Kerem Akça Toronto’dan dünya sineması izlenimleri
HABERİ PAYLAŞ

Toronto’dan dünya sineması izlenimleri

Kerem Akça, Toronto 2019’nın yabancı filmlerini değerlendirdi. 44. Toronto Film Festivali’nin dünya sineması seçkisi, özellikle Venedik Film Festivali’nde yarışan filmlerin kalitesiyle ayakta durabildi. Bunlara eklenen ilginç ilk film keşifleri de oldu.

Toronto’dan dünya sineması izlenimleri

Kar-Wai, 'Kahire'nin Mor Gülü'nü çekmiş gibi

Çinli Yonfan’ın “No 7 Cherry Lane”i (“Jìyuántái Qihào”), Çin’deki komünizmin Maoculuğun farklı bir boyutunu ele alıyor. Bunun ötesinde de adeta ‘görsel şölen’ olarak planlanmış el çizimi animasyon karelerinin bir gövde gösterisi gibi... 1960’ların sonu merkezli ‘zamanı geçen değerler potpurisi’yle adeta olgunluğunu katmış yönetmen. Linklater nasıl animasyona kayıp çakıldıysa Çinli sinemacı tersini gerçekleştiriyor.

Haberin Devamı

Eski sinema salonlarının, hatıraların, erotizmin ve daha fazlasına dair planlanan güzellik tanımı, geçmişe ağıt olarak canlanıyor. Bu durum da “No 7 Cherry Lane”i şık fotoğraf gösterisinin ötesinde, kurgusuyla taze ve dinamik duran bir başucu filmine dönüştürüyor. Sanki Wong Kar-Wai, “Kahire’nin Mor Gülü”nü (“The Purple Rose of Cairo”, 1985) animasyon olarak çekmiş izlenimi bırakan yapıt eskimiş değerlere adanmış incelikli bir ağıt gibi. Görüntüleriyle mest ederken meselesiyle de içine alınca büyüleyici kareleriyle seyircisini bir an olsun rahat bırakmıyor. Bambaşka bir animasyon deneyimine açılıp Venedik yarışmasının en iyisine dönüşüyor.

Toronto’dan dünya sineması izlenimleri

Şiddet ve cinsellik yüzdesi arttırılmış Tarkovsky-Wajda ihtişamı

“The Painted Bird”de Çek Vaclav Marhoul, yıllardır uyarlanması beklenen bir kitabı sinemaya aktarıyor. Bunun içinde de aslında bir bakış açısından akan çarpıcı siyah-beyaz karelerin devreye girebildiği, Tarkovsky ile Wajda’nın yolunu izleyen imgelerden ilerliyor. Ama sanki onların yaptığını daha da iddialı hale getirip siyah-beyaz dokunun sert cinselliğe de şiddete de alan açabildiği bir görsel yapı var. 35mm, bu hiddetli anları yakından deneyimleyen Yahudi çocuk karakterin bakış açısına göre planlanmış.

Bu durum ister istemez görüntülerin birilerinin gözünden gibi bölük pörçük anlatılmasına çok şey katıyor. Bir kuşun izinden ziyade farklı bakış açılarından ‘nesnel’ olarak ilerleyen ‘ruh’ tesir ediyor. Bazen çok rahatsız etse de sinematografinin yarattığı atmosfer avcuna alıyor ve bizi görsel hazza doğru sürüklüyor. Riskli seyir süreci mayınlı bölgeden ziyade saf sanat servis ediyor. Yönetmen-senarist Marhoul ile 42’li görüntü yönetmeni Vladimír Smutný’nin birlikteliği, emeği hissediliyor.

Haberin Devamı

Filmin tek problemi ortak dil olarak belirlenen, önceki yüzyıllarda kullanılan ‘interslavic’i bilmeyen Udo Kier, Harvey Keitel, Julian Sands, Barry Pepper gibi popüler oyunculara konuşturup yapaylık problemi çeken yan hikayeler yaratma derdine kapılması. Ünlü romanın perde uyarlamasının; uluslararası piyasaya girmesini sağlayacak bu hamle, görsel görkeme zarar verebiliyor. Bunun ötesinde de Kosinski’nin 1965’de yazdığı bir Yahudi çocuğun gözünden soykırıma bakan iddialı kitabın 50 yılı aşkın bir süre sonra perdede şans bulduğu da filmin deneyiminde hissediliyor. “The Painted Bird”ü izlerken ‘taze bir şey’ olduğu konusunda bir düşünceye kapılamıyoruz, aksine geçen onca senede bu eserden esinlenen filmlerin yapıldığını zihnimizden geçiriyoruz.

