Şafak Coştu

17 Aralık 2023, Pazar 07:00

Avukat suç işlerse!

Bir meslektaşınızın yani bir avukatın bir savcı odasında çekilmiş resimleri günün konusu oldu. Bunun sakıncası neydi? B.K.

Bu soru son birkaç gün içinde bana yazılı veya sözlü olarak sorulan sorular arasında ön sırayı alıyor. Bir avukatın bir savcının odasında poz vererek çekilen resim ile birlikte “Ben asla kaybetmem ya kazanırım ya da öğrenirim” notu bu avukatın adli mercilerle işbirliği içinde olup ele aldığı davaları bu yolla kazandığı izlenimi vermekte olup, bırakın bir adli makamla yakınlık kurmayı, avukatın kendini methedici mahiyette yazılar yazması bile disiplin suçudur. Bizim Avukatlık Kanunu’muz avukatların reklam mahiyetindeki yazılarını ve sözlerini yasaklamıştır. Avukatlık Kanunu der ki: “Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler.” Bir başka maddede: “Avukatların iş elde etmek için, reklam sayılabilecek her türlü teşebbüs ve harekette bulunmaları ve özellikle tabelalarında ve basılı kâğıtlarında avukat unvanı ile akademik unvanlarından başka sıfat kullanmaları yasaktır.”

* * *

Bir başka madde şöyledir: “Avukatlık onuruna, düzen ve gelenekleri ile meslek kurallarına uymayan eylem ve davranışlarda bulunanlarla, meslekî çalışmada görevlerini yapmayan veya görevinin gerektirdiği dürüstlüğe uygun şekilde davranmayanlar hakkında bu kanunda yazılı disiplin cezaları uygulanır.” Bunlar yasa maddelerinden üçü. Bir de bizim uyulması şart olan meslek kurallarımız vardır. Burada da bazı maddelerden söz edeyim: “Avukat, mesleki çalışmasını kamunun inancını ve mesleğe güvenini sağlayacak biçimde ve işine tam bir sadakatle yürütür.” “Avukat, mesleğin itibarını zedeleyecek her türlü tutum ve davranıştan kaçınmak zorundadır. Avukat, özel yaşantısında da buna özenmekle yükümlüdür.” “Avukat, yazarken de, konuşurken de düşüncelerini olgun ve objektif bir biçimde açıklamalıdır. Mesleki çalışmasında avukat, hukukla ve yasalarla ilgisiz açıklamalardan kaçınmalıdır.” “Avukat, salt ün kazandırmaya yönelen her türlü gereksiz davranıştan titizlikle kaçınmalıdır.” “Avukat kendine iş elde etme niteliğindeki her davranıştan çekinir.” “Hakim ve savcılarla ilişkilerinde, avukat, hizmetin özelliklerinden gelen ölçülere uygun davranmak zorundadır. Bu ilişkilerde karşılıklı saygı esastır.”

* * *

Yukarıdaki maddeler uyulması şart olan hususlardır ve bunlara aykırı davranmak disiplin cezasını gerektirir. Bu nedenle de bu avukat bağlı bulunduğu baroya da şikayet edilmiştir ki şayet unsurları var ise Ceza Kanunu hükümleri uygulansa bile yapılan inceleme sonucu yukarıya aldığım maddelere aykırılık tespit edilirse ayrıca disiplin cezası da alacaktır. Disiplin cezaları ise uyarma cezasından meslekten çıkarmaya kadar varan cezalardır.

10 Şubat 2021, Çarşamba 19:16

Utanıyorum bu siyasetten

Sanırım geçmişe duyulan en büyük özlem siyasetçileri aynı masada görmek. Tavuk mu yumurtadan çıkar yumurta mı tavuktan? Siyasetçi mi toplumu ayrıştırıyor yoksa toplum zaten ayrıştığı için mi bu siyasetçileri seçiyor? Kısır bir döngü bu durum. Binali Yıldırım ve Ekrem İmamoğlu, İsmail Küçükkaya’nın moderatörlüğünde seçim öncesi bir araya gelmesi olay olmuştu. Olur tabii, halk en son ne zaman böyle bir sahne gördü ki? Küçük bir kızdım ama hatırlıyorum; Siyaset Meydanı’nı herkes gelirdi. Medenice konuşulur, halkın fikirleri dinlenir, zıt görüşler karşısında düşünceler dile getirilirdi. Uzlaşma olmazdı belki ama halk o insanları aynı masada gördüğü için bu denli bir ayrışma da olmazdı.

