Erkut Can Suçlu ayağa kalk...
HABERİ PAYLAŞ

Suçlu ayağa kalk...

Bir haftadır yaşadığımız acıların hızına bakın. 32 gencimiz bir katliama uğradı. Askerlerimiz, polislerimiz toprak oldu.

Derler ya ‘ateş düştüğü yeri yakar’ diye. Ama bu kez onlarca aileyi yakmakla kalmadı, 78 milyon vatandaş içinde vicdan sahibi olanları yaktı. Yakmaya da devam ediyor.

Ne güzel başlamıştı olay. Çoğunluğu üniversite öğrencisi, mezunu genç ve kalbi bu gençlerle atanlar. 200 kişi. Bir yıkıntı halinde olan Kobani’ye giderek, ormanın ilk fidanlarını dikecek, kütüphane kuracak ve yörenin şanssız çocuklarına oyuncak götüreceklerdi.

Haberin Devamı

Bu gidişe izin verilmemişti ama onlar alacaklarına inanmışlardı.

İşte bu inançla güle oynaya toplandılar ve bu inançla yok oldular. Bir IŞİD teröristi canlı bomba, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu üyesi 32 idealisti yok etti.

Arkasında bir sürü şüphe, şaibe bırakarak. Toplandıkları alanda arama yapılmamıştı. Güya belediye istememiş, polis de ‘peki’ demişti. Yerseniz... Alandaki kameralar bozuktu. Nedense? Plaka tanıma sistemini güya ‘abiler’ yani cemaat kapattırmıştı. Valiye göre...

Sonradan anlaşıldı ki bu sistem zaten yoktu. Ve en önemlisi, valiye rağmen IŞİD’lilerin Suruç’ta olduğu biliniyor hatta bazı kişilerden şüpheleniliyordu.

Burada sormak lazım; Aldığımız nefesten haberiniz var da, Suruç’taki canlı bombayı niye görmediniz, duymadınız? O da mı heyecanlı bir gençti.

Bu istihbarat ve güvenlik zafiyetinin mutlaka bir nedeni vardır ama biz bilmiyoruz. İşte biri de çıktı yüreklerimizi dağladı. Parçalanmış cesetleriyle, Suruç’a gelirkenki neşeleriyle, hayat hikayeleriyle ve sonra da cenaze törenleriyle...

Bir başbakan ve dışişleri bakanının yanlış dış politikası yüzünden, Ortadoğu’da dostumuzun kalmamasının eseridir bu. Ve bu senaryo aylardır, hatta yıllardır yazılıyordu.

Şam’da Cuma namazı kılınacaktı ama bir haftadır cenaze namazları kılınıyor. Bir hatanın bedeli masum insanlara ödetiliyor. Daha ne kadar ödenecek bu bedel orası da meçhul.

Dillerinden düşürmedikleri bir cümle var. “Bedeli ne olursa olsun.” İşte sözünü ettikleri bedel bu. Gençler, askerler ve polisler. Ama haklarını yemeyelim. Her giden canın failini kınıyorlar.Kına babam kına. Ama Suruç’ta ölenlerden hiçbirinin ailesine taziyede bulunmadılar.Bu da ayrı konu.

Haberin Devamı

Kınamanın devamı da var. “Olayın failleri mutlaka bulunacak ve hak ettikleri cezaya çarptırılacaklardır. Kökü nereye kadar giderse gitsin.” Sanki şimdiye kadar katilleri yakalamış da cezalandırmış gibi.

Bir de garibime giden bir şey var. Her olaydan sonra hiyerarşik sıraya göre ortalığa sökün edip sonu ölüm olan bu alçakça saldırıları lanetliyorlar. İş yapmış gibi. Biz de sizi, sizleri lanetliyoruz.

İLK DEFA BERABER

Suruç’daki katliam sonrası, yerdeki cesetler, insan parçaları, panik geçtikten, yaralılar nakledildikten sonra yüzlerce gazete ile örtüldü. Muhalif gazeteler de yerdeydi, havuz paçavraları da. Bir afette yan yana gelmişlerdi. Olmayacak şeydi ama oldu. Herkes de gördü.

Şimdi iki lidere sesleniyorum. Hadi Davutoğlu, patronuna rağmen, hadi Kılıçdaroğlu, çatlak seslere rağmen kurun şu koalisyonu. Hem kendinizi, hem ülkeyi kurtarın. Bir taşla iki kuş vuracaksınız. Pardon üç.

Haberin Devamı

Patronumuz Aydın Doğan da bu paçavraların hezeyanından, asılsız adice suçlamalarından kurtulmuş olacak. Hiç olmazsa koalisyon sürdüğü kadar.

DEAŞ öldü, IŞİD dirildi

Kardeşim Esad’a karşı Suriye’de iç savaş çıkmış ve biz de nedendir bilinmez Esad karşıtı oluvermiştik. İsyancıların tatil köyüydü sınır boylarımız. “Savaşın gelin, burada dinlenin” diyor, yaralılarını tedavi ediyorduk. Tabii her türlü ihtiyaçlarını da karşılayarak.

