Oral Çalışlar

27 Mart 2024, Çarşamba 07:00

Kürtlerin kararı

Benim değerlendirmem 14 Mayıs 2023 seçimleri muhalefet açısından bir yenilgi değildi. Çıta fazla yükseğe konmuştu, bir de sanki seçim kazanılamazsa rejim elden gidecekti. “Son şans” gibi tezler fazla yaygınlık kazanmıştı. Sonuçta Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı olarak tarihinin en yüksek oyuna ulaştı. Birbirine zıt ideolojik tercihleri olan partiler bir araya gelmiş, demokrasi amaçlı bir ittifakla, umutlu bir seçim dönemi geçirmişti. 14 Mayıs’ta Kürtlerin tercihi tayin edici olacak demiştik, öyle de oldu.

Millet İttifakı bölgede çok yüksek rakamlara ulaştı. Şimdi sorun, sanki Türkiye çapında değil de daha özel bir noktada yoğunlaşıyor. İmamoğlu mu Kurum mu kazanacak? Durum kritik olunca herkesin gözü Kürtlere çevrildi. “Bu son şans” diyenler de “Devletin bekası oylanacak” diyenler de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na kilitlenmiş durumda…

İyi ki seçimler var. Seçmenin kıymetini hatırlamak istemeyenler bile onun ayağına koşturup gidiyor. 2019 belediye seçimleri öncesine benzer bir ortamda yaşıyoruz. O zaman da gözler Kürtlere çevrilmişti. Onları ikna için değişik yollara başvuruldu. Sonunda şu tabloyla karşı karşıya geldik: Kürt seçmen, bütün seçmenler gibi kendi hesabını yaparak oy veriyor. Hiçbir sihirli formül toplumun tercihlerini değiştiremiyor. Muhalefet ittifakı Kürt oylarının çoğunu alırken çok da büyük gayretler göstermesi gerekmedi.

O günün koşullarında Kürt seçmen kendine en uygun gelen tercihi yapmıştı. Kürtlerin tercihlerini belirleyen çok değişik etkenler olduğu ortada. Kürtlerin tarihi, kendi kimliklerini, dillerini, kültürlerini korumak ve yaşatmak için katlandıkları fedakarlıkların örnekleriyle doludur. Kürt seçmeni, kendi iradesini kullanmak, kendi geleceğine karar vermek ve ülkesinde özgürce yaşamak istemektedir. Asıl ilginç olanı artık herkesin kendi durduğu yere göre Kürtlere akıl vermeye çalışmasıdır. Kimisi tehdit ediyor, kimisi hakaret ediyor hatta bencillikle suçluyor. Burada sorun birilerinin onlara ayar vermeye kalkmasıdır.

Herkesin dışarıdan kendi durduğu yere göre Kürtlere not vermesidir. Kimisi tehdit ediyor, kimisi hakaret ediyor, kimisi bencillikle suçluyor. Kürtlerin “kendi çıkarlarını” demokrasiye tercih ettiği gibi anlamsız yorumlarda bulunanların sayısı da az değil. Biz ne dersek diyelim, sonuçta bu şehrin insanları, bu şehre kimin başkan olacağına karar vereceklerdir.

Tabii Kürtleri oyunun dışında bıraktığımız günler geride kaldı. Onlar yalnızca oy veren bir kitle olmak istemiyor. Onlar da çeşitli ittifaklarla bir siyasi ağırlık oluşturdular. Seçimin en güzel tarafı herkesin seçmeni dikkate almak, onun taleplerini dinlemek zorunda olmasıdır. Kürtler de kendi geleceklerini kendileri belirleyecek. Türkiye’de özgürlük içinde, eşit ve adil bir sistem içinde yaşamaya herkes gibi onların da hakkı var.

26 Mart 2024, Salı 07:00

Propagandanın freni patladı

Yerel seçim ortamına girdiğimizden bu yana miting meydanları, açık artırma salonlarına dönüştü. Bir başkan adayı çıkıyor “4 bin lira vereceğim” diye müzayedeyi açıyor. “5 bin” diyerek bir başkası el artırıyor. Bizler yani seçmenlerin bir kısmı gelenekler açısından bu para dağıtma meselesine sinirleniyoruz.

