Geçen hafta birkaç günlüğüne Bodrum’daydım. Çok tatlı bir pansiyon otelde, sakinliğin ortasındaydım. Odadan bahçeye çıktın mı hop çimenlere basıyorsun, oradan da denize atlıyorsun. Öyle bir güzellik ve huzur. Ta ki bir sabah, ‘Babaaa, babaaa’ diye bağırıp koşturan çocukların sesiyle uyanana kadar huzurluydum en azından! Bahçe katındasın, zaten çok kompakt bir otel, yani her şey iç içe... Ve sabahın 9’unda ciyak ciyak bağıran çocukların sesiyle uyanıyorsun. Üstelik hiç ‘yavrum uyuyor herkes, sessiz ol’ diyen bir ebeveyn sesi duymadım mesela. Bu ne rahatlıktır, bu ne terbiyesizliktir Allah aşkına! Beni eskiden beri okuyanlar şimdi diyecek ki, çocuklarla savaşın bitmedi bir türlü... İyi de, iki günlük tatilim ve biraz da huzur ihtiyacım var benim de, bu seslere uyanmak zorunda mıyım? Arkadaşım halime gülmeye başladı tabii ki “Çocuk düşmanı mısın sen?” diye. “Yoo değilim, şımarık ve terbiye görmemiş çocuklara karşıyım sadece!” dedim. İkisinin farkını anlayabiliyorsunuz değil mi? Sonra dedi ki bana; “Sence bu veletler neden anne değil de, baba baba diye bağırıyor peki?” “Çok net” dedim ve anlattım... Bu çocuklar evde babayı o kadar az görüyor ki. Bütün çileyi anne çekiyor, baba yok. Gelip akşam şımartıyor baba, o kadar. Normal şartlar altında sabah anneyle okula yollanıyorlar, her soruna anne koşuyor, akşam ödeviydi, banyosuydu, yatmasıydı hep anne başlarında. Tatile geldiklerinde de ‘babaaa babaaa’ diye büyük bir ihtiyaçla ve sevinçle babayla iletişim kuruyorlar. Onun dikkatini ve ilgisini böyle çekmeye çalışıyorlar. Olan da bize oluyor işte! Kimse çocuğuna ‘sessiz, yavaş çocuğum’ demiyor. Tatilde ya çocuk, özgür özgür takılsın. Kafamı uzatıp ben desem; bu kez de ‘ama o çocuk!’ diyecek. Zaten sorun burada başlıyor; “Çocuk o, her şeye hakkı var” yaklaşımından. Hayır, her şeye hakkı yok! O da bir birey ve topluluk içinde nasıl davranması gerektiğini anne babalar ona küçüklükten öğretmek zorunda. Bu yazı biraz da o yüzden yazıldı; hatırlatma ve rica amaçlı.
‘Latte Babası’ eksikti bir tek!
Yukarıda yaşadığım olayın hemen ardından şöyle bir haber gördüm... Instagram annelerinden sonra şimdi de ‘Latte Babaları’ çıkmış efendim! Sosyal medya için çocuklarıyla içerik üreten babalara böyle deniyormuş. Akademisyenlere göre, Latte Babası kavramı geleneksel baba rollerine bir alternatifmiş. Bu figür, babaların çocuk bakımında daha aktif olduğu bir imaj sunuyormuş. Geleneksel rollerin aksine, annenin iş hayatında olup babanın çocuk bakımını üstlendiği bir model. Bu babalar bebek arabasıyla yürüyüş yapıyor, çocukla kitap okuyor, oyun oynuyor. Bunları da Instagram’da paylaşıyor. Valla anne baba arasındaki görev dağılımı beni ilgilendirmiyor. Günün moda terimleri de beni hiç mi hiç enterese etmiyor. Beni enterese eden tek şey; çocuğunuza sahip çıkın kardeşim! Azıcık adap ve görgü öğretin. Zira yaz geldi, bizi ‘topunuzu keserim’ kıvamına sokmayın rica ederim.
Bayram kazaları azaldı ama...
Bayram boyunca radar şikayetleri dinledik malum... ‘Tuzak kurdular, EDS terörü’ diye söylenen söylenene. “Böyle tabela sistemi olur mu? 110 yazıyor, 20 metre sonra 50 yazıyor. Yahu el freni mi çekeceğiz” diyen bir vatandaşın videosunu izlediğimde hak vermedim değil kendisine. Ve o kadar çok böyle isyan var ki bu karmaşaya karşı. Saniyeler içinde saatte 70 km hızdan önce 50’ye, sonra da 30’a düşmenizi isteyen bir sistem olamaz gerçekten. Kimse radara karşı değil bu arada, bu şekilde olmasına karşı. Şu da bir gerçek; bu bayram ilk kez kazalar ve ölümler azaldı. Trafik canavarlarının hatta trafik magandaları diyelim biz ona; onların bu kadar bol olduğu bir ülkede bu önlemlerin alınması gerekiyor. Hep söylerim; bu ülkede en caydırıcı şey, ağır cezadır. Bir suç işlediğinde, cezasını ödeyeceğini bilmek bir tek durdurabilir insanı. Yani nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir. Daha çok ceza kesilsin bence ama sürücüleri de kanırtmadan ve delirtmeden. Belli ki bayramdaki malum uygulamaya, düzenleme şart.
Sosyal medya dipsiz kuyu!
Benim sosyal medyadan beynim yanmış durumda! Elbette hayat orada akıyor ve pek çok şey öğrenmek için de ideal ama bir doz var ki, gerçekten acayip. Bir tatlı tarifi görüyorsun mesela; “Oo ne güzelmiş, muzdan browni yapmayı kim akıl etmiş acaba?” diye bir foto çekip arşivine atıyorsun. Üzerine 87 tane tarif daha düşüyor önüne. Sordun mu bana mesela, ‘ister misin?’ diye? İstemiyorum kardeşim, baktım ve çıktım. Bitti. Ama tatlı tarifinden önümü göremiyorum kendi hesabımda. Magnezyumla ilgili bir doktor paylaşımı görüyorum diyelim, duruyorum dinliyorum, ilgileniyorum. Sonrası malum, 180 tane daha benzer içerik. Kafam karışıyor, hangi magnezyumu alıp kullanayım, şaşakalıyorum. Şampuan desen öyle, alışveriş desen öyle, temizlik desen öyle. Yahu her şeyi bocalamayın üzerimize! Bu sosyal medya ayarlarıyla oynayanlara sesleniyorum: Her şeyi tadında mı bıraksanız acaba?