Kimseye dargın değilim. Kırgınlığım yok. Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda devletim ve milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum.
Dönemin başbakanı Adnan Menderes’in ölmeden önceki son sözleri oldu bu sözler. Türk demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçen 27 Mayıs darbesinin üzerinden 60 yıl geçmesine rağmen bu utanç hala dün gibi tazeliğini koruyor hafızalarımızda. Tarihin utanç sayfaları silinemedi belki ama tarih sahnesine acılarla adını yazdıran Yassıada hak ettiği özgürlüğüne kavuştu. Bundan böyle adı “Demokrasi ve Özgürlükler Adası”.
Demokrasinin ışığı 60 yıl evvel o adada söndürüldü
Dilimize pelesenk olmuş ‘demokrasi’. Senelerdir ne halkın ne de siyasilerin dilinden düşmüş değil. Hatta bazen öyle kötü emellerin gerekçesi oluveriyor ki tıpkı bundan 60 yıl evvel olduğu gibi. 27 Mayıs’ta bir gece yarısı Demokrat Parti’nin ülkeyi git gide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü gerekçesiyle 38 kişilik Milli Birlik Komitesi’nin yönetime el koymasının gerekçesi bile kaybedildiği iddia edilen demokrasi ve özgürlükler olmuştu. Kavgalı kardeşleri barıştırmanın yolu ülkenin seçilmiş başbakanını idam etmekte görüldü. Dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşları tutuklanarak yassı adaya götürüldü. Aylar süren davalarda tutuklular “anayasayı ihlal” ve “vatana ihanet” gibi ağır suçlardan yargılandı ve pek çoğu hüküm giydi. Dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Başbakan Adnan Menderes idam edildi. Seçim ile iktidara gelen Adnan Menderes başkanlığındaki Demokrat Parti’nin sonu darağacında bitti.
Yıllar sonra bugün o karanlık yerini ışığı bıraktı
“Tarih tekerrürden ibarettir”, kendini durmaksızın tekrar eder. O nedenle aslında bütün mesele yaşanmış olandan ders alabilmekte. Biz o dersi yitip giden canların ardından alabildik. Yaşanmışı değiştirmenin veya yeniden yazmanın imkânı yoktu. Ancak yaşanmışın hatırlanma biçimini değiştirmenin bir yolu vardı. Adına yalnızca ‘demokrasi’ deyip geçtiğimiz o kısacık kelimenin yokluğunda, felaketin boyutunun ne denli korkunç bir noktaya gelebileceğini en acı şekilde tattık. O kısacık kelimenin bir ülke ve o ülkenin insanları için nasıl bir can suyu ve yaşam kaynağı olduğunu tarih bize defalarca öğretti. Ama geriye dönüp baktığımızda utançtan daha fazlası lazımdı. Kavuşmanın bir diğer yolu hatırlamaktı şüphesiz. Yıllarca utançla andığımız o ada “Yassı ada” üzerinden geçen yıllardan sonra bugün buruk bir hüznün adresi. O karanlıkta bugün bir fener var hem geceyi hem de geleceği aydınlatan.
Dilerim mürekkepler bu ülkeye o karanlık sayfaları yazdırmasın bir daha. Yolumuz her daim demokrasi ve özgürlüğe çıksın.