Sonra devlet kurup, “Bizim adımız IŞİD” dediler. Biz de bir yandan IŞİD, bir yandan “öfkeli gençler” dedik. Ve ilave ettik, “Ee, haklılar ama..” Ne zaman ki, toplu infazlar, kafa kesmeler, boğmalar, yüksek binalardan atmalar başladı, dünyaya karşı gelecek halimiz yoktu. “Eyyy” demekten de anlamazlardı.

Ne yapalım diye düşünürken çareyi bulduk. “DEAŞ bunlar” dedik. Davutoğlu haklı. 10 Ekim 2013’de DEAŞ’ı terör örgütü ilan ettik. Yani bizde DEAŞ, dünyada IŞİD olan örgütü.

IŞİD diyemedik bir türlü. Bu sayede iki yıl boyunca IŞİD, Türkiye’yi hedef almadı. Nasıl alsın? İnsan geçişi için sınırlarımızı istedikleri gibi kullanıyorlardı. Musul’u işgal ettiklerinde bile konsolosluğumuza dokunmamışlar, 41 rehinemizi Kürtlerin yardımı ile Türkiye’ye getirirken de görmezden gelmişlerdi.

Sonra IŞİD’e bizden ve dünyadan katılımların geçiş üssü Türkiye oldu. Biz inkar etsek de, batı eşkal, gün, saat verince göstermelik yakalamalara başladık. Ve operasyonlara. Kızdılar.

Seçime 2 gün kala Diyarbakır’da, sonra da Suruç’da bunun acısını çıkardılar. Hedefleri savaş halinde oldukları Kürtlerden intikam almaktı ama Türk-Kürt ayrımsız 36 can gitti.

Sonra da birilerinin 2 füze sallatmasına gerek kalmadan gelip sınır karakolumuzdaki bir askerimizi şehit edip, 2 askerimizi de yaraladılar. Hemen karşılık verdik. Tabii misliyle.

Bir IŞİD’liyi öldürdük. Onların vahşet görüntülerine nazire yapar gibi de, Anadolu Ajansı o IŞİD’linin ancak buzlama yapılarak kullanılabilecek ceset görüntüsünü servis etti.

Şimdi ordu teyakkuzda. Sınıra büyük yığınak yapıldı ama, örgüt Türkiye’de var olduğu bilinen ve ispatı da yaşanan hücrelerini harekete geçirirse çıkacak kaosu nasıl karşılayacağız.Gerçekten Suriyelileşme riski altındayız.

Bu geçici hükümet, Meclis’e sorma lüzumu dahi hissetmeden bir de İncirlik’i açtı. Amerika artık oradan vuracak. Ancak tampon bölge talebimizi de kabul etmedi.

Demek oluyor ki, IŞİD artık resmi düşmanımız. Nereden nereye geldik. AB’ye giriyoruz diye seviniyorduk, Ortadoğu’daki ateşin içine girdik. Allah bu güzel ülkeyi korusun.

Yoldaşlar...

Suruç katliamında ölenlerin cenazeleri apar topar kaldırıldı. Ancak ikisi fazlasıyla dikkatimi çekti. Bursa’daki ana-oğulun cenazesini DHA’dan canlı izledim.

‘Yoldaş’ tanımlaması sıkça telaffuz edilince de gençlik yılarımı hatırladım. 50 yıl sonra yine çıktı ‘yoldaş’lar. Konuşanlar ‘devrim’ dedi, ‘savaşımız’ dedi, ‘bedeli ne olursa olsun’ dedi, ‘kanlarınız yerde kalmayacak yoldaşlar’ dedi.

Acıyla söylenir bunlar. Ancak ‘faşist Türk devleti’ demek ne demek. Polis ise duydu, seyretti, sesini çıkarmadı. Yarın bir başka anmada duracağını kim garanti edebilir?

Bir konuşmacı da, “O fidanlar, oyuncaklar, kitaplar Kobani’ye gidecek, size söz veriyoruz” dedi. Sosyal medyada ise bu gidişin öyle 200-300 kişiyle değil onbinlerle gerçekleştirilmesinin anonsları yapılıyor.

Dilerim böyle masum başlayan olayı kirletmezler. Gelelim İstanbul’a. Gazi Mahallesi’ndeki törende ise kafaları kırmızı, siyah maskeli, makineli tüfekler taşıyan 8-10 kişi vardı. Polis gene seyretti. Ama diğer protesto yürüyüşlerinde aynı şey olmadı.

Katliamı engellemede güçsüz olan polis, oralarda güçlü idi. Sıktı biber gazını, suyu. Sizce bütün bunlarda bir gariplik yok mu?

Kozunuzu Suriye’de paylaşın

Yeni bir öldürme nedeni ile karşı karşıyayız. Sakallı olan IŞİD’ci oluyor öldürülüyor, HDP’li olan da misillemeye kurban gidiyor. Adana ve İstanbul’da bu nedenle iki ölüm olayı yaşandı.

