Rükzan Sağır Mücadele ve empati pazarı: KanserTok

HABERİ PAYLAŞ

Mücadele ve empati pazarı: KanserTok

Bu başlığın orijinali; ‘CancerTok’. Kanser ve TikTok’un birleşmesinden geliyor. Günümüzde, özellikle pandemi sonrasında belirgin bir şekilde gençler arasında artan kanser vakaları, hastalığın yaşanma şeklini de değiştirdi.

Mücadele ve empati pazarı: KanserTok

Dijital çağa doğan ve bu çağda büyüyen, iletişim dilini dijital olarak kurmayı öğrenmiş nesil, hastalığını da elbette bu platformlar üzerinde yaşıyor. Dans eden, kahkaha atan, peruk takan ya da dökülen saçlarını gururla sergileyen pek çok genç insan paylaşımına siz de denk geliyor olabilirsiniz. ‘CancerTok,’ onların yarattığı dijital gerçeklik evreninin adı aslında. Acı yaşarken bir kenara çekilip sessizleşmek yerine görünür olmayı tercih ediyorlar. İşte tartışma bu noktada başlıyor. Acı görünür oldukça, inandırıcılığını kaybeder mi? Zira kanser hastalığı neredeyse tüm kültürlerde aynı ezberle öğretildi... Solgun yüzler, sessiz bakışlar, ağır adımlarla, derin bir depresyon içinde yaşandığını sanıyorduk. Ama bu hikaye hem eksik hem de eski. Kanser, sandığımızdan çok daha karmaşık bir süreç. Onlarca türü ve birçok evresi var.

Haberin Devamı

Mücadele ve empati pazarı: KanserTok

TEK TİP HASTA YOK

Her hasta aynı şekilde görünmüyor. Zira her tedavi aynı değil. Bazı kemoterapi ilaçları ve radyoterapiler dozuna, kombinasyonuna ve kişinin genetik yapısına bağlı olarak etki ediyor. Her zaman saç dökülmesi ve zayıflama görülmeyebiliyor. Bu tartışmayı İngiliz Prenses Kate tedavi olurken de çok duymuştuk, neden ‘sağlıklı’ göründüğüne dair spekülasyonlar yapılmıştı... Bizim sorunumuz, tek tip bir hasta profili aramamız. İyi göründüklerinde iyileştiklerini varsaymamız. TikTok’ta hastalığını paylaşan Sydney Towle da böyle bir mağduriyet yaşadı. Enerjik olduğundan, seyahat ettiğinden hasta olmayıp ilgi arsızı olmakla suçlandı. Onkoloğu açıklama yapmak zorunda kaldı... “Hastalık her zaman dışarıdan anlaşılmaz” dedi. Üstelik de 4. evre kanserdi! Bir başkasının mücadelesine bakarken onların gerçeklerine mi yoksa kendi beklentilerimize mi tanık olduğumuzu her seferinde sorgulamamız, bizi empatiye yaklaştırır. Çok sevdiğim bir söz var Platon’a atfedilen... “Tanıştığınız herkes, hakkında hiçbir şey bilmediğiniz bir savaş veriyor. Nazik olun. Daima.”

Haberin Devamı

Mücadele ve empati pazarı: KanserTok

HEPİMİZ ÇOBANIYIZ BU TOPRAKLARIN

Bu çağın en büyük lüksü artık para ya da prestij değil: Temiz gıdaya ve nefes alınabilir havaya erişim. Bu nedenle artık şehrin ne kadar içinde değil uzağında yaşayabildiğiniz, güvenli alanda kalabildiğiniz önemli bir statü sembolüne dönüşüyor. Her geçen gün tarım ilacı (pestisit) kalıntılarıyla ilgili yeni bir haber, bir başka ‘organik’ etiketli markanın iç yüzü ortaya çıkıyor. Ne yediğimizden endişe etmek, bizlerde gıda güvenliği kaygısına, bu da bir tür agrofobiye (tarım ilaçlarına ve endüstriyel üretime duyulan kaygı) dönüşüyor... Güvenilir sandığımız markaların bile sabıkalı çıkması, bakanlık ifşalarına konu olması, bizlerde yeni nesil bir travma yaratıyor. İşimiz hiç de bu değilken etiket okuma uzmanlarına dönüşüyoruz. Tam da bu ihtiyacın içinden doğan yeni bir oluşumla tanıştım. Hataylı Şef Jale Balcı ve ortaklarının kurduğu ‘Panmarket’. Adı, Yunan mitolojisindeki çoban tanrısı Pan ve pazar anlamındaki ‘market’ten geliyor. Her ürün yerel, güvenilir, analiz edilmiş ve en önemlisi pestisitsiz! Mümkün olabilir mi böyle bir şey? Evet. Doğaya ve tarıma saygıyla Türkiye’nin dört bir yanından çiftçilerin en taze ürünlerinin sofralarımıza taşınmasını sağlayan çevrimiçi bir pazaryeri. Üstelik sadece sağlıklı beslenmeyi değil, nesiller boyu aktarılan üretim bilgisine ve toprak kültürüne sahip çıkma sorumluluğunu da üstleniyorlar. İşte sofralarımıza Şemdinli’den gelen bal, Manisa’dan gelen keçi tereyağı, Çanakkale’den gelen kuşkonmaz ya da Maraş’tan gelen sucuk, bu sayede hem sağlığımıza hem de kültürel miras geleceğimize bir yatırım oluyor... Toprağımıza sahip çıkan herkesin kıymetini bilelim.

Haberin Devamı

Mücadele ve empati pazarı: KanserTok

HATIRLIYORUM ÖYLEYSE VARIM

Hatırlamak nerede başlar? Bir sesle mi, bir cisimle mi, hiç beklenmedik anda sızan bir ışıkla mı, bir kokuyla mı? ‘Hatırlama Biçimleri’ sergisi, bu soruları sunuyor. Cevaplamaya çalışmadan. Elgiz Müzesi’nde açılan sergide küratör Begüm Güney, hafıza, mekan, ritüeller, sessizlik arasında bir dengesi olan eserleri buluşturuyor. En çok Delal Eken’in ‘Kayıp Işığın Gölgesi’ ve Buşra Çeğil’in ‘Bir Fincan Kahvenin Kırk Yıl Hatırı Var’ adlı yerleştirmelerinden etkilendim. İkisi de hafızayı zorlayan işler. Çeğil’in çalışmasında hafıza, gündelik kahve ritüelinin içine yerleştirilirken Eken, üzerini örttüğümüz her şeyin Ay ışığı gibi beklenmedik bir ışıkla sızmasını, saklananların sessiz kalmadığını çağrıştırıyor. Baktıkça bambaşka çağrışımlar oluyor. Hatırlamak bir yerden başlıyor. Bazen en derinden bazen kırıkların arasından. Dünyada da yeni nesil genç sanatçıların daha çok bellek üzerine çalışmaları artıyor. Çeğil, ayaküstü sohbetimizde bu çağda en çok mahrum kalınan şeyin ortak hafıza yaratmak olduğundan dem vurdu. Bu nedenle akranlarıyla bellek üzerine yoğunlaştıklarını söyledi. Dijital dünyada her şey suya yazmak gibi çünkü. Sanatın bu noktadaki direnişine hayran olmamak elde değil.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder