Mehmet Ali Birand Asker, Gül ve Erdoğan'ı iyi okuyamayınca kaybetti...-3
HABERİ PAYLAŞ

Asker, Gül ve Erdoğan'ı iyi okuyamayınca kaybetti...-3

Haberin Devamı

TSK’nın, AK Parti’ye yaklaşımını iki açıdan gözlemleyebiliriz. Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yöneten komutanların büyük hatalarının, başından bu yana AK Parti liderlerini (Erdoğan ve Gül), doğru tanıyamamaları-doğru okuyamamaları olduğunu söyleyebiliriz. Aslında sadece asker değil, medyası, iş adamı, akademisyeniyle laik kesim tümüyle aynı hataya düştü.

Veya diğer açıdan da “Asker, Erdoğan’ı çok iyi okudu, teşhisini yaptı, başına gelecekleri anladı ve durdurabilmek için savaş açtı” denilebilir.

Asker, alışkanlıklardan kaynaklanan bir nedenle, diğer başbakanlar gibi, Erdoğan’ın da kendilerine boyun eğeceğini, hiç değilse uzlaşı arayacağını sandı.

Her iki olasılıkta da (yani, ya anlamadılar veya anlayıp direnme kararı verdiler) mücadele etmeyi tercih ettiler.

Özetle, ilk günlerden itibaren, Erdoğan-Gül ikilisinin kararlılığını anlamadılar veya anlayamadılar veya önemsemediler veya ciddiye almadılar.

Erdoğan’a karşı mücadele hep sürdürüldü...

2002-2003 yıllarında, AK Parti’nin ayak seslerinin hissedildiği sıralarda, Erdoğan’ın 10 yıl önce TSK’nın terörle mücadele şeklini sert şekilde eleştiren bir konuşma kasedi medyaya servis edilmiş ve Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu da, “Bunlar normal bir insanın söyleyeceği sözler değildir. Tamamıyla ağızdan çıkan ile beynin irtibatı olmadan söylenmiş bir söz diye kabul ediyorum...” (18.04.2002) tepkisini vermişti.

Verilmek istenen mesaj, “Ey Türk halkı kime oy vereceğinizi bilin. Bunları seçmeyin” gibiydi.

AK Parti iktidar olduğu andan itibaren de, TSK tam bir muhalefet partisi gibi hareket eder oldu. İlk şok, 2002 Aralık Şura toplantısında, Başbakan Gül’ün, “irticai faaliyetlere katılanların ihraç” kararlarına çekince koymasıyla yaşandı. Herkes şaşırdı. Gül, bu kararlara yargı yolunun açılması gerektiğini belirtti ve tutumunda ısrar etti. Böylece, AK Parti’nin asker uygulamalarına bundan böyle nasıl bir gözle bakacağı anlaşılıverdi. Genelkurmay koridorlarındaki, kuvvet komutanlıkları başta olmak üzere tüm kışlalar ve ordu evlerindeki iktidar aleyhtarı konuşmalar gazetelere yansımadı, ancak eminim Gül ve Erdoğan’a hemen ulaştırılmıştır.

Nitekim, 2003 YAŞ toplantısında, askerin AK Parti’ye nasıl ters baktığı kamuoyuna da yansıdı.

1’inci Ordu Komutanı Org. Çetin Doğan ve MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç’ın Erdoğan’a yönelik sert eleştirileri Milliyet’in manşetindeydi:

“...Yapmak istediğiniz değişiklikleri, kadrolaşma çabaları ve MGK Genel Sekreterliği’ni ortadan kaldırmak istediğinizi biliyoruz. Türk milleti buna izin vermez. Kimse kör değil...” (03.08.2003)

Aynı yılın ilk 30 Ağustos törenlerinde bu defa Jandarma Komutanı Org. Şener Eruygur irtica konusunda en önemli uyarısını yaptı:

“...Aydınlık kafalar ortak hareket etmeliler...” (30.08.2003)

Ardından da, Genelkurmay İkinci Başkanı Org. İlker Başbuğ, aynı konuya değindi:

“...İmam hatip liselerinin sayısının arttırılmak istenmesini anlayamıyoruz...” (14.10.2003)

İlk çatışma, Kıbrıs konusunda Gül ile asker arasında yaşandı...

Erdoğan, iktidarının ilk döneminde, asker ile kavga değil, belirli noktalarda uzlaşı aramak istediğini gösteren bir tutumdaydı. Askerin, eskisi gibi istediği her konuda (özellikle irtica) sık sık demeçler vermesini ve AK Parti iktidarını kapalı kapılar ardında ve dışarıda açıkça eleştirmesini ilk başlarda görmezden geldi. Eski alışkanlıkların zaman içinde geçmesini bekledi. Yapılan açıklamalara “Yanlış anlama olmuş...” gibi yanıtlar verdi ve ilişkileri germemeye çalıştı. Ancak ilk sürtüşme, kaçınılmaz şekilde, Avrupa Birliği’ne (AB) tam üyelik başvurusu ve Kıbrıs’ta çözüm için hazırlanan Annan Planı (2004) tartışmalarında çıktı. AK Parti, bu iki konuda da en büyük desteği Dışişleri bürokrasisinden aldı. Dışişleri gibi tutucu bir kurumun, Kıbrıs ve AB konularında açıkça iktidarı tutması Erdoğan’ı çok cesaretlendirdi. Gül, Dışişleri Bakanı’ydı, ancak Kıbrıs desteği bürokratik kadrodan geldi. Asker ise, bu durumu pek değerlendiremedi veya eninde sonunda Genelkurmay’ın istediğinin kabul edileceğini sandı.