Gözü dönmüşler devamını getirirse nice olur halimiz. Nereye gider bu hınç, misilleme. Bu kaosu iyi okumak lazım.

Algı operasyonu

Mağduriyet operasyonu

Milliyetçi duyguların istismarı

Galeyana getirme ve

Savaş tamtamları

Kısaca Türkiye’de IŞİD-Kürt çatışması planlayanlar, bu ülkeden ne istiyorsunuz Allah aşkına.

Bırakın bu toprakları gidin Suriye’de ne haliniz varsa görün. Ama giderken yanınıza o meşhur kefen giymişleri de alın ki, biz de rahat edelim.

Tabii dolandıkları kefenleri kesip biçip çarşaf yapmadılarsa.

CIZZZ...

Mesleğimizin bir ustası, “Ben, sen ve HDP” demiş. “Ben ki...” diye devam etmiş. “Ama sen...” diye sürdürüp, “Şimdi bir daha düşün. Oy verdiğime pişman etme. Hiç olmazsa genelleme yapma” diye noktalamış. Bravo valla.

***

Koy, kaldır hukuku

Suruç’ta bir hakim. Katliama önce yayın yasağı koydu, 4 saat sonra kaldırdı. Sonra olay yeri resimlerinin kullanılmasına yasak koydu, onu da kaldırdı. Kim ‘koy/kaldır’ dedi bilinmez.

Bilinen onun söyleneni yaptığı. En son da soruşturmaya gizlilik kararı koydu. Nedeni de amacın tehlikeye düşmemesiymiş. Vardır bir bildikleri. Bazı şeylerin açığa çıkması nasıl önlenecek ki. Onun için henüz kalkmadı, kalkmaz da.

Şu Sulh Hukuk Mahkemeleri asıl kendini kaldırsa ne iyi olacak ama tabii iktidarın işine yarıyor. Polisi var da mahkemesi niye olmasın?

Olmadı İstanbul Cup

TEB İstanbul Cup, bu yıl harcanan emeğe yazık etti. Sınıfta kaldık. Önce Boğaz Köprüsü’nde yapılan gösteri komikti. İki metrelik yan yürüyüş yoluna konulan ağ ve Venüs Williams’ın karşısına geçirilen, ümit vaat eden iki kızımız İpek Soylu ve Çağla Büyükakçay.

Bu seçim iki kızımızı da küçülttü. Venüs bile durumu fark edip değişim yaptı. 10 yıl önce köprüyü kullanmıştık. Koca şehirde kullanılacak başka yer mi yoktu?

Ayasofya’nın önü, Kız Kulesi, Arkeoloji Müzesi olmaz mıydı? Bir de Allah korudu. Olay köprünün Ortaköy üstündeki bölümünde gerçekleşti. İşin sonunda 3 tenisçi, tenis toplarını boşluğa attılar.

Milyonda bir ihtimal de olsa, o toplardan biri aşağıda birinin başına gelseydi ne olurdu? Ne olacak, ölüm! Böyle bir düşüncesizlik kimin buluşuydu acaba?

Sessiz, sakin, tenis aleminin umursamadığı bir turnuva yaptık vesselam.

AKP, çArşı’yı kıskandı

Toplumsal olaylara duyarlılığını bazen öfke, bazen espri ile yansıtan, haksızlığa hep karşı çıkan Beşiktaş’ın dünyaca ünlü taraftar grubu çArşı, Beşiktaşlı olsun olmasın her kesimin diline pelesenk olan sloganları ile de bilinir.

Beşiktaş’ın bir zamanlar yıldızı olan Nauma’nın gece kulüpleri, diskolardan çıkmaması ve ceza alması üzerine, “Nauma bizi diskoya götür” diye tezahürat yapan çArşı, geçen sezondaki Müslüman yıldızı Demba Ba’nın her golden sonra secde etmesi üzerine de “Demba Ba bizi camiye götür” diye bir slogan yaratmışlardı.

Gezi’den sonra çArşı’yı pek sevmeyen iktidarın taraftarları, çArşı’ya gösterilen ilgiyi ve sevgiyi kıskanmış olacaklar ki, hemen taklit ettiler. Davutoğlu, partisinin İstanbul bayramlaşmasındaki konuşmasında damardan girerek Osmanlı hayranlığını dile getirince, partililer aşka gelip planlı bir tezahürata başladılar.

“Ahmet Hoca bizi Osmanlı’ya götür.” O aşka gelen partililere söylemek lazım. “Siz yaşayın devrinizi. Kendinizi mutlu, mesut sanarak. Şunun şurasında ne kaldı?

Hem bakın başbakanınız Osmanlı’nın adaletini, hukukunu bugüne getirecekmiş. Onun için aman yanlış yapmayın, kollayın kellelerinizi.”

Sıradaki haber yükleniyor...
holder