SÖYLENEN: “Bugün (26 Mayıs 2024) Refah’ta sivillerin sığındığı çadırlara bomba yağdı. 45 Filistinli yanarak can verdi. Saldırıda ABD yapımı GBU-39 bombalar kullanıldı.”
SÖYLENMESİ GEREKEN: “Refah, bugün bir teknoloji deneyine sahne oldu. Kullanılan bombanın ABD yapımı GBU-39 tipi olduğu belirlendi. Bu ‘hassas’ silah, bir şehirde, sivillerin yaşadığı yerde test edildi. Refah, silah endüstrisinin açık hava laboratuvarına döndü. Kobay olduğundan habersiz 45 kişi, bu deneyde hayatından oldu.” Bu abartılı bir örnek tabii. Şimdi bir bakın. Hangisi size orada yaşayanların ‘sadece insan’ olduğunu hatırlatmaya yardımcı oluyor? Hangisini bu saldırının, onların hayatının gerçeğiymiş ön kabulüyle okuyorsunuz? Gazze’de olanlara tepki vermek için ‘etnik temizlik’, ‘işgal’, ‘soykırım’, ‘bomba yağdı’ gibi tetikleyici ifadelere ihtiyacınız oluyor mu? Paris’teki bir konferansa katılan insan hakları aktivisti Filistinli-İsrailli Amira Mohammed, şöyle diyor:
ADALET DİLDE BAŞLAR
“Her konuşmada sarsıcı ifadeler aramaya çalışmaktan yoruldum. Bu tür ifadeler artık ne politikaları değiştiriyor ne de insanları. Biz (Filistinliler) kahraman değiliz. Kötü karakterler de değiliz. Kurban da değiliz. Biz, anneyiz, babayız, kız kardeşiz, ağabeyiz, doktoruz, yazarız, şairiz. Biz insanız. İstediğimiz şey, asgari olan adalet, barış, özgürlük.” Bu konuşmayı sindirmem zaman aldı. Üzerine sürekli notlar ala ala, empati üzerine makaleler okuyarak düşündüm. Mohammed’in bu sözleri, aslında hepimizin Gazze’ye bakarken düştüğü tuzağın aynasıydı. Biz yıllardır Gazze halkıyla ‘empati’ yapmaya çalışmayı iyi niyetli bir dil sandık. Ama o dili yukarıdan kurduk. Merhamet etmek haddimizmişçesine. Oysa onların merhamete değil, adalete ihtiyacı var. Ve adalet, eşit görmekle başlıyor. Eşitlik nasıl kurulur peki? Önce dilde kurulur. Sürekli dramatize ederek, trajik örneklerle yapılan anlatı adaletsizdir. En büyük görev de biz medya temsilcilerine düşüyor. Görevimiz ağlatmak değil, adaleti sorgulatmak olmalı.

GÜLLÜ VE TOPLUMSAL GÜVEN EROZYONU
Böyle bir başlık atmamış olmayı, bu konuda yazmamış olmayı dilerdim. Güllü’nün kaybı benim için de bir hayranı olarak sarsıcı oldu. Onun ölümüyle ilgili spekülasyonlar, şu ara masalarda mutlaka bahsi geçen bir konu. Olay cinayet büro tarafından soruşturuluyor ve aydınlatılacaktır, fakat konuşmamız gereken bir mesele var. Bu şüphe nasıl doğdu? Neden bir ölümü, hayatın olağan akışını, fıtratı reddetme eğilimi bu kadar yaygın? İngiliz şarkıcı Liam Payne geldi hemen aklıma. O da Arjantin’de kaldığı otelin balkonundan düşüp ölmüştü. Amacı havuza atlamaktı. intihara sürüklendiği iddiası bir süre konuşuldu. Yani bu tür ölümlerde bir fail arama ihtiyacı oldukça fazla. ‘Toplumsal güven erozyonu’ diyor buna sosyal psikolog Jan-Willem van Prooijen ve Karen Douglas.

SENARYO İSTİYORUZ
Tarihte çok sık yaşanmış bu erozyon. Yani sanıldığı gibi modern çağa özgü değil. Genellikle kriz dönemlerinde eğilim oluyor bu yaklaşıma. Gerçeğin işleyişine olan inancımız sarsıldığında birinin balkondan düşmesine ‘kader’ demekte zorlanıyoruz. Bir senaryonun parçası olarak görmek istiyoruz. Geçen hafta işlediğim komplo ekonomisi de bunun bir diğer yüzü. Bu varsayımları besliyor. Komplolar, dünyada alternatif bir açıklama olmaktan öte hakikatin yerini alan kültürel bir norma dönüşüyor... Bugün sosyal medyada etkileşim sayesinde para basan yankı odaları, insanlara inançlarını besleyecek içerikler sunuyor... Bu yüzden gerçekten çok, onun yankısını duyuyoruz. Hayatın çalışma şeklinin sandığımızdan çok daha karmaşık ve ihtimaller denizi olduğunu unutabiliyoruz. Çünkü sadece ekrana bakarak; içinde değil dışında, seyirci gibi ‘yaşıyoruz.’
YENİ SİYAH: GRİ
Moda haftaları sürerken podyumda da sokakta da en dikkatimi çeken stil, gri takımlar, elbiseler, kabanlar oldu. Her şey bir anda grileşti. Gri deyince, aklıma hemen Julia Roberts’ın 1990’daki Altın Küre’de giydiği ikonik Armani takımı geliyor.

O zaman şıklık algısını ters yüz etmişti. Çok güçlü ama dişi de görünmenin mümkün olduğunu fısıldıyordu. Grinin yeniden yükselişinde kurumsal hayata dönüş kadar dünyadaki ruhsal iklimin de etkili olduğunu düşünüyorum. Hepimiz sisli bir düzlemde kendimize bir yer-yön belirlemeye çalışıyoruz. Bu dönemin bir rengi olacaksa bu gri olurdu, kesinlikle.

