Koronavirüs salgını artık reddedemeyeceğimiz, yok sayamayacağımız ve "Aman bana bir şey olmaz" diyerek geçiştiremeyeceğimiz tatsız bir gerçek...
Hani rahmetli deprem profesörü Ahmet Mete Işıkara "Depremle yaşamaya alışmalıyız" derdi ya, koronavirüs şu anda öyle bir gerçek insanoğlu için...
Tüm dünyanın umudu olan aşılar bile sadece belirli bir zaman için bu virüse karşı kalkan olabiliyor. Kesin çözümün ne zaman üretilebileceği ise henüz bilinmiyor.
Bildiğimiz tek bir gerçek; bilimin daha önce pek çok salgında olduğu gibi bunun da üstesinden geleceği...
Ancak bilimin üstesinden gelemeyeceği sorunlar var hayatımızda... Tıpkı koronavirüs gibi tüm insanlığı tehdit eden ama üzerinde her nedense yeterince konuşulmayan iklim krizi gibi...
Bu yıl, Paris İklim Anlaşması’nın 5’inci yıldönümü... Hem imza atan hem de atmayan ülkeler açısından sorunun çözümüne dair pek bir gelişme yok ne yazık ki...
Dünya Sağlık Örgütü, Dünya Bankası, University College London, Tsinghua University gibi 35 farklı kurumdan 120 uzmanın, 40’ı aşkın göstergeyi analiz ettiği son çalışmaya göre İklim Anlaşması’nın 5’inci yılında geldiğimiz noktanın özeti şöyle:
- 2000-2018 arasındaki 18 yılda aşırı sıcaklara bağlı yaşamını kaybeden yaşlı nüfusu yüzde 54 arttı.
- 2018 yılında tüm dünyada 65 yaş üstü 296 bin kişi aşırı sıcaklar nedeniyle hayatını kaybetti.
- Türkiye, sıcak hava dalgasına bağlı 65 yaş üstü ölümlerin en fazla görüldüğü 2. bölge kategorisinde.
- Rusya, ABD ve Avrupa’nın bazı ülkeleri sıcak hava dalgasına bağlı en fazla yaşlı ölümünün görüldüğü bölgelerden.
- Çalışmaya göre anlaşmaya imza atan 101 ülkeden sadece 51’inin ulusal sağlık ve iklim değişikliği stratejisi bulunuyor.
- 101 ülkeden sadece 4’ü bu planları hayat geçirmek için yeterli finansal kaynağı ayırmış durumda.
Bu olumsuz tabloya rağmen yine de umut var... Bunun yolu da hem iklim krizi hem de koronavirüs salgınıyla birlikte mücadele etmekten geçiyor. Çünkü...
- Uzmanlar, iklim krizi ve salgınla birlikte mücadele edildiği durumda, milyonlarca insanın sağlığının iyileştirilebileceğine inanıyor.
- İki krize ortak bir yanıtın verilmesi, halk sağlığının iyileştirilmesi, sürdürülebilir bir ekonomi oluşturulmasına da olanak sağlıyor.
Hani "Her kriz fırsatları beraberinde getirir" denilir ya bu da öyle bir durum... Hükümetlerin, koronavirüsün olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak için sağladığı likiditeyi daha sağlıklı yarınların inşasında kullanmak mümkün. Yeter ki planı doğru yapalım, panikle değil akılla yol alalım. Ve bunu tüm dünya olarak hep birlikte başaralım.
Ege'ye sahip çıkmalıyız
Bu yıl 4’üncüsü düzenlenen Ege Ekonomik Forum kapsamında "Tarım ve Gıda Sistemlerinin Yeniden Tasarlanması" konulu bir çevrimiçi seminerin parçasıydım.
Açılışını Tarım ve Orman Bakanı Dr. Bekir Pakdemirli’nin yaptığı, Bloomberg HT Tarım Editörü İrfan Donat’ın gerçekleştirdiği ve dijital ortamda yayınlanan panelde, TAGEM Genel Müdürü Dr. Nevzat Birişik, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Temsici Yardımcısı Ayşegül Selışık, İzmir Köy Koop Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Neptün Soyer, Pınar Et Genel Müdürü Tunç Tuncer ile birlikte yarınlara dair konuşma imkânımız oldu.
Malum; pandemiyle birlikte yıldızı yeniden yükselen tarım, geleceğin en stratejik sektörlerinden biri... Bizim neslin eğitim hayatı sırasında öğrendiği "Türkiye kendi kendine yetebilen yedi ülkeden biridir" söylemi yeniden büyük önem kazandı. Çünkü pandemi bizlere ithalatın kalıcı bir çözüm olamayacağını gösterdi. Kendi kendine yetmeyi başarabilmenin yolu da sahip olduğumuz değerlere dört elle sarılmaktan ve onları daha da geliştirmekten geçiyor.
Bakan Pakdemirli, toplantı sırasında Ege’ye dair önemli veriler paylaştı.
Ege, tek başına ülkemizdeki tarla ürünlerinin yüzde 11’ini, sebze üretiminin yüzde 24’ünü, meyve üretiminin yüzde 26’sını, büyükbaş hayvan varlığının yüzde 20’sini, küçükbaş hayvan varlığının yüzde 15’ini, süt üretiminin yüzde 22’sini gerçekleştiriyor.
İklim krizinin tüm dünyayı ve ülkemizi tehdit ettiği bir ortamda, üretimde böylesine önemli bir rol üstlenen Ege Bölgesi’nin üzerine titrememiz ve atılacak her adımda önce doğayı gözetmemiz gerekiyor.
Bunu her ne kadar Ege penceresinden bakarak yazsam da ülkemizin her yöresi, dünyanın en uzak köşesi için bunu diliyorum.