Ben 1991 doğumluyum. Twitter’da '1991 Seçim Açık Oturum' diye bir programa denk geldim. Süleyman Demirel, Erdal İnönü, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve Doğu Perinçek oturmuşlar, seçim çalışmalarından bahsediyorlar. Birbirlerini yumruklamadan, hakaret etmeden, ismin önüne arkasına “sayın” getirerek… O’cu, bu’cu olmadığı için programı herkes izliyor. Halk, karşı fikirlerle empati kurabiliyor, her yönden analiz yapabiliyor, karşılaştırabiliyor, takım tutar gibi parti tutmak yerine fikirleri savunuyor… O zamanlar kıymeti bilinmiyor bunların, her hafta halkla bir araya geliyor zaten siyasetçiler. Öyle ulaşılmaz, kopuk değiller. Sonra dönüp bakıyorum Siyaset Meydanı’na, 32.Gün’e oturtmuşlar gençleri fikirlerini dinliyorlar, soru sorabiliyor o zamanki gençlik. Soru sormak için okuyorlar, ilgileniyorlar, gündemi takip ediyorlar. Birilerine ulaşabilirseniz, bilgi daha keyif verir insana, kendinizi ifade edebilirseniz daha çok benimsersiniz ülkenizi… Bu durumun farkında o zamanki siyasi büyükler.

Şimdiki gençlerin en çok eleştirildiği konu apolitik olmaları. Bence Z kuşağını "TikTok’çu" diye eleştirmeden önce kendinizi sorgulamalısınız. Gençlik nereye gidiyor, diye. Anı kurtarmak bir çözüm değildir. Sorgulayan, düşünen, okuyan, üslubu düzgün bir nesil yetiştiremediysek bu hepimizin sorunudur. Bu hatadan dolayı Z kuşağını her alay malzemenize konu edemezsiniz. Kaldı ki ben sosyal medyada Z kuşağına yapılan bu eleştirileri kabul etmiyorum. Doğduklarından 2 sene sonra okul stresine giren, ailelerin “en” kavramına layık olmak için çabalayan, büyüklerinin gerçekleştiremedikleri hayallerinin projesi olan, geleceğinden umutsuz olan, her sene değişen eğitim sisteminin figüranları yaptığımız bu kuşağa dönüp söz söylemekten utanmalıyız.

Sadece z kuşağına yapılan bu muameleden değil utancım;

UTANIYORUM!

01 Şubat 2021, Pazartesi 10:20

Vurun kahpeye!

Önceleri bu söz sadece bir kitap isminden ibaretti. Şimdilerde eline telefonu alan herkesin parmakları ucundaki galeyana getiren iki söz. Sorsan herkes çok saygılı birbirine, herkes kadına yönelik şiddeti en ağır dille kınıyor, herkes emek harcıyor daha iyi bir Türkiye için! Ya bu işin arka planı?

Çalışma hayatına başladığımdan beri gerçek dünyayla tanıştım. Daha sorgulayıcı bir bakış açısıyla bakıyorum hayata artık. İlk işim olan öğretmenlikte resmi iznim olan 3 günlük evlilik iznim hemcinsim olan yöneticiler tarafından kullandırılmamıştı. Şimdi en sıkı kadın hakları savunucusu kendileri. Mesela bir gazeteci kimliğiyle -sözde- kadın hakları savunucusu birini arıyorum; aldığım cevap şu; “Ne? Yok yok istemez.” Yahu bu kadar mı sosyal medyadakiyle gerçek hayatınızdaki haliniz farklı? Bu kadar mı savunduğunuz şeyle çelişiyorsunuz? Hani kadınlar birbirini dinlemeliydi? Elbette reddetme hakkı var röportajı, daveti her neyse… Ama daha kibar, daha insani, daha destekleyici… Oturuyorum, kahve içiyorum, yazdığı kitapla ilgili sohbet edeceğimi sanıyorum o bilgisini çok takdir ettiğimiz insanla… "Çocukları şöyle yetiştirmeliyiz, böyle sakin olmalıyız" diyen insan 5. saniyede anneliğimi aşağılamaya, bana hakaret etmeye başlıyor. "Bu da iyi bir PR ürünüymüş, geç" diyorum. Malum hepimiz kadın hakları savunucusuyuz. Ama elimizdeki telefonla kadınların paylaşımlarına belaltı küfür etmekten de kendimizi alıkoyamıyoruz. Hadsiz mesajlar göndermek, küfür etmek, yaptığı işi değersizleştirmek, “Atın bunu işten” demek… Psikolojik şiddet değil midir?

Eleştiriyi kabalık ve hakaret sanıyorsak, toplum olarak olmamışlığımızı bir kez daha düşünmeliyiz belki de. Bir kez daha dönüp yetiştirdiğimiz istisnasız hepsinin “üstün zekalı” olduğunu düşündüğümüz çocuklarımızı toplum içinde daha çok incelemeliyiz, doğruyu yanlışı daha çok anlatmalıyız ki daha sakin, daha kibar bir toplum olalım.

14 Ocak 2021, Perşembe 10:49

Eğitime bir yıl ara

Geçenlerde Mesut Solak ile güzel bir söyleşi yaptık. Eğitimden ve eğitimin geldiği halden bahsettik. Keşke eğitimi 1 yıl dondursaydık, dedik. Herkes, her şey 1 yıl donsaydı. Öyle ya nereye yetişiyoruz ki? Ekstrem bir durum var sonuçta ortada. Böylelikle ne yarım kalmış konular, ne çekmeyen internetten kaynaklı fırsat eşitsizlikleri, ne anlaşılmamış sorular kalırdı ortada. Neye göre not vereceksiniz şimdi, neye göre sınıflandıracaksınız çocukları?