Evime su getirilmesi, elektriklerin kesilmeyeceği bir düzen kurulması, şehir yollarının insanları da düşünerek düzenlenmesi gibi gündelik hayatımızı yakından ilgilendiren konuları merak ederken, zaten ekonomik sıkıntı içindeki yurttaşa, “Haydi 10 kuruş da benden” demenin bir alemi yok. Yerel seçimler eskiden bu kadar politize bir ortamda yapılmazdı. Özellikle yurttaşlar partizan devlet memurundan hoşlanmazdı. Birçok yerde bürokrasi ve yerel yönetime gelen seçilmişler, siyasi tercihlerini ön plana getirmemeye özen gösterirlerdi. Sonunda seçimleri de kampanyaları da karmaşık, kaotik bir karnavala dönüştürmeyi başardık.

Propaganda için değişik renkli yöntemler bulunması, yaratıcı zekayı geliştirecek kampanyaların renkli, eğlenceli ve gerginlikten uzak geçmesi, demokrasinin de seviyesini göstermez mi? Seçmen, partilerin büyük masraflara yol açan seçim kampanyalarına da tepkili. Bu kadar parayı nereden buldular diye herkes birbirine soruyor. Evet ekonomi seçmenin tercihlerini etkiliyor. Ancak siyaset ekonomiden ibaret değil. Bir ailenin en önemli sorunu, çalışma yaşına gelmiş aile bireylerine iş bulmak. Yereldeki güç sahiplerinin, imkanları yalnızca kendi taraftarları için kullanmaları ciddi bir sorun. İşsizlik koca bir mesele.

Mülkiyeliler

Mülkiyeliyim (Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi). Eskiden bu sözcüğün bir anlamı vardı. Memleketin kaymakamları, valileri, büyükelçileri, maliye üst düzey bürokratları bu okuldan yetişirdi. Ülkenin en ünlü hocaları Siyasal’daydı. Bürokrasi içinde Mülkiyelilerin egemenliği uzun yıllar sürdü. Onlar neden egemendi? Dışişleri Bakanlığı'nın, İçişleri Bakanlığı'nın kendine özgü işleyişleri vardı. En önemlisi kurumların saygınlığına halel getirmemek gelenekti. Partizanlık bu kurumlara zor işlerdi. O günden bugüne çok şey değişti. Üst düzey bürokratların yurttaşlar arasında ayrım yaptığına ilişkin şikayetler yoğun. Bu partizanlık meselesi çok köklü bir yara. Yurttaşın güveni sarsılıyor. Yolsuzluk ve adam kayırma meselesi özellikle yerel yönetimlerin temel sorunlarından. Bu kurumları şeffaflaştırmak, halkın denetimine açmak en doğrusu…

Sloganımız: Şeffaf ve hesap verebilir yerel yönetimler…

22 Mart 2024, Cuma 07:00

Karar dosyada duruyor: Kesin katildir, beraat ettiriyoruz

24 Mart 1978 tarihinde evinin önünde öldürülen Savcı Doğan Öz cinayetinde karar aşamasına gelinmişti. Genel Kurul kararını dinleyen eşi Sezen Öz nasıl bir devlet gücüyle karşı karşıya olduğunu bir kez daha fark etti. Askeri Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu’ndan çıkacak karar, bir cinayetin failini, yani katili cezalandıracaktı. Savcı Doğan Öz’ü vuran kişi yakalanmıştı.

Tanıklar onu teşhis etmiş, kendisi de cinayeti işlediğini kabullenmişti. Öldürülen Savcı Doğan Öz’ün eşi Sezen Öz, hukukçuydu. Genel Kurul’dan çıkacak karar, acısını dindirmese bile, adalet umudunu korumasına yarayacaktı. Ask. Yarg. Genel Kurulu, 15 üye ile toplandı. 8 üye kararın bozulması, 7 üye ise onaylanması yönünde oy kullanmıştı. Halbuki, kısa süre önce Askeri Yargıtay, mahkemenin sanık hakkındaki idam cezasını onayladı, karar kesinleşti. Tam bu anda bir el davaya uzandı. O ana kadar zanlının idamını isteyen ve kararın tasdik edilmesini savunan Başsavcılık, kararın bozulması için harekete geçti. Kararın yeniden ele alınması ve “düzeltilmesi” için Ask. Yargıtay Genel Kurulu’na başvurdu. Tek oy farkla dava düştü ve sanık tahliye edildi. Artık olan olmuştu.