Haberin Devamı

Toronto’dan dünya sineması izlenimleri

Andersson ve Larrain'in olgunluğu hissedildi

İsveçli sinemacı Roy Andersson’un “About Endlessness”ı ile Şili’nin ekol yaratan yönetmeni Pablo Larrain’in “Ema”sı ikilinin kariyerlerinde sinemasal gerileme anlamına gelseler de ülkelerinin egzotik diyarlarını başarıyla kavramalarıyla dahi takdire şayan sinemasal yolculuklar sundular.

İlkinde İsveçli auteur’ün yaptıkları resim niyetine izleniyor. Sabit kamerayla çekilmiş plan sekanslar, gerçeküstücü bir tablonun berraklığını ve ustalığını tatmamıza alan açıyor. Yönetmen, ‘gerçeküstücü deadpan komedisi’ alanında yine kalıcı sahneler sunuyor. 75 dakikalık görüntülerin tadının damağımızda kalmasına karşın dünya sineması toplamında ‘zirve’ gibi gözüktüğü de unutulmamalı.

Larrain ise bu kez bilinmeyen bir şehre, Valparaiso’ya egzotik değil de gerçekçi ve sert bakmış. Dans koreografileri ile grup seks sahnelerinden beslenen vahşi bir mahalle kültürü tasviri izliyoruz... Bu durum da ister istemez bizi bir feminist arayışa yönlendiriyor. ‘Ema’nın yasa alan açan işlevsiz aile tasviri gerçekten gözlemlemeye değer bir aşırılıkla sunuluyor.

Hüzünlü bir şekilde kendi cinsel kimliğini arayış da klasik yapıdan hıncını alma, tek karakter bağından ilerleme adına Larrain’e destek oluyor adeta. Yine Şili’den gelen María Paz González’in “Lina from Lima”sı ise Peru’dan Lima’ya göç eden bir hizmetçinin hikayesini anlatan bir ilk yönetmenlik denemesi. Bir müzisyenin başarı öyküsü, müzikal sahneleri ile dramatik sahneleri üst üste bindirerek umut dolu bir yere varıyor, renkli bir çıkış. Ama Larrain filmlerinin olgunluğuyla yarışamıyor.

Toronto’dan dünya sineması izlenimleri

İtalyan sineması ruhu emin ellerde

Güçlü ilk film “Two of Us” (“Deux”), 60’ını geçmiş Barbara Sukowa ile Martine Chevallier’nin şehvet yüklü yasak aşkını cesur bir ‘LGBTİ+ cinsel ilişki filmi’ üzerinden inceliyor. Bu durum da aslında stilize bir İtalyan sinemacı olarak Filippo Meneghetti’nin, Leone’nin ya da Sorrentino’nun etki ettiği bir şıklıkla sinemaya iddialı bir şekilde girmesini sağlıyor.

Deneysel-belgesel kırması damarıyla nam salan Pietro Marcello, bu kez bir edebiyatçının hayat öyküsünü ele alıyor. “Martin Eden”in 16mm ve 35mm görüntüleri de ‘docudrama’ damarlı bir biyografiye malzeme etmesi bir olgunlukla da sunuluyor. Ama yönetmenin eski işleri kadar deneysel tarafı ağır basan bir çalışma izlemiyoruz. Daha ziyade başrol oyuncusuna saygı duyarak noktalanan bir sinema seyri bu…

Ukrayna’dan gelen “Atlantis” ise Çernobil’in sonrasında geçen kıyamet paranoyasını izlerken, “Kabile”yi (“Plemya”, 2014) Loznitsa çekmiş gibi dedirtti. Ukraynalı sinemacı dördüncü filminde arka plandan destek alırken plan sekanslarla vurguladığı yabancılaşmayı, nükleer atık problemini gözler önüne serdi. Çernobil dizisinin gerçekçi ve sert anti-tezi olarak önemli bir yere yerleşmeyi becerdi film.

