Mehmet Ali Birand Yargı'daki kargaşa baş döndürüyor...
HABERİ PAYLAŞ

Yargı'daki kargaşa baş döndürüyor...

Haberin Devamı

Gerçekten yetti artık. Sizler belki farkında değilsiniz, ancak ‘Yargı’da yaşanan kargaşanın boyutları artık tahammül edilmez noktalara vardı. Hala kimse ne yapacağını, nasıl hareket edeceğini bilemiyor. Tutuklu milletvekillerinin durumu ortada... Son değişiklikten itibaren kimin ne yapacağı belli değil... Ankara’dan gelecek ve nasıl hareket edilmesi gerektiğini anlatacak hakimler ortada yok... Aylardan beri bekleyen bir dosyanın savcına soruyorsunuz:

-Artık gizlilik kalktı, bizim neyle suçlandığımızı söyleyin lütfen.
-Yanıt: Durun bakalım... Ne olacağı henüz bilinmiyor.
-Elinizde dosyamız var. Dava da açmadınız. Bu durumda ne yapacaksınız?
-Yanıt: Bakacağız...

[[HAFTAYA]]

Ankara’dan gelecek hakimi bekliyoruz ona göre hareket edeceğiz. Bu konuşmalar gerçektir. Hiçbirini ben icad etmedim. Böylesine bir belirsizlik, böylesine bir bilinçsizlik içindeyiz. Herkes sinirli. Yapılan değişikliklerin benimsendiğini söyleyemezsiniz. Savcılar da, hakimler de aynı hava içindeler. Açıkçası, yasayı kılıfına oturtmaya çalışıyorlar. Kime sorsanız, bu haftayı işaret ediyor ve bugünlerde durumun netleşeceğini söylüyor. Şimdiye kadar böylesine bir karmaşa yaşandığını görmediğini söyleyen hukuk adamları, yaşın yanında kuruların da yanabileceğine dikkat çekiyorlar. Yasadan gerçekten yararlanacak olanların, bir süre daha mağdur kalacakları tahmin ediliyor.

Ergin Saygun’un ölmesini mi bekliyorsunuz?


Öyle şeyler oluyor ki, anlaşılması giderek zorlaşıyor. İşte Ergin Saygun’un durumu. Cezaevine girdikten kısa bir süre sonra sağlığı ağırlaştı. Adli Tıp hastaneye çıkarılması gerektiğini söyleyemedi. Korktu. İlk raporunda, sağlığının kötülüğüne dikkat çekmekle yetindi. Cezaevine de “Aman dikkat edin” dedi. Haftalar geçti, Ergin Saygun’un durumu daha da kötüleşti. Cezaevi çaresiz “İmkanlarım yok, tedavi edemiyorum”diye rapor yazdı. Tekrar hastaneye yolladı. Rapor aynıydı: “Hastanede tedavi görmeli” mahkeme bir türlü izin vermedi.

Bunun üzerine cezaevi tekrar Adli Tıp’a döndü ve ne yapılması gerektiğini sordu. Yaklaşık üç haftadır Adli Tıp, en ince ayrıntısına kadar bildiği bu konuda bir rapor verip “Bir an önce hastaneye çıkarılmalı” demiyor veya diyemiyor. O yetmiyormuş gibi, mahkeme, yeni çıkan yasaya dayanarak, Saygun’u hastaneye sevk etmiyor. Kimse sorumluluk almak istemiyor. Galiba ölmesini bekliyorlar. Allah korusun böyle bir durumla karşılaşılırsa, kimlerin hesap vermesi gerekeceği de biliniyor.

Remzi Hoca, böyle mi polis yetiştirecek?