Dosya, yargılamayı yapan heyetin önüne gelince, yargı tarihine geçecek bir karar yazıldı. Karar özetle şuydu: “Elimizdeki bilgiler, belgeler ve tanık ifadeleri, cinayeti İbrahim Çiftçi’nin işlediğini gösterirken ve vicdani kanaatimiz de bu yönde oluşmuşken, Askeri Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu’nun kararına uymak zorunda kalarak sanığı beraat ettiriyoruz.” Bu dosya Adalet Bakanlığı arşivinde duruyor. Hakimler değişse de iktidarlar gelip gitse de o dosya orada durmaya devam edecek. Sezen Öz, yıllardır sürdürdüğü adalet arama yolculuğunu sürdürüyor. Cinayeti teşhir eden, katilleri ve koruyucularını ortaya çıkaran kitaplar yazıldı (Berivan Tapan, “Savcı Doğan Öz’ü Vurdular”, Orhan Gazi Ertekin, “O Da Kızını Öptü ve Gitti”). Birçok TV programında cinayet gündeme geldi. Sezen Öz’ün çabaları boşa gitmedi. Dostları, meslektaşları, gazeteciler Sezen Öz’e destek verdi. 24 Mart 1978 sabahından bugüne dek tam 46 yıldır Doğan Öz’ün eşi Sezen Öz, kızı Heval Bengi, iki oğlu Turan ve Hakan, hukuksuzlukla mücadele ediyor. Sezen Öz bir yargıç olarak hukukun yok edildiği bir yargılama sürecini bütün acımasızlığıyla yaşadı. Çocukları da aynı şeyleri yaşadı. Şimdi torunlar büyüyor. O dosya orada durdukça onları adalete inandırmak mümkün olmayacak. Doğan Öz, içinde yaşadığı sistemin ne kadar adaletsiz olduğunu şu satırlarla dile getirmişti: “Bin ibadet bedeldir bir adalete/Bunu laf-ü güzaftan bahsederiz/Biz ki adaleti tevzi etmede/Fukaranın anasını belleriz.”

20 Mart 2024, Çarşamba 07:00

İlhan Selçuk yıllarında Cumhuriyet

2001 yılıydı, Kemal Alemdaroğlu ikinci kez İstanbul Üniversitesi rektörlüğüne adaydı. İlhan Selçuk telefon etti: “Oral, Kemal Alemdaroğlu bizi İstanbul Üniversitesi’nin Baltalimanı tesislerinde öğle yemeğine davet ediyor.” Durakladım, “Abi ben onun davetine gitmek istemiyorum” dedim.

İlhan Selçuk “Tamam o zaman daveti ben veriyorum. Yarın öğleyin Cankurtaran’da Armada Otel’e benim davetlim olarak geleceksin.” Alemdaroğlu ve ekibiyle, Cumhuriyet yazarları Hikmet Çetinkaya, Aydın Engin, Yalçın Doğan, Orhan Bursalı, Ali Sirmen yemeğe oturduk. İlhan Selçuk davet sahibi olarak bize döndü, “Kemal Bey’e istediğinizi sorabilirsiniz” dedi. İlk önce Yalçın Doğan konuştu, Alemdaroğlu’nu eleştirdi. Ardından Aydın Engin, Hikmet Çetinkaya, Orhan Bursalı görüşlerini söyledi. Hepsi eleştiriciydi.