Toronto’dan dünya sineması izlenimleri

Hayal kırıklıkları daha ön plandaydı

Özellikle Veiroj, Amenabar, Mong-Hong, Al-Mansour’un hayal kırıklığı yarattığını söylemeliyiz. İlkinin fazla Hollywood yanlısı bir kurguyla sinemayı sömürmesi “The Moneychanger”da (“Así Habló El Cambista”) vasat bir film getirdi. Amenabar, “While at War”da (“Mienstras Dure La Guerra”) ‘Franco’yu konuşturacağım’ düşüncesiyle yola çıktı ama sonuç alamadı. Yan hikayeleriyle sarsılan bu iddialı karakterin daha fazla üzerine gidilmeliydi.

Mong-Hong’un “A Sun”ı ile Al-Mansour’un “The Perfect Candidate”i ise post-prodüksiyon aşamasında kalmış izlenimi bıraktı. Winocour İngilizce konuşulan astronot hikayesi “Proxima”ya pek bir şey yükleyemedi. Eva Green’le çalışmakla kaldı. Paula Hernandez’in “Sleepwalkers”da 2008’de çektiği “Yağmur”un (“Lluvia”, 2008) gerisine düştüğü gözlemlendi.

Avustralyalı Kurzel’in “True Story of Kelly Gang”deki ‘outlaw western’e yine ‘Ned Kelly’ hikayesi, ‘daha önce bu karakteri defalarca kez görmemiş miydi?’ dedirtti, ama açılış ve kapanışıyla da göz kamaştırdı. Zinde yıllarını çoktan geçmiş Arthuro Ripstein’ın belli bir yaşın üzerindeki karakterlerin cinsel hayatına 70’ini geçmesine karşın cesaretli yaklaşan “Devil Between the Legs”i (“El Diablo Entre Las Piernas”) de bir yere kadar tatmin ediciydi. Sadece 2.5 saate gereksiz uzama sıkıntısı çekmenin mağduruydu…

Gizemli filmler

Clifton Hill’de Albert Shin’in içinden David Lynch ve David Cronenberg geçen egzotik bir diyardan ‘bir tür izleği’ çıkarma düşüncesi çekici bir ‘gizem filmi’ne malzeme oldu. “The Last Okoroshi”nin ise ‘Nijerya mamulü hayalet müzikali’ olarak yaşattığı ilginç seyir sürecine bizi soktuğu söylenebilir. “The County”de, “İnatçılar”la (“Hrutar”, 2015) tanınan İzlandalı Hakonarson, taşra-kadın ilişkisi üzerine, kendi içinde tutarlı dursa da kalıcı olmayan ve biraz ticariye sapan bir filme imza atıyordu.

Yunanistan’dan gelen gizemli “Entwined” ve Kanada çıkışlı “Murmur” da ilk film olarak takip edilebilecek sinemacıları duyuruyordu. Özellikle bildik sinemacılardan Yonfan, Andersson, Marhoul, Larrain dikkat çekerken İtalya’dan gelen “Two of Us”, ‘müthiş bir ilk film’ adı altında parladı.

Toronto’dan dünya sineması izlenimleri

En iyi 6 Amerikan bağımsızı:

1-The Climb

2-Waves

3-Lucy in the Sky

4-A Beautiful Day in the Neighborhood

5-Seberg

6-Mosul

Festivalin en iyi 10 dünya sineması örneği:

1-No. 7 Cherry Lane

2-Two of Us

3-About Endlessness

4-The Painted Bird

5-Atlantis

6-Ema

7-Clifton Hill

8-Martin Eden

9-The Last Okoroshi

10-Entwined

Festivalin 10 hayal kırıklığı

1-The Perfect Candidate

2-Knives Out

3-Jojo Rabbit

4-A Sun

5-The Moneychanger

6-Marriage Story

7-While at War

8-Motherless Brooklyn

9-Proxima

10-Radioactive

Sıradaki haber yükleniyor...
holder