Mulum gün geldi çattı… Yarın 14 Şubat Sevgililer Günü. Yani büyük gün. En azından beklentisi olanlar, sevgilisi olanlar için böyle. Bugünü kutlasa bile memnun edemeyenler, kutlamasa dayak yiyenler, kırmızılar, kalpler, ayıcıklarla abartanlar, gereksiz yere bugüne anlam yükleyenler, gelen hediyeyi beğenmeyenler, ‘sevgililer günümü kutlamadın’ diye kapris yapanlar, ‘bunu mu aldın bana’ diye ayarı kaçıranlar, Instagram’da göstermek için hediye verenler/alanlar… Ha bir de bu günü protesto edenler, ‘tüketim günü’ diyerek reddedenler, gülüp geçenler, yapmacık bulanlar var. Bunlardan hangisi olursanız olun; bugün kolay geçmeyecek! O yüzden tüm okuyucularıma bu günü kolay atlatmaları için sabır ve kolaylık diliyorum. Şimdiden geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Umarım herkes hasar almadan atlatır bu günü! Zor çünkü. Bakın, bu günün simgesi sayılan kırmızı güllerin tanesi 250 liradan satılmaya başlanmış. Hadi deyince herkes alabilir mi? İstese bile kutlayabilir mi? Öte yandan bir de tavsiyem var… Eğer Sevgililer Günü gibi yapmacık, tüketime yönelik, sahte bir günü kutlamadınız diye size kapris yapan varsa, tez elden hayatınızdan çıkarın onu! Yılın 364 günü size ilgi alaka gösteriyor mu, sırtınızı sıvazlıyor mu, sarıp sarmalıyor mu, hiç sebepsiz bir demet çiçekle ya da bir sözle gülümsetiyor mu, gözü hep gözünüzde, eli hep elinizde mi, siz asıl ona bakın. Asıl kıymetli olan budur. Gerisi de fasa fiso. Saçma bir gün yüzünden kimseyi üzmeyin, kalbini de kırmayın.
Sizin ilişkiniz belli mi?
Bir de ilişki durumu belirsiz olanlar var; asıl onlar ne yapacak 14 Şubat’ta? Sevgili olanların kutlamaya hakkı var mesela... Yani dümdüz sevgili misin ve bundan emin misin? Allah korusun, ya ‘situationship’teysen? Yani belirsiz, geleceği meçhul bir ilişki içindeysen? Peki ‘ghosting’ yaşadıysan? Yani olgunlaşmamış beyniyle hiçbir gerekçe belirtmeden iletişimi kestiyse partnerin? Sevgililer Günü’nde çıkıp gelir mi dersin? Ya ‘gaslighting’e uğradığın bir ilişkin varsa? Yani kişi kendi çıkarları için manipülatif bir şekilde yanıltıyorsa, aldatıyorsa seni? 14 Şubat’ı kutlayıp seni yine manipüle ederse? Valla acı ama gerçek, bunlar var maalesef. İlişki dediğin şey artık çok zor, herkes ve her şey çok acayip. O yüzden diyorum işte, çok da ş’etmeyin bence.
Papa bile olsan, yok birbirimizden farkımız!
Dünya sinemasının kalbinin attığı Oscar gecesinden (9 Mart) önce, aday filmleri izleme turundayım... Önceki gün Konsey (Conclave) filmini izledim. ‘En İyi Film’ de dahil tam 8 dalda Oscar’a aday. Görevdeki Papa’nın ölümü üzerine Vatikan’da acil toplantıya çağrılan kardinallerin yeni Papa’yı seçme sürecini anlatan bir film ve oldukça ağır. Ancak bu, filmin kötü olduğu anlamına gelmiyor. Müthiş etkileyici bir atmosfer, mükemmel sahneler, kusursuz renkler... Şiir gibi film desem abartmış olmam. O yüzden mutlaka sinemada izlenilmesi gereken bir film bu. Dünyanın her yerinden gelen kardinaller kendilerini dünyadan tecrit ederek Sistine Şapeli’ne kapanacak ve yeni Papa’yı seçecek. Seçimin adil ve huzurlu şekilde yönetilmesi için de Kardinal Thomas Lawrence görevlendirilmiş, ki onu ‘En İyi Erkek Oyuncu’ dalında Oscar’a aday olan Ralph Fiennes canlandırıyor. Kendisi Tanrı’ya değil ama kiliseye inancını yitirmiş, sistemi sorgulayan, adil ve dürüst bir yönetici. Adaylar arasında ise yok yok! Kadına ve eşcinsellere ılıman yaklaşan reformist bir aday, Homofobik, ırkçı görüşlere sahip bir başka aday, İlk siyah papa olma potansiyeline sahip aday, Rüşvet dağıtarak oy satın alan başka bir aday... Süreci en adil şekilde sürdürmeyi amaçlayanları ‘hırslı olmakla’ suçlayanlar, birbirinin altını oyanlar, suçunu inkar edenler derken aslında bu seçimin de politik bir seçimden hiçbir farkı olmadığını izliyorsun. Adayların ‘günah’ları da bir bir ortaya çıkıyor zaten. Filmin güzelliği şu; bizi bilmediğimiz bir ortama sokması, kapalı kapılar arkasında olanları göstermesi ama bu kadar uhrevi ortamda bile insanın değişmediğini söylemesi. Tanrı’nın birinci elden temsilcileri bile olsan, ayak oyunları, entrikalar, hırslar bitmiyor insanoğlunda. Papa olmaya kalksan bile! Filmden çıktığımda ise aklımda tek şey vardı: Jude Law’un oynadığı ‘The Young Pope’ dizisini tekrar izlemek. Beni kendime ancak o getirir!
En dedikoducu başkan!
Dünya tarihinin gördüğü en dedikoducu, en düşman çatlatma heveslisi başkanı olabilir mi Trump? Bence öyle. Bakın Super Bowl’da yuhalanan Taylor Swift’le nasıl eğlendi... Önce seyircilerin şarkıcıyı yuhaladığı görüntüleri paylaştı sosyal medyadan, ardından konuyla ilgili dalga geçen bir yazı yazdı. Nedeni de Taylor Swift’in onu desteklememesi. Daha önce de sınır dışı edebileceğini ima ettiği Prens Harry’nin eşi Meghan Markle’ı diline dolamıştı. Prensin yeterince sorunu olduğunu, “eşinin (Meghan) korkunç biri” olduğunu ve bunu yapmak istemediğini söylemişti. Başkan’a bakar mısınız, üst kattaki Hamiyet Teyze sanki! Uluorta, kamuoyuyuyla dedikodu yapıyor. Baklava kısır eşliğinde ‘gel iki lafın belini kıralım’ desen, koşarak gelecek bir vibe alıyorum kendisinden, hatta buna yemin edebilirim ama ispatlayamam.