İnci Tulpar Yıl bitmeden yapılacak 10 şey
HABERİ PAYLAŞ

Yıl bitmeden yapılacak 10 şey

Haberin Devamı

Malum her yıl bitişi ‘liste yapma’ fırsatıdır dünya medyası için; yılın en iyi filmleri/kitapları/şarkıları/ kıyafetleri/dizileri vs şeklinde bitmez listeler yer alır basında. Bir de moda olan kitaplar var; ‘Ölmeden önce yapılması/ görülmesi/okunması gereken 10/100/1000 aktivite/kitap/ film’ diye uzayıp gidiyor bu yayınların listesi...

İşte ben, bu iki moda yaklaşımı birleştirip kendim için ‘2011 bitmeden önce yapılması gereken 10 şey’ listesi hazırladım (ara not: ‘ŞEY’ sözcüğüne alternatif bulamamak yüzünden Türkçe ile uzayıp giden bir alıp/ veremediğim var! Kayıtlara geçmesini rica ederim!). Oldukça alçakgönüllü ve hedefe ulaşılması ‘elde’ olan yapılacaklar listem şöyle;

1-Elbette en az 3 kilo verilecek!
2-Başucumda bekleyen 6 kitap okunacak (ilk sırada Derviş Şentekin’in ‘Beş Parasızdım Ve Kadın Çok Güzeldi’).
3-Son kalanlardan en az 5 değişik çeşit yaprak, defterin arasına tarih düşülerek atılacak.
4-‘Yılbaşında ne yapılacak?’ sorusu son güne kadar akla takılmayacak, bu konuda katiyetle yazı yazılmayacak!
5-‘Dedemin İnsanları’ filmini izlemek için zaman yaratılacak.
6-Pera Müzesi’ndeki ‘Osman Bey ve Amerikalılar’ sergisi ziyaret edilecek.
7-Cam önü saksılarına (menekşe/renkli papatya ve bilumum) hayatı tencerede sona erecek mutfak otları dikilecek.
8-İstiklâl Caddesi’ne sürpriz bir ziyaret düzelenecek ve sıcak kestane kebap yenilerek sevaba girilecek.
9-Evdeki çocuk kitapları elden geçirilerek ‘saklanması elzem olanlar’ dışındakiler en yakın Beykoz köy okuluna bağışlanacak.
10-Çocuklarımdan biten yıl ile ilgili duygu ve düşüncelerini yazmaları istenerek, doğduklarından beri onlar için yapageldiğim ‘Bir zamanlar çocuktum’ portfolyosuna eklenecek.

AH ELİZA, SEN BURALARI BİLMEZSİN!

55 yıl önce, 1956’da Ayasofya restorasyon geçirirken, asker eşi olan Amerikalı Eliza B. Chrystie, Ayasofya’yı ziyarete gelmiş. Biz misafirperver (!) bir millet olduğumuz için de restorasyonda çalışan işçiler, Eliza’ya eşsiz güzellikteki mozaiklere ait, üzeri altın varak kaplama cam ve renkli taşlardan (tessera) 11 tane vermiş! En azından Eliza Chrystie böyle anlatıyor olayı. Chrystie bunları çantasına koyup evine götürmüş. 1500 yıllık mozaik parçalarını evinin bir köşesinde yıllarca özenle saklamış ve tüm misafirlerine göstermiş!

56 yıl sonra iyice yaşlanan Eliza, bu eserlerin onda olmasından rahatsızlık duymaya başlayıp kâbuslar görmüş. Vicdan azabıyla yaşamaya başlayan Chrystie eserleri vatanına iade etmeye karar vermiş. Gizlice gelip kuyumcu Adil Birsen vasıtası ile eserlerin Ayasofya’ya teslimini gerçekleştirmiş. 55 yıl sonra da olsa, güzel bir davranış. Asil, vicdan sahibi, sorumluluk sahibi insanmış Eliza! Peki, bu hikâye bize yakın geçmişteki hangi benzer olayları anımsatıyor?

*Restorasyonda çalışan işçilerin Haydarpaşa’yı yakması,
*Selçuklu Sultanı 1. Alaaddin Keykubat’ın annesi Ümmühan Hatun tarafından 1207’de yaptırılan Seyyid Battal Gazi Külliyesi’ne Amerikan tarzı hazır mutfak takılması,
*Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü’nün, 3. Selim’in tahtını yağmur altında kendi lojmanına taşıtması ve daha niceleri! İşçilerin gönlünden kopmuş, Eliza’ya 1500 yıllık mozaiklerden 11 tanesini hediye edivermiş, çok mu?!

Sinemaya saygı duruşu!