Bilgisayarı ve interneti olmayan çocuklarla, her türlü animasyondan, kurgudan, kaynaktan, derslerden, imkanlardan yararlanan çocukları aynı sınava mı sokacaksınız? Adalet bunun neresinde? Evet zaten özel okulların bu kadar artmasıyla eğitimde eşitsizlik diz boyu olmuştu fakat pandemiyle birlikte bu eşitsizlik olmaktan çıktı yüz karası bir durum olmaya başladı. Elbette eğitime bir yıl ara verilemezdi, bir ay tam kapanma yapılamadığı gibi. Bunca özel okul, bunca çalışan emekçi nasıl ayakta kalacaklardı? Olan yine çocuklarımıza oldu. Kaç kez özür dilesek az sizden çocuklar. Şimdi hepinizi aynı sınava sokacağız başarısız olursanız da sizden hesap soracağız! İroni şurada olacak babasının parasından dolayı avantajlı olanlar başarısız olurlarsa yine babasının parasıyla üniversitelere gidecekler. Dezavantajlı gruplar hem eğitimsiz, hem başarısız, hem de işsiz kalacaklar. Olsun bu dönemin neslini de bu şekilde heba edelim gitsin. Biz de genç nüfus çok. Yenileri üzerinde başka şeyler denenir. Ne diyordu Ali Ağaoğlu; “Bu değil, bu değil, bunların hepsi aynı…” deyip kağıtları yere fırlatıyordu. Biz de bu şekilde deneyerek gençleri yere fırlatıyoruz işte.

-Evinde interneti olmayan çocuğa kaç verilecek?

-Evinde televizyonu olmayan çocuk kaç alıyor matematikten?

-Her imkan önüne sunulan ama derste kamerasını kapatıp oyun oynayan çocuk çalışkan mı sayılacak?

-Pür dikkat derslerini dinleyen, notlarını alan çocuk herkesle denk mi sayılacak?

-Komşuya ders dinlemeye giden çocuk kaç aldı derslerden?

-Kardeşiyle dersi çakıştığında fedakarlık yapan abla kaç aldı matematikten?

11 Ocak 2021, Pazartesi 10:05

Ekran şövalyeleri

Karşısına geçip konuşamayacağın kişiyi sosyal medyadan linç edemezsin!

Toplumsal ayrışma olmadığını söyleyecek kişi yoktur herhalde. Her bölümde aynı kişiler farklı konuları tartışıyor. Bu gözler şunu bile gördü: 6 erkek çıkmış, kadın haklarını konuşuyorlar. Keşke aranıza bir tane de kadın alsaydınız da, o da kendi haklarını savunsa ve düşüncelerini söyleyebilseydi. Helal olsun ama o adamlara; çıkıp Trump-Biden seçimini de konuşuyor, sıfır tıp bilgisiyle koronavirüsü de konuşuyor, erkek haliyle kadınların ne yaşadığını da konuşuyor…

Her televizyonun izleyici kitlesi oluştu. Bir kitle diğerini izleyince kendisini kirlenmiş hissediyor. İnsanlar, neye karşı çıktığını bilmeden, dinlemeden haykırışlarda bulunuyor. Oysa bir düşünceye karşı çıkıyorsan önce o düşünceyi araştırmak, o ideolojideki kişiyle konuşmak gerekmez mi?

YOK! Yapmıyoruz işte. Ağzımıza pelesenk olmuş bir söz “o kim ki ben onunla konuşacağım?”

Hah işte o zaman hep kendi mahallende konuşmuş oluyorsun, kitlen hiç artmıyor. Kendini karşı tarafa anlatman gerekirken, karşı taraftan kimse seni dinlemiyor. Bu yüzden de sen hep Twitter şövalyesi olarak kalıyorsun.

Yeni bir programa başladık. Özlediğimiz günlerdeki gibi zıt görüşlü insanlar bir araya gelip, görüşlerini tartışıyorlar. İlk bölümleri çektik cesur konuklarımızla. İlay Aksoy-Ravda Nur Cuma ile Türkiye’de yaşayan Suriyelileri konuştuk, Sevda Türküsev- Didem Ceran ile bekaret konusunu konuştuk, Zeynep Direk-Kardelen Yarli ile tacizde ifşa konusunu konuştuk. Bu kişiler sadece sosyal medyada değil yüz yüze de düşüncelerini savunan, cesur kişilerdi. Çok da seviyeli geçti çekimlerimiz.

TBMM büyüklerimizin bize örnek olduğu gibi biz “tartışma” deyince yumruk yumruğa kavga etmeyi düşünüyoruz hemen. Düşüncelerin savunulması hiç gelmiyor aklımıza. Karşısına geçip konuşamayacağın bir kişiyi de sosyal medyadan linç edemez, bir ekranın arkasına sığınamazsın arkadaş!

Konuşmayı, fikir paylaşımını unuttuk. Çirkin bir ekran arkası cesaretine sahip olduk. O’cu, bu’cu diye ayrıştık. Kimse kimseye tahammül edemiyor, kimse kimseyi dinlemiyor.