Özlem Çetinkaya

20 Mayıs 2020, Çarşamba 08:06

Karantina bana ne öğretti?

Temas, temas, temas… İnsanın en temel ihtiyacı. Karanlık bir odada gözlerimizi açsak ilk yapacağımız şey, ellerimizle etrafa dokunmaya çalışmak. Parmak uçlarımız sihirli bizim. Parmak uçlarımızda yaşam enerjimiz. Minicik bir dokunuş yetiyor iki aşık insanı diyar diyar gezdirmeye… Sarılmak desen, en güçlü sakinleştirici. Sözün bittiği yerde sarılmak girer devreye. Hem öyle bir girer ki acın hafifler, mutluluğun coşar. Öylesi bir güç; sana hizmet edeni büyüten, hizmet etmeyeni azaltan.

Ve bir gün dediler ki bize; “Sarılma. Dokunma. Konuşma.” Maskelerin ardına saklandı yüzler, eldivenlerin içine hapsoldu eller. Birbirimizden kaçar olduk, maskelerin dışında kalan gözlerimiz şüpheyle, korkuyla bakar oldu birbirimize. 'Sosyal mesafe' denildi adına ama aslında kocaman bir 'fiziksel mesafe' girdi aramıza. En temel ihtiyacımız öylece, birdenbire, aniden, hiç aklımızda yokken alınıverdi elimizden.

Zamanında sarılamadıklarımıza üzülür olduk, zamanında burun kıvırarak kapısını açtığımız büyüklerin kokusu o kıvrılmış burunlarımızda tüter oldu. Kim bilir, belki de değerlerini anladık. Samimi itirafımdır, ben yoğun olduğum dönemlerde ilk sevdiklerime ayırdığım zamanlardan çalardım. Karantinada anladım ki, sevdiklerimle zaman kumbaram çok da dolu değilmiş. Bazen insan sert bir dille öğreniyor öğrenmesi gerekeni. Dilerim öğrenmişimdir ayrıca. Bizim işimize geldiğinde öğrendiklerimizi çok çabuk unutabilme kapasitemiz malum - insanız.

Temas dedim ya hani yazının başında; temas insanın en önemli ihtiyacı. Ondan sebep sosyal medya çıldırdı. Ondan sebep insanlar -ben de dâhil- Instagram canlı yayınları, söyleşiler, yemek tarifleri vs. paylaşır oldu. İnsan kendi varlığını bir şekilde göstermek istiyor. "Ben buradayım, güvendeyim, bedenimdeyim" seslenişi…

Bilgilerini sandıkların içine sarıp sarmalayanlar ücretsiz paylaşımlara açtılar. Açtık. Neden? Beden ve ruh istedi… Yumuşamak istedi kalpler, paylaşarak çoğalmak istedi. Bir arada olmaya, temas halinde olmaya ihtiyaç duydu bedenlerimiz, ruhlarımız.

Bu karantina döneminde insanın beden, ruh ve zihin sisteminin ahenkli işleyişine bir kez daha âşık oldum ben.

Âşık olmak beni hayatta tutan şey. Çok şükür!

13 Mayıs 2020, Çarşamba 07:07

Sakral çakra ve sakral çakrada şifa çalışması

Bedenimizin yaratıcılık bölgesi, ikinci çakra. Namı diğer, sakral çakra. Göbek deliğimizin iki parmak altında yer alıyor. Rahim bölgesi… Yaratımın olduğu yer, şefkatle sarılıp sarmalandığımız yer, kendimizi güvende hissetmek istediğimizde olmayı hayal ettiğimiz yer…

Topağa ektiğimiz tohumlara can suyunu buradan veriyoruz. Ondan sebep elementi, su.

Büyürken, özellikle altı aylık olduğumuz dönemle iki yaşına kadar geçirdiğimiz süre, yaşadıklarımız da bu çakranın denge oluşumunda kıymetli, gün içinde yaşadıklarımız da. Dengesiz olduğunda kendimizi sürekli suçlu hissediyoruz. Duygusal dengemiz alt üst oluyor. Hayattan tat almaz hale gelmemiz de buradaki dengesizlikten zira bağlı bulunduğu duyu organımız dil.

Kendimizi başkalarıyla sürekli kıyaslamaya başladıysak, ve hatta başkalarına karşı kıskançlık hissimiz varsa; kararsızlık yaşıyor, bir türlü ne yapacağımızı bilemiyorsak, daha önce yazdığım gibi hayattan tat almıyorsak, hayata ürkek ürkek yaklaşıyorsak; sürekli birileri bizi onaylasın diye bin takla atıyorsak, kimliğimizi oturtamıyorsak… Hayal ile gerçeği ayırt edemiyorsak, olaylara son derece bencil bir şekilde yaklaşıyorsak, herkesi ve her şeyi sahiplenme peşindeysek… Dengesiz bir ikinci çakraya hoş geldik, sefa getirdik.