Ortalık zaman zaman geriliyor İlhan Selçuk araya girip yatıştırıyordu. Ben de Alemdaroğlu’nun Bülent Tanör’ü suçlayan sözlerini masaya getirdim. Profesör Bülent Tanör yakın arkadaşımdı. “Siz ‘Hürriyet gazetesine Bülent Tanör’le ilgili daha söyleyeceklerim var’ dediniz mi?” diye sordum. Alemdaroğlu, “Evet onları ben söyledim” diye cevap verdi. “O zaman sakıncası yoksa nedir Bülent Tanör’le ilgili bildikleriniz?” diye ısrar ettim.“Onu, 12 Eylül’den sonra, üniversite senatosu Diyarbakır’a sürgüne gönderdi” karşılığını verdi. “Başka?” diyerek sorumu sürdürdüm. “Ayrıca 1971 yılında Trakya’da İşçi Köylü gazetesi satarken yakalanıp gözaltına alındı.”

40 yıl önceki haksız bir gözaltıyı gündeme getirince kendimi tutamadım: “İşçi Köylü, yasal bir gazeteydi. Belli ki bu bilgileri size MİT vermiş. MİT raporlarına bu kadar itibar ediyorsanız, İlhan Selçuk başta olmak üzere karşınızdaki Cumhuriyet gazetesi yazarları hakkında da ciltler dolusu MİT raporu vardır, onları da getirebilirdiniz.” İlhan Selçuk “Gerilim çıkarmayın, bu soruyu geçiyorum” dedi. Masadan kalkarken, Alemdaroğlu arkamızdan bağırıyordu, rektörlük seçimini hatırlatarak “Bu rektörlük seçiminin ardından ya İstiklal Marşı çalınacak ya da onların PKK marşı…” Cumhuriyet Gazetesi’nde 16 yıl aralıksız çalıştım.

Bir iki küçük müdahale dışında bir engelle karşılaşmadım. Kürt meselesini bugün savunduğum gibi savunuyordum. Abdullah Öcalan ve Kemal Burkay’la yaptığım röportajlar 15’er gün boyunca gazetede yer aldı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında izlenen bazı siyasetlere eleştirilerimi her koşulda ifade ettim. Okurların bazıları bu yazıları eleştirdi, bir grup daha da ileri giderek yazmamızı istemedi. İlhan Selçuk bu dönemde gazetenin tek hakimiydi. Gazete yönetimi, solun farklı renklerinin, değişik çizgilerin varlığını basın ve ifade özgürlüğünün bir parçası olarak gördü. Gazetenin hitap ettiği kitleyi mümkün olduğunca geniş tutmaktan yanaydı.

Bazı görüşleri yasaklamak isteyen tutumları da doğru bulmuyorlardı. Ben ve Aydın Engin haftada 6 gün yazıyorduk. Genelkurmay’dan gelen bizim gazeteden çıkarılmamızı isteyen telefonlara İlhan Selçuk’un cevabı o günkü çizgiyi ifade ediyor: İlhan Selçuk askerlere “Siz işinize bakın, gazetecilik bizim işimiz” demişti. Gazeteyi darbecilik kulvarına çekmek isteyenler Cumhuriyet’e o dönemde egemen olamadılar. Nitekim İlhan Selçuk ölmeden önce hukuken gazetenin yönetimini ulusalcılara değil liberal solculara bıraktı. Cumhuriyet’in o dönemdeki rolünü anlamak için bu küçük anıyı paylaşıyorum.

19 Mart 2024, Salı 07:00

“Bu seçmenden bir şey olmaz” diyenlere...

14 Mayıs 2023 seçimlerinde muhalefete şans tanıyanlardan biriydim. Bu tahminimde çevreden edindiğim izlenimler ve kamuoyu yoklamalarının sonuçları etkili oldu. Seçimlerden sonra kendimce bir hesaplaşma yaptım. İktidar partisinin 22 yıllık egemenliği; burjuvazi ve bürokrasi, üzerinde kalıcı bir ilişkiler ağı yaratmıştı. Mahallenin “yeni beyleri” oluşmuştu. Üstelik bu beyler içlerinden çıkmıştı. Seçmenin önemli bir kesiminin muhafazakarlığını, geleneklere bağlılığını, dindarlığını, laikliğe yönelik bir tehdit olarak gören muhalefetin kafası karışmıştı. Toplumun tercihlerini anlayamadı. Bu retçi ve dışlayıcı zihniyet, tereddütleri olan saflara güven veremedi. Bir başka sorun da hepimizin ortak sözleşmesi olan kararların ve kurulların bağlayıcı olmadığını hatırlatan gelişmeler… Seçmelerin iradelerinin artık etkisi olmadığı hissine kapılması…