Ancak bu iktidar, bekledikleri gibi çıkmadı. Komutanların tüm itirazlarına ve KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a açık desteklerine rağmen, bir siyasi iktidar ilk defa, askerin görüşünü reddetti. Denktaş ve ona açıkça destek veren Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç Yalman, New York görüşmelerinde, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’a anlaşmazlık durumunda, boşlukları doldurma yetkisi verilmesine itiraz ettiler. Ancak, Dışişleri Bakanı Gül’ün sert yanıtı, asker-sivil ilişkilerinin yönünü gösteren ilk gelişmeydi.

Ardından, iktidara mensup kimi şahsiyetlerin, askerin nasırına basma olaylarına da tanıklık ettik. Bütün bunlar olup biterken, AK Parti’nin masum şekilde oturup, sadece gelişmeleri izlediğini de sanmayalım. Üst düzey kişilerin iğne dolu demeçleri unutulmamalı. Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıktı örneğindeki gibi çarklar bir defa ters dönmeye başlayınca, bu açık mücadelenin önüne kimseler geçemedi veya geçmek istemedi.

TSK başından itibaren katı tutumunu sürdürdü. AK Parti ile hiçbir şekilde uzlaşı aramadı. Ya kavga edip kazanacak Erdoğan’ı eninde sonunda diğerleri gibi yola getirecek veya çarpışa çarpışa çekilecekti.

Direniş kısa sürede Çankaya meydan muharebesine döndü

TSK için en önemlisi, Köşk’ü kaptırmamaktı. 2007’de Ahmet Necdet Sezer ayrılacaktı ve daha şimdiden, Başkomutan’ın AK Parti’den seçileceği konuşuluyordu. Önce Erdoğan’ın adaylığı söz konusuydu. Ancak anlaşılan, Başbakan ilişkileri germemek için kendi yerine Abdullah Gül’ü aday seçti. Amacı kavga yerine, bir uzlaşı bulabilmekti. Gül, ne de olsa daha yumuşak, daha esnek yaklaşım sergileyen bir AK Partiliydi.

Ancak, ne olursa olsun, eşi türbanlıydı.

Asker için bu kabul edilemezdi. Türbanlı bir cumhurbaşkanı eşinin Çankaya’ya çıkması, adeta laik cumhuriyetin sonuymuş gibi algılanıyordu. Dünyanın sonuymuş gibi algılanıyordu. Komutanlar, ellerindeki gücü yeterince gerçekçi şekilde değerlendiremediler. Kamuoyunu yönlendirerek, Çankaya savaşını kazanacaklarını sandılar.

2007’de şimdiye kadar görülmemiş bir hareketlenme yaşandı. Asker tüm gücüyle, laik kesimi göreve davet etti. İşareti de Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt verdi:

“...Başkomutan seçimi TSK’yı yakından ilgilendirir... Köşk’e çıkacak kişinin sözde değil, özde laik olması gerekir.” (12.04.2007)

Büyük bir güç gösterisi başladı.

CHP, laik sivil toplum örgütleri, ulusalcılar ayaklandı ve TSK’ya sahip çıktı. Yüzbinlerin katıldığı Cumhuriyet Mitingleri düzenlendi. AK Parti’nin dünya felsefesine karşı çıkan herkes kolları sıvadı.

Sokaklar doldu, Anıtkabir Atatürk’e şikayete gidenlerin merkezi oldu.

TBMM’de ünlü 367 formülü ortaya atıldı.Amaç, Köşk’ü eşi türbanlı bir AK Partiliye kaptırmamaktı.

Dönüm noktası 27 Nisan muhtırası oldu

TBMM’de ve meydanlarda yaşananlar giderek tırmandı ve son nokta 27 Nisan gecesi kondu. Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt’ın elinden çıkan açıklama veya sonradan muhtıra adı konan bildiri, bomba gibi patladı. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunun yapılmasından 5 saat sonra, TSK açıkça, AK Parti’yi irticai faaliyetleri körüklemekle suçluyor, üstü kapalı şekilde Gül’ün seçilmemesini istiyor ve “...TSK’nın kanunların kendine verdiği yetkileri kullanmakta kararlı olduğunu...” belirtiyordu.

Olası bir darbe girişiminin işaretiydi.