Size nefis bir yazı egzersizi:

O halde lütfen dans edin. Belinizi ve kalçanızı kıvırabileceğiniz ritimde bir müzik açın ve doya doya dans edin. Hatta belinize turuncu bir şey bile bağlayabilirsiniz  Ve kahkaha atın… İçten gelen, tüm iç organlarınızı harekete geçiren kahkahalar…

30 Nisan 2020, Perşembe 07:47

Köklere yolculuk

Mart ayının son günlerinden bu yana hiç hayal etmediğimiz, aklımızın ucundan geçmeyecek zamanlar geçirdiğimiz muhakkak. Kimi zaman sürece alıştığımız fikrinde oluyoruz, kimi zaman içimiz sıkılıyor, geriliyoruz, belirsizlik canımızı sıkıyor. Özlüyoruz. Özledik. Dokunmayı, sarılmayı, sevdiklerimizle temasta olmayı. Özellikle de aile büyüklerimizle. Köklerimizle…

Son zamanlarda sosyal medyada katıldığım programlarda ya da açtığım atölye çalışmalarında en çok karşıma çıkan sorulardan biri; “Dengemizi nasıl koruyacağız?

Bu soru ne zaman sorulsa gözümün önünde kök çakra sembolü beliriyor. Kıpkırmızı bir kök çakra… İşe kök çakrayı dengelemeye çalışmaktan başlamalı, zira bu dönemde dengesi hayliyle bozuldu. Neden? Çünkü kendimizi güvende hissetmiyoruz. Çünkü her gün hastalanan, yoğun bakıma yatan ve hatta hayatını kaybeden insan “sayılarını” duyuyoruz, görüyoruz. Aile büyüklerimizi ziyaret edemiyoruz. Etsek bile belli bir mesafeden daha fazla yaklaşamıyoruz. Hafızamızda kalan kokularını içimize çekerek hasret gideriyoruz nicedir.

Her gün birbirinin tekrarı gibi. Bedenler hareketsiz, zihin son derece karmaşık. Uyku düzeni alt üst oldu. Yeme–içme düzeni, aynı şekilde. Korkuyoruz. Ne kadar dile getirmesek de korkuyoruz. Yaşadığımız süreci kabule geçmek çok kolay değil.

Bütün bunlar kök çakranın ana konuları. Omurganın alt tabanında, kuyruk sokumu bölgesinde yer alan kök çakra…

Dengelemek için neler yapacağız? (Ki okuduğunuzda göreceksiniz, bedenleriniz zaten otomatik olarak bunları yapıyor ya da yapmak istiyor)

o Ben güvendeyim.

24 Nisan 2020, Cuma 10:00

6 dakikalık farkındalık egzersizi

Merhaba

Dilerim bundan böyle, her hafta cuma günleri, bu platformda sizinle birlikte olacağım. Ben bir Terazi burcuyum. Yükselenim Oğlak. Ay burcum da. Astroloji ile ilgili olanlar hayatımda denge oluşturmanın benim için çok da kolay olmadığı hakkında hemfikir olacaklardır. Şu an itibari ile 46 yaşındayım ve bu süreçte farkına vardım ki, bana yaşamda dengemi bulmamda en büyük destek “yazmak” olmuş. Yazının iyileştirici gücü muhteşem. Çok kuvvetli. “Ama benim yazıya hiç kabiliyetim yok” demeyin hemen. Olması gerekmiyor. Edebi metinler yazmaktan bahsetmiyorum; bizi bize anlatan metinlerden bahsediyorum ve inanın bana her birimiz yazabiliyoruz. “Yazamam” deyip de kelimeleri kalplerinden kağıda döken o kadar çok insan gördüm ki hem kendi düzenlediğim, hem de kendi katıldığım atölyelerde. Yazı, terapi süreçlerinde dahi kullanılan iyileştirme yöntemlerinden biri.

Yazarak içimizde olan biteni dışa vurmak bizi ruhsal, zihinsel ve aynı zamanda fiziksel olarak iyileştiriyor. Biliyorsunuz; birçok fiziksel rahatsızlığın sebebi –hatta belki de hepsinin- ruhsal ve zihinsel. Belki bir başka yazıda bundan da bahsederiz.

İster misiniz bu ilk buluşmamızda bir yazı egzersizi yapalım birlikte. “Evet isterim” diyenler lütfen şimdi kaleminizi ve kağıdınızı elinize alınız. Özellikle “kalem – kağıt” dedim, çünkü eski usul yazmak bu gibi çalışmalarda bilgisayardan ya da akıllı telefonlardan çok daha etkili oluyor. Çok daha organik :) Her şeyin organiğinin peşinden koşuyorken yazının neden organiği ile hemhal olmayalım öyle değil mi?

Evet…

Hazırsanız, başlıyoruz.

Öncelikle sakince yazabileceğiniz bir yere geçin.