Batı uygarlığının belki en önemli üstünlüğü kuralların bütün toplumu bağlayacak şekilde kabul görmesi ve uygulanabilmesidir. Bizim de demokrasimizin nispeten daha ileri ve canlı olduğu dönemlerde kuralların daha çok kabul gördüğünü söyleyebiliriz. 2023 seçimleri, muhalefet açısından da bir başarı içeriyor mu? Kılıçdaroğlu, tarihin önemli hamlelerinden birisini gerçekleştirdi, zıtların birliğini sağlayabildi. Kamplaşmayı aşacak cesareti gösterdi. Ancak gerekli seçmen desteğine ulaşamadı.

Öncelikle kendi partisini ikna etmekte zorlandı. İYİ Parti liderinin uzlaşmayı içine sindiremeyen çıkışlarıyla avantaj iktidara geçti. Kılıçdaroğlu’nun ortaya koyduğu siyasetin tarihi anlamını daha çok konuşmamız gerekecek. CHP, 2019 yerel seçimlerinde İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Antalya gibi ülkenin temel yapısını oluşturan önemli büyük şehirleri kazandı. Aslında muhalefet yerelde iktidarın ana halatlarını bir ucundan yakaladı. Aynı sonucu elde edebilir mi? Muhalifler açısından koşullar oldukça zorlu.

Bu seçimler tabii ki yerel bir sınav olmaktan öte bir anlam taşıyor. Toplum yeni bir arayış içine girecek mi, siyasetçilere bu yönde bir mesaj verecek mi? Muhalefet vaatleriyle ne kadar inandırıcı olabiliyor? Yenilik isteğinin taleplerine cevap verebilecek mi? Bunları hep birlikte göreceğiz. Seçim yoluyla iktidarların gelip gittiği ülkelere demokrasi denir. Asgari şart budur. Asli şart ise seçmen iradesinin özgürce gerçekleşebilmesidir. Tüm zaaflı noktalara rağmen demokrasiyi sürdürme azmimizi canlı tutmalıyız. Yerel seçimler bahane, demokrasi şahane…

15 Mart 2024, Cuma 07:00

Bu seçim, seçmen-parti ilişkisi açısından bir sınama seçimi olacak...

Yerel seçimler, genel seçimlere oranla her zaman sürprizlere daha açık olmuştur. Adayların niteliği de yerel seçimlerde her zaman, sonucu etkileyici unsurlar arasındadır. Bu seçimde “partili seçmen”in ne yapacağı hepimiz açısından merak konusu. Partili seçmen derken, sadece parti üyesi seçmenden söz etmiyorum. Buradaki kastım, uzun yıllardır aynı partiye oy verenler. Bu sorular kafama DEM Parti’nin İstanbul Büyükşehir Başkan Adayı Avukat Meral Danış Beştaş’ı dinlerken takıldı.

DEM Partili seçmenler, en ideolojik, en istikrarlı, en siyasi duruşu kesin partililer olarak bilinir. Henüz yüzde 10’u aşamadığı dönemde bile seçmenlerini mahalle mahalle örgütleyip aynı seçim bölgesinden 5 ayrı listeden 5 bağımsız milletvekilini çıkartmayı başarmış bir partiden söz ediyoruz. Bu kez değişik bir hava esiyor. Partiye oy veren seçmenle parti arasında bir mesafe açılmış gibi. 14 Mayıs seçimlerinde üç büyük partinin içinden değişik partiler sahneye çıktı: MHP’den İYİ Parti, CHP’den Memleket Partisi, AK Parti’den Gelecek ve DEVA partileri ile Fatih Erbakan’ın Yeniden Refah Partisi belli bir oy potansiyeliyle seçmene bir seçenek olarak seslendiler.

