İstanbul’u sanat sarmış durumdayken ben de okyanus ötesi bir sanat turuna çıktım.
ABD’nin ilk başkenti Philadelphia’daydım. Şehrin gizli hazinesi Barnes Vakfı’nın müzesi insana Stendhal Sendromu yaşatacak cinsten bir koleksiyona sahip.
Müzede toplam değeri 25 milyar dolar olarak tahmin edilen 900’ün üzerinde eser, 4 binden fazla nesne bulunuyor.
Empresyonistlerin tablolarının ağırlıkta olduğu müzede 181 Renoir, 69 Cezanne, 59 Matisse, 46 Picasso, 7 Vincent Van Gogh tablosu var. Eserler arasındaki ilişkiyi metal nesnelerle kurmak gibi tuhaf bir sanat anlayışına sahip, müzenin kurucusu Albert Barnes 1872-1951 yılları arasında yaşamış.
Dönemin sanat çevresi henüz moda olmayan empresyonistleri ve Barnes’ın koleksiyonunu eleştirdiği için onlarla arası hiç iyi olmamış. Sonraları koleksiyonunu görmek isteyen sanat eleştirmenlerine de köpeği Fidele’in ağzından ret mektupları yazmış.
Bu eksantrik zengin, sanat koleksiyoncusu müzeyi açtıktan sonra gelen ziyaretçilerin yorumlarını çaktırmadan dinlemek için hademe kılığına girip, yerleri temizlermiş. 7 yıl önce şehir dışındaki yerinden Philadelphia’nın merkezine taşınan müze sadece bu koleksiyona değil, belirli sürelerle farklı sergilere de ev sahipliği yapıyor.
Dünyanın en önemli özel sanat koleksiyonlarından birine sahip Barnes’ı yolunuz düşerse mutlaka görmelisiniz.
MÜZiKALLER
Zorlu PSM sayesinde arada iyilerini izleyebildiğimiz müzikallerin ana vatanı New York’taki ‘Theater District’. Burada sahnelenen Broadway müzikalleri New York’lular kadar turistlerin de büyük ilgisini çekiyor. Bu sezon filmlerden sahneye taşınan müzikaller moda. ‘Beetlejuice’ (Beterböcek), ‘Moulin Rouge’ ve ‘Tootsie’ pek popüler.
Kısıtlı zamanımda ilk ikisini izleme fırsatı buldum. Söylemem gerekir ki biletler ucuz değil. 70 dolara bilet bulduğum ‘Beetlejuice’ metni, kurgusu, kostüm, ışık ve danslarıyla mükemmel bir eğlencelikti. En az bir Cem Yılmaz gösterisi kadar komikti. Bir o kadar da sıcaktı.
Sahnedeki oyuncuların güzel enerjisi seyirciye geçiyordu. En ucuz bileti 200 dolar olan Moulin Rouge’un sahnesi iki kat daha heybetli, prodüksiyon çok daha şaşaalıydı. Oyun daha başlamadan bile çoook para harcandığını görebiliyordunuz.
Ancak, Nicole Kidman’ın canlandırdığı porselen gibi bembeyaz ve hastalıktan ölmek üzere olan ‘Satine’i sahnede iri kemikli, sağlıklı bir esmer güzelinin oynadığını görünce ilk hayal kırıklığını yaşadım. Filmde Ewan McGregor’ın can verdiği ‘Christian’ı oynayan aktör ise ‘Satine’in çocuğu gibi kalıyordu.
‘Moulin Rouge’u ne Lady Gaga şarkıları, ne liste başı parçalardan çalınan nakaratlar kurtarabildi. Gözümün önünden hızla geçen bir sirk izledim. Ama gösterinin büyüklüğü samimiyetiyle ters orantılıydı. Yine de çok ilginç bir deneyimdi
FENOMEN DİZİ
Artık TV izlemeyi bırakıp, dizileri dijital platformlardan takip ettiğimiz şu dönemde, Turkcell’in TV+ adındaki platformu şahane içerikler sunuyor. ‘Narcos’tan tanıdığımız Juan Pablo Raba, Kolombiya yapımı ‘Wild District’te başrolde. Ve bu dizi sadece TV+’ta ilk sezonunun tüm bölümleri ile yayınlandı. ‘Wild District’ bence bu sezon fenomen olacak.
SEZON BAŞLADI
Geçen sezonun canlı müzik geceleriyle öne çıkan mekanı People yeni sezona 27 Eylül Cuma günü Derya Uluğ ile merhaba diyecek. Deniz Seki ve Mehmet Erdem’in yanı sıra yaz aylarında başlayan programlarıyla büyük beğeni toplayan Rubato grubu da sevenleriyle buluşacak.