Eylül 2021’de San Sebastian Film Festivali’nin prestijli New Directors yarışmasında açılan “İki Şafak Arasında”, ülkemizde vizyona girmeden 22 Ocak’ta MUBI’de yayınlanacak. Selman Nacar’ın sükunetini taşıyan bir ilk film.
FİLMİN NOTU: 5.5
GÖRSEL AÇIDAN DÜZGÜN BİR İŞÇİLİK VAR
10-12 uzun planda bir iş kazasının röntgenini çekmek kolay iş değildir. “İki Şafak Arasında” (2021) bu zorlu duruma soyunuyor. Açılıştaki dışarıdan görüntü ile kapanıştaki iş makinelerinin sesi arasında 24 saatlik bir zaman dilimi planlıyor. Bu sayede gerçekçiliği de kökleme olanağı buluyor kendi evreninde.
Mucahit Koçak’ın Kadir karakterinin aslında kendi orta sınıfında yaptığı bu haksızlığı affettirme sürecinde yaşananlar aşırı trajikomik. İşçinin ailesine haber verme olayı ahlaki çıkmazlarla beraber bir iç gerilim de getiriyor. Nacar’ın senaryosu iş kazasının unutulmuş anlarını inceleme altına alıyor fazlasıyla. Merkezdeki tiplemenin karakol ve hastaneyi de kapsayan kontrolden çıkma süreçlerini yazım aşamasından geçiriyor.
‘BABAMIN KANATLARI’NIN DEADPAN KOMEDİ KARDEŞİ
Bu duruma bir sükunet katmak her baba yiğidin harcı değildir. Ama ilk reji deneyimine rağmen mesafeyi film boyunca doğrudan hissediyoruz. 10-12 kaydırılan kameranın aldığı planın bize hissettirdikleri çokça gördüğümüz bir evrensel duygu aslında. O seviyeye ulaşmak da beceri isteyebiliyor bu diyarlarda.
Film riskli konusuyla ayarı kaçırılmış bir noktaya da varabilirdi. Kıvanç Sezer Yeni Türkiye’nin sosyal gerçekçi iş kazası dramı “Babamın Kanatları”nda (2016) aslında bu durumun bürokratik problemlerini İbrahim’e (Menderes Samancılar) yansıdığını görmüştür. Bejar’ın alternatif besteleri de bir alt kültür arayışını devreye sokmuştu. Görselden ziyade işitsel yapının kalıcı hali vardı.
TUDOR VLADIMIR PANDURU ‘ROMEN YENİ DALGASI’ RUHUNU CANLANDIRIYOR
Burada Romen Yeni Dalgası’ndan tanınan görüntü yönetmeni Tudor Vladimir Panduru, “Mezuniyet” (“Bacalauréat”, 2016), “Malmkrog” (2020) gibi filmlerdeki dinginliğini doğrudan taşıyor bize. İlk Türkiye deneyimi “Saf”ta (2018) yönetmenin acemiliği sebebiyle kaydığı kopyala-yapıştır minimalizm tuzağına bu kez istemeden de olsa sapmıyor.
Büyük oranda da Porumboui’nun anti-polisiye başyapıtı “Polis Sıfat”ın (“Politist, Adjectiv”, 2009) yapısını akla getiren dingin uzun planlar alma zekasını deneyimliyoruz. Oradaki bürokrasi eleştirisi buraya sıçrıyor. Özellikle Erdem Şenocak filmin oyuncu olarak yıldızı, dramatik yapıyı da ‘poker surat komedisi’ye kaydırarak doğru bir yere taşıyor. Ona Ali Seçkiner Alıcı da destek veriyor.
İş kazası denenince alışık olduğumuz trajik ve melodramatik hallerdir. Ama burada ‘dramedi’ye kayış fazlasıyla saklı mizahı işletiyor. Ülkemizde bu etki çokça var. Bir “Albüm” (2016), bir “Anons” (2018), bir “Yol Kenarı” (2017), bir “Kerr” (2021) heyecanı canlanmıyor sinemasal olarak. Ama “İki Şafak Arasında”nın Şenocak’ı yükselttiği yer, bambaşka bir tat bırakıyor damağımızda. Onun sayesinde kaliteli mizaha gülebiliyoruz.
‘İKİ GÜN VE BİR GECE’ ETKİLİ PORUMBOIU USULÜ İŞ KAZASI DRAMEDİSİ
“İki Şafak Arasında”nın aslında girişinde “İki Gün ve Bir Gece”sindeki (“Deux Jeurs, Une Nuit”, 2014) çözülemeyen bürokratik problemleri alma arzusu var. Oradan ise “Polis Sıfat”a, “Bay Lazarescu’nun Ölümü”ne (“Moartea Domnului Lãzãrescu”, 2005) atlama gerçekleşiyor. Bu durum ve hissiyat ise buradaki iş kazasının eleştirel boyutunu daha da anlamlı hale getiriyor.
Romen Yeni Dalgası izi adına düzgün bir iş izliyoruz. Ama Dardenneler etkisinin dramatik ve sonuç alan yaklaşımına uğraşmadığı, bu sapağa ilerlemediği anlarda bu durum gerçekleşiyor. Nacar’ın bu anlamda bir eksen problemi yaşayabildiğini söylemek gerekiyor. Senaryosunu yazarken çok çaba sarf etmiş.
‘TUZDEN KAİDE’ VE ‘AİDİYET’ KADAR HEYECANLANDIRMIYOR
Ama finaldeki mektup ve somut olayla nokta koyarken ‘inandırıcılık’ problemi devreye girebiliyor. Bu zafiyetlere Nezaket Erden’in olmamışlığı da ekleniyor. Muammer Koçak, Gülçin Kültür’ün Ali Seçkiner ve Erdem Şenocak’a eklendiği anlarda filmin yükselişine destek verse de ama bazı ‘dramatik’ anlarda ‘hissiz’ durabiliyor.
Yine de düzgün çekilmiş bir ilk film izliyoruz. İş kazasını sömürmeden dingin uzun planlarla bize hissettiriyor. Bürokratik dertlerini sinemasal ve ironik bir şekilde devreye soktuğunda bu durumdan destek alabiliyor. Ama Selman Nacar, sinemamızın deneysel kuşağının sıra dışı figürü Burak Çevik’le yapımcılık koltuğunda bir araya geldiği “Tuzdan Kaide” (2018) ve “Aidiyet” (2019) kadar kalıcı ve heyecan verici bir eser de izlemiyoruz.