Seçimlerin kaderi üstünde rol oynadılar. Örneğin Yeniden Refah Partisi son dakikada cumhurbaşkanlığı yarışından çekilmeseydi, farklı bir tablo ortaya çıkabilirdi. Ancak sanki bu kez işler değişik bir mecrada yürüyecek gibi. “Küçük” veya “yeni” partiler, 14 Mayıs seçimlerindeki kadar büyük partilere yakın bir pozisyonda değil. Peki DEM Parti’nin İstanbul’daki yüzde 10’un üzerindeki oyu? DEM Parti’nin ve Meral Danış Beştaş’ın bu kez İstanbul’da yüzde 10’u yakalaması mümkün mü?

En az yüzde 5-6’lık DEM Parti oyu başka bir adaya gidecek gibi görünüyor. Aynı durum Yeniden Refah Partisi (YRP) için de geçerli. 14 Mayıs seçimlerinde elde ettikleri yüzde 2.85’lik oyu, bu kez tekrar yakalamaları zor. İYİ Parti’nin de bu seçimde yüzde 10’a ulaşma şansı pek yok. Tespitlerimi ve tahminlerimi özetlersem, şu sonuca varıyorum: İki büyük parti dışındaki seçmenler geçmişte koşarak oy verdikleri partilere bu kez uzak duracak gibi görünüyor. En azından uç ve değişik söylemdeki partilerin eskiden elde ettikleri gücü bu kez bulmaları zor.

13 Mart 2024, Çarşamba 07:00

İstanbul seçmeninin tercihi…

CHP, ciddi yönetim krizlerinden birisini yaşıyor. Kemal Kılıçdaroğlu, CHP tarihinin en yüksek oylarını aldığı 14-28 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından tasfiye edildi. CHP’liler ve müttefiki muhalefet partileri, beklemedikleri bir yenilginin ardından, içine kapandı. Seçimlere hazırlıksız ve programsız yakalandı. CHP, şu anda tarihi ve sosyolojik ağırlığına uygun şekilde yönetilemiyor.

Belediye başkan adaylarının saptanması parti içi krize dönüştü. Kılıçdaroğlu’na destek veren başkanların çoğu, aday gösterilmedi. Bu müdahaleler, bazı belediyelerin kaybına neden olacak kadar olumsuz etkiler yapıyor. Devre dışı kalan CHP’li başkanlardan bazı isimler başka partilerden ya da bağımsız aday oldular. DEM Parti ile CHP arasında 2023 seçimlerinde sağlanan mutabakat, bu kez yerel seçimlerde başarılamadı. İstanbul dahil kritik yerlerde, DEM, aday göstererek, CHP’li adayların kazanma şansını zora sokuyor. Eski büyük ortak İYİ Parti ise bu yerel seçimlerde tam anlamıyla muhalefeti dağıtmaya gayret ediyor. Hatta iktidar adaylarının kazanması için çalışıyorlar. Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş, Meral Akşener’in top atışları altında…

Sürekli aleyhlerinde konuşuyor. DEVA, Gelecek, Saadet partileri de kendi adaylarıyla sahnede. Seçimlere bağımsız girerek, güçlerini, etki alanlarını görmek istiyorlar. Bazı belediyeleri kazanabilme ihtimalini ellerinde tutuyorlar. Bu seçimlerden umutları yüksek olmasa da bir seçim tecrübesi yaşamaktan yanalar. Bütün bu tabloya baktığımız zaman ne görüyoruz? Nereden bakarsanız bakın iktidar adaylarının çok şanslı olduğu bir yarış bu. Peki anketler ne söylüyor? Meraklısı kamuoyu araştırmalarına bakabilir. Tablonun nasıl şekillendiğini görmek isteyen, anketleri tarafsız bir gözle inceleyebilir.