Birkaç gündür okuyorsunuz... Milliyet’in manşetinde başladı, TV’lere kadar herkesin ağzındaki yeni isim Prof. Remzi Fındıklı. Kısa bir süre önce Polis Akademisi Müdürlüğü’ne atandı. Tanınmamış bir isimdi, ancak yazdığı bir kitapla, o da AK Parti iktidarının atadığı ‘Ünlüler listesi’ne giriverdi. Kitabın yeni Türkçe adı Sözün Özü. (Hasılı Kelam) İçinden gelmiş, hayatı kendine göre yorumlamış. Yorumlamasına kimsenin bir diyeceği yok.

Herkesin kendine göre bir hayat felsefesi vardır. Ancak gelin görün ki, Fındıklı Hoca bu ülkenin en önemli kurumlarından birinin başında. Polis Akademisi, polisimizin kremasını yetiştirmesiyle ünlüdür. Fındıklı Hoca’nın görevini tam anlamıyla yerine getirip getiremeyeceği konusunda kuşkular doğdu. Böyle görüşleri olan bir kişinin yetiştireceği polis kadrosu kaygı yaratmayacak mı?

Remzi Fındıklı’nın incileri

- Avrupa gün batımı ve karanlık yer demektir.
-Sol kulağını kapatırsan sağduyulu olursun.
-Demokrasi vasat insanlar yönetimidir.
-Siyasi liderlerimizde entelektüel birikim yoktur.
-Laiklik din dışı bir hayat şeklidir.
-Müslümanın kocası koç, Müslüman olmayanın kocası hiç olur.
-Dinsiz insan, dengesiz ve densiz insandır.
-Türk olmak kader, Müslüman olmak ise bir takdirdir.
-Bal arıdan kavga karıdan olur.
-15’inde kız ya erde, ya yerde olmalıdır.
-Erkeğin göbeklisi kadının da bebeklisi makbuldür.
-Fakirlik fikirsizliktir, fakirin aklı olsa fakir olmazdı.

’Yargı’, tutuklu milletvekillerine eziyet ediyor...


Bundan başka söylenecek bir şey bulamıyorum artık. Cumhurbaşkanı çıktı, tutuklu milletvekillerinin serbest kalması gerektiğini söyledi. Bizim oylarımızla seçilmiş insanların hâlâ içeride kalmalarına karşı çıktı. TBMM -beğenirsiniz, beğenmezsiniz- yasada değişiklik yaptı. Meclis Başkanı olsun, hükümetin önde gelen isimleri olsun, açıkça “Artık topun ‘Yargı’ nın elinde olduğunu” söylediler. Daha ne yapsınlar? ‘Yargı’nın eline yeterince imkan verdiler. Yetmedi “Hadi artık harekete geçin” dediler.

‘Yargı’da ise kıpırdama yok. Bırakın kıpırdamayı, aksi yönde oy kullanma eğilimi hissediliyor. Müthiş bir mücadele yaşanıyor. Nedir bu inatlaşma anlayabilmiş değilim. Daha önce de yazdım, şimdi de tekrarlamak istiyorum. Böylesine bir eziyet, böylesine bir direniş görülmemiştir. Yargıçlar “Kardeşim, biz önümüze gelen yasayı uygularız. Doğru dürüst yasa yapın, biz de gereğini yerine getirelim” diyorlar.

Bu durumda Meclis’in ne yapması gerekirdi? Acaba, “Aşağıda adı yazılı kişiler serbest bırakılmalı” diye mi yasa çıkarılmalıydı? Yargıç karar alırken yasaları kendine göre yorumluyor da, milletvekillerine gelince mi yapamıyor? Bütün bu garipliğin altında, KCK’li milletvekillerini de serbest bırakmamak yatıyorsa, daha da büyük ayıp işleniyor demektir. Kürt kökenli vatandaşlarımızın seçtiği milletvekillerine, Meclis’in verdiği bir hakkı tanımamak, yargımızın Kürt sorununa hâlâ eski mantıkla yaklaştığını göstermekten başka bir şey değildir. Ayıptır... Yazıktır...

Sıradaki haber yükleniyor...
holder