Mesaj netti: “...Dediğimizi yapın ve Gül’ü seçmeyin, aksi halde müdahale ederim...”

TSK sopayı göstermişti.

Asker-sivil ilişkilerinin ne yöne gideceğini belirleyecek en kritik saatler başlamıştı.

AK Parti ya eskiler gibi boyun eğecek veya açıkça meydan okuyacaktı.

Erdoğan’ın onayladığı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’in okuduğu yanıt farklıydı. Dik duruluyor, ancak kavgacı bir dilden de kaçınılıyordu.

Her şeye rağmen, ilk defa bir sivil iktidar askere baş kaldırıyor ve “Kendi işinize bakın, bize karışmayın” diyordu: “...Başbakan’a bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığı’nın bir hükümete karşı ifade kullanması demokratik hukuk devletinde düşünülemez...” (28.04.2007)

Askerin muhtırası ve cumhurbaşkanlığı seçimine karşı açılan kampanya, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde AK Parti’yi adeta uçurdu. Türk halkı mağdur olarak gördüğü Erdoğan’a yüzde 47 oy verdi.

AK Parti, kamuoyunu arkasına almış ve bu mücadelenin en önemli aşamasını kazanmış oldu. TSK, seçimlerdeki bu büyük yenilgiye rağmen, cumhurbaşkanlığı seçiminin peşini bırakmadı.

Genel seçimlerden bir ay sonra, 27 Ağustos günü, Genelkurmay Başkanı Büyükanıt yeni bir açıklama yaptı: “...Türk ulusunun birlik ve beraberliğini, cumhuriyetin laik ve demokratik yapısını bozmak ve çağdaş kazanımları ortadan kaldırmak için sinsi planlar ortaya çıkıyor... Bunlar TSK’yı yıldırmayacaktır. Bu direnç TSK’nın genlerinde mevcuttur...”

Bu açıklamaya karşılık Gül, ertesi gün, 28 Ağustos 2007’de cumhurbaşkanı seçildi.

Herkes TSK’ya döndü.

Acaba nasıl bir tepki gösterecekti?

Asker, kıpırdayamadı.

Komutanlar, resmi karşılamalı protokolde cumhurbaşkanının türbanlı eşinin elini sıkmamak, resepsiyonlara türbanları eşleri davet etmemek gibi, kozmetik, bir süre sonra komikleşen bir kampanya ile yetindiler.

Genelkurmay siyasi iktidarı tehdit etmiş, ancak istediğini elde edememişti.

Bu kurumun ilk defa etkinsizleştiği ve yaptırım gücünün yok olmaya başladığı, iktidar partisi lideri Erdoğan’ı doğru şekilde okuyamadığı, tam anlamıyla değerlendiremediği izlenimi yaygınlaştı.

Asker, kapatma davasında da taraf gibi göründü...

TSK’nın gelişmeleri gerçekçi şekilde değerlendirip yeni bir tutum saptayamaması, 2008 yılında devam etti. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın, AK Parti’ye yönelik açtığı kapatma davasında da TSK ortalarda göründü. Partinin laikliğe karşı tutumunu ispat etmek için suç delillerinin önemli bölümü emekli askerlerden, onların kurdukları derneklerden alınmıştı. Anayasa Mahkemesi’ni etkilemeye yönelik demeçler durmadı. En keskin olanı da, mahkemenin kararını açıklamasına yakın günlerde, Büyükanıt’ın Akademilerdeki konuşmasıydı:

“...Türkiye, laik yapısıyla İslam dünyasının tek örneğidir. Bunu bozmaya yasal organlar izin vermeyecek. Cumhuriyetimizi ve onun temel ilkelerini hiçbir güç kendisine biat ettiremeyecek...” (05.06.2008)

TSK 1’inci Başkanı’nın ağzından çıkan bu sözler, AK Parti cephesinde “partinin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne gönderilen açık bir mesaj” olarak algılandı. Büyükanıt belki bu niyetle söylememişti, ancak Erdoğan ve çevresi, bu sözleri meydan okuma olarak değerlendirdi. Onlar için, asker AK Parti’nin başını kesmek istiyordu. Artık savaş açılmıştı.

Ancak TSK yine istediğini elde edemedi.

30 Temmuz 2008 günü, Anayasa Mahkemesi, AK Parti’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğuna karar verdi, ancak kapatma kararı almadı. Hazine yardımının yarısını kesmekle yetindi.

TSK, AK Parti’ye karşı sürdürdüğü mücadelede en önemli muharebesini kaybetti.

DÜZELTME: Dünkü yazımda yer alan ‘Hele hele, hâlâ nereden ve nasıl sızdığı anlaşılamayan TSK belgelerinin, kimseler cesaret edemezken, TASVİR gazetesinde yer bulması her şeyi değiştirdi’ cümlesindeki TASVİR’i TARAF olarak düzeltirim.

YARIN: Gül, başkaldıran subaylarını cezalandırdı

4

Sıradaki haber yükleniyor...
holder