Hayat pahalılaştıkça, alım gücü düştükçe herkesin ayarları şaşıyor. Hele de yeme içme sektöründe! Mekan sahipleri ayrı dertli, müşteri ayrı dertli. İşin kötüsü de -fırsatçılar hariç- herkes kendine göre haklı. Gelelim gündemdeki habere… Kafelerde ‘masa işgal ücreti’ dönemi başlamış! Haberlerde gördüm; bazı kafeler artan maliyetler nedeniyle ‘masa ücreti’ uygulamasına geçmiş. Özellikle üniversite öğrencilerinin yoğun olduğu İstanbul, İzmir ve Aydın gibi şehirlerde, uzun süre sipariş vermeyen müşterilerin hesabına yarım saatte bir 20-50 TL arasında ücret yazılıyor. Öğrenciler isyanda haliyle; “Taksimetre gibi çalışan kafe mi olur?” diyorlar. Kafe sahipleri ise buna mecbur olduklarını, bazı müşterilerin saatlerce oturduğunu ama sipariş vermediğini, bu şekilde maliyetleri karşılayamadıklarını söylüyorlar. Şimdi bu adamlar da kendine göre haklı değil mi? Bu tartışma yeni değil aslında, 2022’de de benzeri yaşanmıştı. Nişantaşı’ndaki bir kafenin, her masaya “Masa işgal süresi 30 dakika, asgari tüketim 30 TL’dir” uyarısı koyması tartışma başlatmıştı. “Bir kafenin bunu yapmaya hakkı var mı, yok mu?” diye günlerce konuşmuştuk. Ben de şöyle demiştim o gün yazdığım yazıda: “Mekanlar elektrik ücretlerinden, artan giderlerden dolayı öyle zor durumda ki, kimseye ‘Haksızsın yapamazsın’ diyecek durumda değiliz. Bir kafeye gidip, bir kahve sipariş edip altı saat oturursan, o insan nasıl ödesin faturasını? Nitekim Nişantaşı’ndaki malum kafenin işletmecisi şöyle demiş; “Elimizde kronometre yok, kimseyi takip ettiğimiz de yok. Bir kahve ile 6 saat oturanlar oluyor, bu adap unutuldu ise hatırlatalım istedik…” Haklı mı? Çok haklı ama belki dil ve üslup farklı olabilirdi burada. O gün ne dediysem, bugün de aynısını diyorum: Bir kahveyle 6 saat yer işgal etmeyin bi’ zahmet! Orası da bir işletme neticede, para kazanması gerek. Herkes adap bilirse, dikkat ederse, sorun da kalmaz zaten.
Kafede oturma adabı nedir?
Aslına bakarsanız uluslararası zincir kafelerin hayatımıza girmesiyle ‘kafe raconu’ değişmeye başladı. Bedava internet hizmeti veren bu kafeler, ‘uzaktan çalışan’ insanları çok iyi ağırladı ve kimseye de “Sipariş vermeyeceksen kalk” demedi. Dolayısıyla buna alışan müşteri, mahalle kafesinde de bunu yapınca; olmadı! Mekan sahibi ‘işgal parası’ ya da süre sınırı koyarak önlem almaya çalıştı. Zira hayat pahalılığı yüzünden başka sosyalleşecek yer bulamayan gençler, kafelere resmen çökmüş durumda. Tabii bir de ‘uzaktan çalışanlar’ var… Onlarla birlikte kahve dükkanlarını ofis olarak kullananlar, kafelerin en büyük derdi. Sadece bizde değil, bütün dünyada böyle. Hatta “Uzaktan çalışanlar kafeleri batırıyor mu?” sorusu bile tartışıldı bir dönem Amerikan medyasında. The Wall Street Journal gazetesi, bir yazı yayımlayıp bu konuda yeni görgü kuralları oluşturmak gerektiğinden bahsetti.
Neydi o altı çizilen görgü kuralları, hatırlayalım…
* Kural 1: Sadece istendiğin yerde çalış! Yani bir mekanda başını bilgisayara gömmeden önce, kafenin yoğun saatlerini sor. Bir kafe sahibi şöyle diyor: “İçinizde ‘Artık kalkmalıyım’ diyen bir his, bilinç olmalı…”
* Kural 2: Önce satın al, sonra otur! İçeriye girdiğinizde kasada uzun sıra varsa, boş sandalyelerden birine çantanızı koymayın, sıranızı bekleyin. Kuyruktakilerin de hakkı var, onu gaspetmeyin.
* Kural 3: Bütün gün oturacaksan, küçük bir kahveden fazlasını satın al! Bazı kafe sahipleri saat başı yemek veya kahve siparişini uygun buluyor. Eğer bunun maliyetinden korkuyorsanız; ofis kiralarını düşünün!
Bu ne tatlı aile böyle…
Instagram’da önüme düştü videosu… Bir otobüs şoförünün doğum günü. Eşi ve oğlu da onu geçeceği durakta elinde pastayla bekliyor. Kapıyı açtığı anda da öyle sevinçle “İyi ki doğdun” diyorlar ki! Oğlu atlayıp öpüyor, karısı da içeri atlıyor, “Eşimin doğum günü” diyor, biraz da yolcular kızmasın diye. Karısı “Canım benim gel iki dakika” deyip inmesini ve mumu üflemesini istiyor. Adam mahcup, yolculara “Kusura bakmayın” diyerek iki saniye için iniyor. Ya nasıl tatlılardı, bayıldım mutluluklarına. Zoraki değil, gösteriş için değil, o kadar belli ki. Ben o otobüste olsam vallahi yarım saat bile beklerdim, “Acele etme, pastanı da ye öyle gel” derdim şoföre. O kadar hak ediyordu ki.
Bazı olaylardan ne öğrendik?
* Kartalkaya’daki otel yangınından ne öğrendik? Olası bir tehlikede kimse sorumluluk almayacağı için biz alacağız! Girdiğimiz binanın çıkışlarını öğreneceğiz, yangın merdiveni güvenli değilse kalmayacağız, ayrıca kızgın yağa su dökmeyeceğiz.
* Matcha çayıyla ilgili ne öğrendik? Bir şey sağlıklı diye b.kunu çıkarana kadar içmeyeceğiz! Son yılların sağlıklı içeceği ilan edilmiş olabilir ama her gün içmek, abartmak tehlikeli. Bakın oyuncu Elvin Levinler bu yüzden kalp rahatsızlığı yaşadı, aman dikkat!
* Topuk kanı aldırmak neden önemli? Bebekte ortaya çıkabilecek bazı hastalıkların erken tanısı için önemli. Ancak bazı aileler buna izin vermiyor. Bu yüzden Adana’daki bir bebeğe kayyım atandı! Demek ki neymiş, çocuğun sağlığı ve yararı senin cehaletinden daha önemliymiş.