; Tel Aviv’i, Kudüs ve Hayfa’yı yoğun balistik füze saldırılarıyla sarsıyor. İran, 1979 Devrimi’nden sonra yıllardır süren ambargolar nedeniyle kendine özgü bir askerî mimari kurmak zorunda kaldı.
Modern savaş uçaklarını tedarik edemediği için ağırlığı balistik füzelere, SİHA’lara ve vekil güçlere verdi. Hava kuvvetleri hâlâ F-14 Tomcat ve F-4 Phantom gibi 70’li yıllardan kalma Amerikan uçaklarına dayanıyor. Ancak bu zayıflığı, Shahab-3, Sejjil ve Kheibar gibi orta menzilli balistik füzelerle telafi etmeye çalıştı. İran bugün 2 bin kilometreye kadar menzile sahip çok sayıda füzeye ve bölgedeki en yaygın kamikaze drone envanterine sahip ülke konumunda. İran’ın görece üstün olduğu tek alan da bu balistik füzeler.
İRAN F-35’LERİ GÖREMİYOR
İsrail ise bu tabloya bambaşka bir yerden bakıyor. Amerika’nın en gelişmiş savaş uçağı olan F-35I ‘Adir’ platformunu kullanan ve bunu özelleştiren tek bölge ülkesi. Hava üstünlüğü, istihbarat yeteneği ve hassas vuruş kabiliyeti ile öne çıkıyor. Füze savunmasında ise Iron Dome’dan Arrow-3 sistemine kadar çok katmanlı bir kalkan kurmuş durumda. Yani İran’ın füzesi varsa, İsrail’in de klasik kalkandan çok daha fazlası var. Gerçi İran son iki gündür İsrail’in bu çok övündüğü kalkanı delmenin yolunu, elektronik karıştırıcılarla bulduğunu iddia ediyor. İran, konvansiyonel savaşta İsrail’le baş edemeyeceğini biliyor. Bu yüzden Suriye’deki milislerden Yemen’deki Husilere kadar geniş bir vekil ağı kurdu. Lübnan’daki Hizbullah’ın elinde İsrail kaynaklarına göre 150 bini aşkın roket var. Ancak İsrail, son dönemde ‘çağrı cihazı patlatma operasyonları’ ve Hasan Nasrallah’ın suikast sonucu öldürülmesiyle belli oranda Hizbullah’ın elini kolunu bağladı.
Her iki ülke de savaş alanını artık gökyüzüyle sınırlı görmüyor. İran’ın son dönemdeki uydu fırlatma çalışmaları, askerî amaçlar taşıyan bir uzay programının sinyalini veriyor. İsrail ise zaten uzun süredir uydu destekli hava harekâtı ve siber operasyonlar konusunda bölgedeki öncü aktör.
Her yıl yüzlerce siber saldırı İran’ın nükleer altyapısını hedef alıyor ama bu savaş çoğu zaman kimsenin haberi olmadan yaşanıyor. İsrail, resmî olarak bir nükleer güç olduğunu açıklamasa da menzili 6 bin kilometreye kadar ulaşan ‘Jericho III’ tipi balistik füzeleri ve denizaltından atılabilen ikinci vuruş kapasitesiyle caydırıcılığını maksimum seviyede tutuyor. İran’ın nükleer programı ise yıllardır uluslararası toplumun gözetiminde ama askerî niyet taşıdığına dair kuşkular güçlü.
An itibarıyla gelinen durumu özetlemek gerekirse; İsrail’in teknoloji, istihbarat ve vurucu güç açısından bariz bir üstünlüğü var. Ancak İran’ın elindeki yüksek sayıda füze, drone ve vekil aktörler onu asimetrik tehditler açısından ciddi bir oyuncu hâline getiriyor. Bu nedenle bölgede tek bir füze, bazen yüz uçaktan daha fazla etki yaratabiliyor.