İktidarın ve muhalefetin başarı şansı üzerine yorumlarda bulunabilir. Benim gözlemim şu: 14-28 Mayıs 2023 genel seçimlerinin ardından muhalefet cephesi büyük bir çöküntü yaşadı. Bir daha oy kullanmayacağını söyleyen, ülkeyi terk edeceğini ilan edenlerin sayısı artmış, Türkiye’nin dönüşü olmayan bir yola girdiğini söyleyenler çoğalmış görünmekteydi. Sanki artık kimse yerinden kıpırdamayacak gibiydi. Yerel seçimlere 20 günden az bir zaman kala, muhalif toplum kesiminin kıpırdadığını gözlemliyorum. Yeniden umutlar artmaya başlamış, yeniden kazanma hesapları yapılıyor. Ancak bu kez temkinli hareket ediyorlar. Daha dikkatli konuşuyorlar. Tabii asıl kritik karşılaşma İstanbul seçimleri olacak. Bu kez farklı bir sonuç çıkabilir mi? Gelişmeleri başka yöne çevirecek bir rüzgar esebilir mi? İlginç bir değişim ve gelişim yaşanıyor.

12 Mart 2024, Salı 07:00

Cuntacılara yenilgi dersi: 12 Mart 1971

12 Mart 1971 askeri müdahalesinin üzerinden 53 yıl geçmiş. Askeri cunta, binlerce solcu öğrenciyi, öğretmeni, sendikacıyı, profesörü tutuklamıştı. Darbecilerin hedefinde demokrasi ve solcular vardı. Bu dönemi ben de Mamak Askeri Cezaevi’nde geçirdim. Mart 1971 darbesinden sonra kaldığımız Mamak Askeri Cezaevi Ankara’da Hüseyin Gazi Dağı’nın eteklerinde 28. Tümen’in içinde bir yerdi. 1971 yılına kadar, askeri tutuklu ve hükümlüler için kullanılmıştı. Biz ilk günlerde asker tutuklularla bir arada kaldık. Sonra onları başka yere taşıdılar. Koğuşların arasında bir berberimiz vardı. Berber, askerler arasından seçilmişti.

Onun küçük pikabında 45’lik plakları dinlerdik. Biz geldiğimizde Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Arslan Mamak’taydı. İdama oradan götürüldüler. Deniz Gezmiş, Selda Bağcan’ın “Mahpushane içinde mermerden direk” türküsünü çok sever, sürekli çalınmasını isterdi. Sadun Aren, Uğur Mumcu, Uğur Alacakaptan, Altan Öymen, Muammer Aksoy, Fakir Baykurt Dış B koğuşundaydı. Talat Aydemir ve Fethi Gürcan, giriştikleri iki darbe kalkışmasının ardından idama buradan götürülmüşlerdi. Bu binayı Aydemir’in inşa ettirdiği rivayet olunurdu. Yıldırım Bölge Kadınlar koğuşunda da Behice Boran, Sevim Belli, Sevgi Soysal, Oya Baydar, Fatmagül Berktay, İpek Çalışlar, Ferai Tınç, Gülay Göktürk… kalıyordu.

Nasıl asker kişi olduk?

Darbeciler, Meclis’i kapatmamışlardı. Kararları askerler veriyor istediklerini, Meclis’e ve sivillere yaptırıyorlardı. Cezaevi müdürü albay M. Kemal Saldıraner bir akşam sayım sırasında bir bölük askerle içeri daldı. “Sizi asker kişi olarak görmek istiyorum. Saçınız sakalınız, duruşunuz asker gibi olacak” dedi. İtiraz edince coplarla giriştiler. Saldıraner uzlaşmak adına “Peki subay statüsünde olun. Saçınız ona göre kesilsin” sözleriyle bizi ikna etmeye çalıştı. “Biz siviliz” diyerek karşı çıktık. Çavuş, Faruk arkadaşımıza bir tokat attı.

Faruk boksördü. Sert bir yumrukla çavuşu yere serdi. Aradan birkaç gün geçti. Meclis’te, “Askeri mahkemelerin tutukladığı kişiler kadın olsun erkek olsun asker kişi sayılır” şeklinde bir kanun kabul edildi. Biz resmen “asker kişi” olduk. 12 Mart cuntası ülkemize ağır bedeller ödetti. Ancak toplum direndi. Geniş bir darbe karşıtı cephe oluştu. Gün geldi Meclis, cuntayı dinlemedi. Darbecilerin Cumhurbaşkanı adayı general Faruk Gürler TBMM tarafından veto edildi. Türkiye 1973 seçimleriyle darbecileri alt etti.