Murat Çağlar

15 Haziran 2020, Pazartesi 09:41

Düşünmek üzerine

İnsan beyni kavramlar ile düşünür; kelime haznesinin doluluğu oranında kendini ifade etme sınırı genişler, kelimeler arasında itinalı ilişkiler kurabildiği nispette ifadeleri güçlenir. Her kavram, yeni bir anlam dünyasının kapısını aralayan anahtar gibidir. Böyle olmakla birlikte, bu anlam dünyalarının, kendi içinde de keşfedilmeyi bekleyen ayrı ve gizil dünyalar vardır. Kavram anahtarları ile birçok anlam dünyasının kapısını aralamış ve bu dünyalardaki derinliklere dalmış insanlar, yolculuğa başladığı yerdeki insanların cılız seslerini duymakta git gide zorlanır ve kendi seslerini duyurmakta da güçlük yaşarlar. 500 kelime ile düşünenin 5 bin kelimeyle düşüneni anlaması pek mümkün değildir. Bir de bu 5 bin kelimenin içindeki anlam dünyalarında yolculuğa çıkılmışsa bu durum, iki farklı gezegen insanının birbiriyle karşılaşması gibi olacaktır. “Kabul etmeliyiz ki ışık kavramının Tarkovski için ifade ettiği anlamlar ve yaşattığı duygular ile bir elektrik ustasına yaşattıkları birbirinden çok farklıdır.”

Kendini büyük bir psikolojik buhranın içinde bulmuş “modern çağ” insanın düşünme yetisi ve kavram zenginliği bu çağda büyük bir darbe aldı. İçinde bulunduğumuz çağ, teknolojik gelişim anlamında atılan dev adımların beraberinde getirdiği kavramlara ve bu kavramların oluşturduğu yeni dile mecbur kıldı bizi. Örneğin beğeni kavramı ile 21. yüzyıl insanının aklına gelen şey sanal uygulamalarda aldığı reaksiyondur. Beğeni kavramı günümüz insanının zihninde bu kadar dar ve kısır bir alana hapsedilmiştir. Fazla değil, birkaç yüzyıl geriye gidip Michelangelo"nun estetik, zarafet ve beğeni kavramları arasındaki heyecan verici gizli temasları yorumlamasına baktığımızda yozlaşmanın vahameti ortaya daha net çıkacaktır.

İçinde yaşanan zamanın dinamikleri, toplumda belli alışkanlıkların oluşmasını sağlıyor; bu alışkanlıklar beli bir tekrar ve zaman denkleminde yaşam tarzına dönüşüyor. Bu yaşam tarzını oluşturan dinamiklerin yapısı ise kendi kavramlarını üretiyor. Gündelik yaşamında sürekli aynı şeyleri tekrar edip duran insan, önünde hazır duran aynı kavramları kullanıyor, bu kavramlar ile düşünüyor ve hayatı öyle algılıyor. Burada tam olarak bir kısırlaşma ve yozlaşma söz konusu… Sürekli aynı kavramlar ile konuşup düşünen “modern çağ” insanının olay ve olgulara olan yaklaşımı da o yönde kısır ve basit oluyor. Böyle bir insan gelişemez ve geliştiremez. Kendi ve etrafındaki olup bitenlerin mahiyetini anlayamaz. Kendine ve kainata yabancılaşır. Sonsuz manalar ve duygular ile örüntülü olan yaşamı izole bir fanusun içinde yaşar. Bu bir hapis halidir aslında; yaşam içinde gizlenmiş anlamları keşfedemeyen insan esaret altındadır, hapistir. Dünya üzerindeki aldanmışlar arasında en bedbaht olan kişi parasını dolandırıcılara kaptırmış olan değil, kendi gerçekliğini yaşamın gerçekliği sanan kişidir. Bu kişinin hayata dair gösterdiği yaşamsal çaba, gökkuşağını tanımlamaya çalışan doğuştan kör bir adamın çabası gibidir.

Ben, insanın okuması gerektiğine, kendinden başlayarak kainatı ve içindekileri dikkatlice okuması gerektiğine inanıyorum.