Gösterimde olan bir filmden bahsedeceğiz bugün. Martin Scorsese’nin ilk 3 boyutlu filmi ‘Hugo’dan... Aslında entelektüel sinema seyircisi 3 boyutlu kavramına mesafeli yaklaşır! Biraz ‘gişeye oynamak’ olarak görürüz 3 boyutlu filmleri. Zaten seyrederken kullanılan gözlüklerle de çok iç açıcı bir sinema deneyimi sağlamaz insan! ‘Hugo’ ise 3 boyutlu olmasına rağmen, hatta belki de 3 boyutlu olduğu için bu kadar muazzam bir film! Filmin yönetmeni Scorsese, Amerikanİtalyan bir aileden gelmektedir.

Suç, adalet, şiddet temalı filmleri ile ‘yeni sinema akımının’ öncüsü sayılan Scorsese, kulislerde de sık sık dillendirildiği gibi Amerikan Film Akademisi’nin en sevilen yönetmenlerinden biri değildir! Buna rağmen pek çok kez Oscar adaylığı alan Scorsese, ilk kez ‘Köstebek’ filmi ile Oscar almıştır. Bu kez, karşımıza tutkuyla sevdiği bir konu ile çıkıyor usta yönetmen. ‘Hugo’ bir çocuğun gözünden çekilse de aslında hem seyirci hem de sinema emekçileri açısından; sinema sanatına bir saygı duruşu, bir ‘aşkla sahip çıkış’ filmi olarak değerlendirilmeli. Filmin sahne düzenlemesi, kostümleri ve çekimleri tam bir ‘kusursuzluk’ örneği. Ünlü aktörlerden oluşan kadrosu da filmin kaymağı... 2011’in sayılı mutluluk verici olaylarından biri olarak tanımlayabileceğimiz bu filmi seyrederek yılı güzel anılarla kapatabilirsiniz!

Görmediğimiz TÜRKiYE

National Geographic Aralık 2011 sayısı bir takvim vermiş. Teması ‘Görmediğimiz Türkiye’. Editörün yazısı, 2011’i ‘acılı bir yıldı’ diye tanımlayarak başlıyor ve 2012 takvimi için; ‘biten yılın acılarını kuliste bırakarak umut dolu yepyeni bir dünya ve hiç acısız bir takvim hazırladık sizler için’ diye sonlanıyor. Bu, bir masa takvimi ve yıl boyu seyredilecek fotoğraflardan oluşuyor. Ocak ayı fotoğrafı olarak 1930’ların Darülbedayi, yani İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun oyuncu kadrosundaki kadınları görüntülemişler. Müthiş bir güzelliği var fotoğrafın...

Şubat ayı için Rumelihisarı önünden Mart 1929’da çekilen İstanbul Boğazı üzerinde yüzen buz parçacıkları fotoğrafı var. Mart, İstanbul mahallelerinden birinden 7 yoksul çocuğun fotoğrafını gösteriyor. Nisan, İtalyan deniz uçağı Brindisi’den İstanbul’da inen yolcuların, tahta iskeleden karaya çıkışlarını gösteriyor. Mayıs, cimnastik sporunun ülkemizde çekilen, muhtemel en matrak iki karesine birden ev sahipliği yapıyor. “İmamdan beden eğitimi öğretmeni olur mu?” demeden önce, fotoğrafa bir göz atın! Haziran’da, ada vapurunun güvertesinde oturanların her birinin yüzüne, kıyafetine tek tek baktım!

Ne yaşamlar, ne öyküler anlatıyor bu fotoğraf! Pek beğendim. Temmuz ise, Samsun kumsalındaki bir kamyon karpuzu havaya atıp tutan insanları taşıyor masamıza. Karpuzun kabuğunun denize düştüğü gün, o gün olsa gerek! Ağustos’ta Haliç Marinası, Eylül’de Galata’da Kurban Bayramı, Ekim’de Balık Pazarı, Kasım’da ise Üçhisar’dan gelin alayı var. Bundan tam 365 gün sonra karşılayacağımız Aralık 2012 ise, bir fotoğraf şaheseri ile eşleştirilmiş: Önünde boş küfesi, üstünde yamalı pantolonu, bir duvarın üstünde yan gelip uyuyan bir küfeci... Fotoğrafın objesi bu kadar hüzünlü iken, duygusunun bu kadar neşeli olması da fotoğrafçının mahareti! National Geographic Türkiye Aralık sayısını tükenmeden alın bence.

( 10.12.2011 tarihli Cumartesi Postası'ndan alınmıştır. )

Sıradaki haber yükleniyor...
holder